Akli melekeleri yerinde, ruh sağlığı düzgün olan hiçbir insanın kendi kendini veya soyunu sopunu ve yakınlarını aşağılayarak teşhir ettiğini tasavvur mümkün değildir. Teşhircilik bir ruh hastalığıdır. Olmadık yerlerini gösteren veya bir takım hezeyanlarla kendilerine veya yakınlarına ait kusurları, küçüklükleri, bir kısmı gerçek, bir kısmı hayali rezaletleri anlatanlar, ancak psikiyatri kitaplarını da tipik vaka olarak zikredilen hastalarla, hasta diye de telkin edilebilecek aşırı derecede ahlak düşkünü dejenereler olabilir. Bu, ferd ve aileyi çerçevede böyle olduğu gibi, milli ve içtimai bakımdan da böyledir; içinde yetiştiği, yaşadığı, her türlü nimet ve değerlerini paylaştığı muhit ve milletle uyum sağlayabilmiş, dengeli bir şahsiyete ulaşmış, normal vatandaşlık terbiyesi almış hiçbir insanın kendi milleti aleyhinde konuştuğunu, kendi milletini küçük düşürücü sözler söyleyip milletinin alçaklığına misal teşkil edecek hareketler yaptığını düşünmek imkân yoktur. Vatan ve milletseverlik, vatanı ve milleti kutsal bilip uğrunda fedakarlık yapmak, bütün zamanların ve yeryüzündeki bütün millet, kavim ve hatta kabilelerin tehdit ettiği bir fazilettir. Vatanı ve cemiyeti aleyhine çalışmak ise her yerde ve her devirde alçaklık ve hainlik sayılmıştır.
Şurası son derece tabii ve gerçektir ki, insanla birlikte düşünülebilecek her türlü fazilet de, rezalet de her devirde ve her cemiyette, hatta çok daha dar olan aile çevresinde hile daima vardı, olabilir. İnsanları çeşitli kıstaslara göre kategorileştirdiğiniz zaman, bütün topluluklarda, bu kategorilerin her birine koyabileceğiniz tipler, şahıslar bulunacaktır. İnsanlığın kemali, kötülükleri, rezillikleri, aşağılıkları, şehirlerin görünmez yer altı kanallarından akıtılan lağım suları ve pislikler gibi, tecrit edip aileye, cemiyete, milli hayata, ahlaki, fazileti, iyiliği, selim aklı ve adaleti hâkim kılabilmektir. Yüksek cemiyetler, insanlığın ve milletlerin saadet devirleri, kötülüğün mutlak manada bulunmadığı topluluklar ve zamanlar değildir. İmanın inkâra, ulviyyetin süfliyyete, adaletin zulme, hakkın batıla galip olduğu cemiyet iyi cemiyettir. Böyle devir, saadetli bir devirdir. Tarihin değerlendirmeleri de bu umumi görünüş ve kabullere göre olur. Geçmiş devirler, yeni nesillere umumi manzaranın bu hâkim unsurları dikkate alınarak intikal ettirilir.
Her milletin terbiyesi kendi milli kültürüne istinat eder, yani millidir. Böyle bir terbiye sistemi, yetiştirdiği nesillere, milletinin yüksek değerlerinden, kahramanlığından, faziletlerinden, başka milletlerde bulunmayan meziyetlerinden, başka milletlerde de bulunsa bile kendi milletinin ayırt edici hususiyeti saydığı üstün vasıflarından, kendi vatanının, uğrunda her fedakârlığı göze almaya değer bir kıymet ve kudsiyette olduğundan bahseder. Terbiye her seviyesinde telkincidir, özendiricidir. İyi şeyler telkin edilir, üstün örnekler gösterilir ki, iyilik taklit edilsin, iyi örneklere özenilsin, sonunda cemiyete üstün ahlak ve fazilet hâkim olsun.
Bu sebeple bütün ana babalar, bütün öğretmen ve eğiticiler, bütün liderler, milli inanç ve değerlerini, milletlerini yücelten sözler söylerler. Hatta millet demeye dili tutmayanlar dahi, başında bulundukları ve başına geçmek istedikleri halkın halkların erdeminden, sağduyusundan, özverisinden bahsederler. Buna sadece dalkavukluk veya pohpohçuluk olarak değil, o cemiyetle asgari ölçülerde de olsa bir iş başarabilmek, bir yerlere varabilmek için mecbur ve mahkûmdurlar. Rezil, alçak, soysuz, tembel, kafasız… bir kalabalıkla ne yapılabilir, nereye gidilebilir veya insanları bu türlü değerlendirerek hangi güzel neticeye, nasıl bir mutluluğa ulaşabilir?
Ruh sağlıkları, milli ve ailevi terbiyeleri şüpheli bir takım adamlar, hain ve satılmışlarla ağız birliği halinde, öteden beri Türk milletinin, kendi evlatları tarafından sevilip yüceltilmesinden gocunur, rahatsız olurlar. Dünyada Hitler, Mussolini ve Franko’dan başka vatansever ve milliyetçi yokmuş gibi, her vatansever davranışta bir faşizm kokusu alır, her milliyetçinin şahsında bir Nazi taraftarı görürler. Ellerinden gelse, güçleri yetse, “Neden vatanını çok seviyorsun, niçin milletini yüceltiyorsun?” diye hesap soracaklardır.
İnsan bunlara bakarak, Atatürk’ün bütün nutuklarını bir takım haşiyelerle düzeltsek mi, ne yapsak diye düşünüyor! Öyle ya, Türk’ün yüceltilmesi ile Türklük iftiharı ile dolu bu nutuklarda, böylelerinin varlığı hiç düşünülmemiş, hesaba katılmamış. Mesela 10. Yıl Nutku şöyle olsa:
“Türk milletinin karakteri yüksektir.” Ama içinde düşük karakterli kimseler de vardır. “Türk milleti çalışkandır.” Ama içinde tembel tufeyliler de vardır. “Türk milleti zekidir.” Ama içinde en basit şeyleri birbirine karıştıran aptallar da vardır… Vesaire…
Veya Gençliğe Hitabedeki “Ey Türk Gençliği! Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur! “ cümlesini, “Ama içindeki sütü ve kanı bozukları da hiç aklından çıkarma, gözünden uzak tutma!” diye tamamlasak bilmem nasıl olur?
Ve hançerimizin bütün gücüyle haykırsak: “ Ne mutlu Türk’üm diyene! Yazıklar olsun, Türk sayıldığı halde Türk’ü sevmeyene, sevene düşmanlık edene!…”
Galip Erdem, Mektuplar, 1984