DÜŞÜNCE DİSİPLİNİ
Disiplinden söz edildiğinde hemen aklımıza gelen “Baskı-Tahakküm” mü oluyor? Hâlbuki biz ondan bahsetmiyoruz. Disiplinden kastımız ve anladığımız intizam veya düzenliliktir.
İnsan için “olmazsa olmaz” olan düşünce veya fikir; insanın neye, nasıl ve niçin inandığını, nasıl ve niçin yaşadığını, neyi, niçin tercih ettiğini ifade eder. Başka bir ifadeyle düşünce/fikir insanın tercihlerinin ifade ettiği manadır.
İnsan, hayatı anlamlı kılarak yaşayabildiği zaman derin bir huzur ve mutluluk hissi duyabilir, yaşadığının farkına varabilir. Yaşadığımızın farkına varabilmek, hayatımızdaki tercihlerin umumî olarak “doğru, güzel ve iyi” olmasıyla mümkün. Tercihlerimizin “doğru, güzel ve iyi” olarak tezahür edebilmesi ise, düşüncemizin/fikrimizin, bir zincirin halkaları gibi disiplin-birlik içinde düzenlilik kazanmasıyla mümkün olabilir.
Bir zincirdeki her bir halka, diğer halkalarla irtibatlı olarak birliği/düzenliliği sağlarken aynı zamanda yardımlaşma ve dayanışmayı da tesis etmekte, aynı gayeye ve aynı gayenin gerçekleşmesine hizmet etmektir. Düşünce/fikir disiplini, zincirin halkaları gibi düşünülmelidir. Her konudaki düşüncemiz, diğer konularla irtibatlı olmalı, aynı gayeye sahip olarak, o gayenin gerçekleştirilmesine hizmet etmelidir. Düşünce zincirimizde çelişki/tezat, kopukluk ve belirsizlik olmamalıdır.
İnsanlık tarihi veya düşünce tarihi incelendiğinde gördüğümüz bir gerçek var: Tarihe mal olmuş veya tarihe/insanlığa yön vermiş insanlar, düşünce disiplinine sahip insanlardır. Sahip oldukları düşünce disiplininin doğru veya yanlış olması ayrı bir konudur.
Tarihe yön veren insanların sahip oldukları düşünce disiplinlerini şöyle tasnif etmek mümkün görünüyor; madde esaslı ferdi merkeze alarak, toplumu ihmal eden, madde esaslı toplumu merkeze alarak ferdi ihmal eden, mana merkezli veya daha doğru tabirle mutlak varlık merkezli, ferdi topluma, toplumu da ferde kurban etmeden, ferdin toplum içinde “hür” olarak kendini ifade edebilen “şahsiyet” sahibi olmasına, ferdi gelişmenin toplumun da gelişmesine yardımcı olmasını sağlayarak, fert ve toplum barışını sağlayan “DÜŞÜNCE DİSİPLİNİ”…
Madde esaslı, ferdi merkeze alarak toplumu ihmal veya fedâ eden “modern” olmadığını biliyor ve ısrarla tekrarlıyoruz. Liberalist – Kapitalist maddeci düşünce disiplini; öncelikli olarak “Allah’ın yeryüzündeki işlere karışmadığını söyler” veya “Allah’ı dünya işlerine karıştırmaz”. Bu düşünce bundan 14 asır önce “Ebu Leheb” ve diğer Mekkeli müşriklerin “Düşünce disiplin”lerinin merkezini teşkil etmekteydi. Keza, ferdin, diğer fertler ve toplumları, diğer topluluk ve devletleri istismar edebilmesinin yolunun açılması hatta bunun bir ”Hak” olarak görülebilmesi, aynı şekilde 14 asır önce “Ebu Leheb” ve diğer müşrik Mekkeli asillerin “Düşünce Disiplinleri”nin kopmaz ve vazgeçilmez halkasıydı.
Dünyaya hâkim olmak, “altın ve gümüş”e sahip olabilmek, daha çok sahip olabilmek-kazanmak için; tabiatı, insanı ve din dâhil bütün kutsalları istismar etmek, istismar etmek için her yol ve yöntemi kullanmak –bugünkü tabirle “gayeye giden her yol mubahtır” demek- 14 asır önce “Ebu Leheb ve diğer müşrik Mekke’li asillerin de şiarıydı. Liberalist-Kapitalist maddeci düşünce disiplininin modern olmadığını, insan fıtratına aykırı olarak insan haysiyet ve şerefine uygun olmadığını, yeryüzünde “İNSANCA, HAKÇA” bir düzen kuramayacağını, sömürüye/istismara dayandığı için “ADALET”i tesis edemeyeceğini, bilakis “haksızlık ve zulmü” teşvik edeceğini ve ettiğini söylüyoruz. En özel varlık olan İNSAN, böyle bir “düşünce disiplininin hâkimiyet ve tahakkümüne girmek mecburiyetinde bırakılmayı hak etmiyor. İnsan vicdanını karartan, insanlığın büyük kısmını gözyaşı, kan ve yoksulluk denizinde boğarak, mutlu ve refah içinde yaşamanın mümkün olabileceğini söyleyen “kara düşünce disiplini” insanî olmadığı, sevgiye dayanmadığı için, bizim düşünce disiplinimiz olamaz.
Madde esaslı bir sınıf veya sosyal dilimi merkez alarak, ferdi ve diğer sosyal dilimleri ihmal eden düşünce disiplininin günümüzdeki temsilcisi “Marksist-Sosyalist” maddeci fikirdir. Hareket noktası olarak seçtikleri sınıfın veya sosyal dilimin diğer sınıflar veya sosyal dilimler tarafından istismar edilmesine karşı çıkmak adına, taraf olduğu sınıfın veya sosyal dilimin, diğer sınıf veya sosyal dilimlere tahakküm ederek hâkimiyet kurmasının gerektiğine ve bunun bir hak olduğunu söylemek, ne kadar insanî ve sevgi kaynaklı olabilir? Çıkış noktası düşmanlık, kin ve nefret olan bir düşünce disiplini, insana ve insanlığa vaat ettiği huzur ve mutluluğu verebilir mi? Sermaye sahibi bir grubun egemenliğine karşı çıkarken, bir başka grubun, topluma tahakküm etmesini istemek ne kadar doğru bir düşünce olabilir? Ferdi yok sayan, toplumu oluşturan bütün sınıf ve sosyal dilimlerin mensubu olan ferdin, “şahsiyet” sahibi olarak “hür” bir şekilde kendini ifade etmesine imkân ve fırsat tanımayan, ferdî mülkiyeti/özel mülkiyeti yeryüzündeki sömürünün kaynağı olduğu gerekçesiyle reddeden bir düşünce disiplini, tek tek her insana, ferde ne verebilir?
Bir sınıf veya sosyal dilimin, toplumu meydana getiren diğer sınıf veya sosyal dilimleri istismar etmesini doğru bulan, bunun bir hak olduğunu söyleyen, ferdi ve ferdi mülkiyeti -insanın ev, araba, iş yeri sahibi olmasını- reddeden bu düşünce disiplini, sevgiden kaynaklanmadığı bilakis bir grup adına diğer gruplara kin ve nefretten doğduğu ve bu sebeple insanî olamadığı için bizim düşünce disiplinimiz olmayı hak etmiyor. Biz, kin ve nefretle yola çıkanların ancak kan ve gözyaşı ekeceğine inanıyoruz. Kan ve gözyaşı ekenlerin ve bundan beslenenlerin insan olamayacağını, olsa olsa bir canavar olabileceğini düşünüyoruz. İnsanî olmayan, insan olma şerefini reddederek hayvan olduğunu söyleyen bir düşünce disiplini, insana ancak hayvanî veya hayvanca bir yaşama modeli/tarzı teklif edebilir. Bütün hayvanlar bu teklife evet derken, biz insan olarak, bu teklife bütün varlığımızla hayır diyerek, “İNSANCA ve HAKÇA” bir düzen istediğimizi ısrarla tekrar tekrar belirtiyoruz.
Maddeyi esas alarak, ferdi veya sınıfı-sosyal dilimi merkezine alarak yola çıkan/hareket eden “düşünce disiplinlerinin, sömürüye/istismara yol açtığını, hatta bunun bir “hak” olduğunu savundukları, istismara değişik sebeplerle meşruiyet kazandırdıkları güneş kadar meydanda olduğu halde, insana yeryüzünde “Cennet” vaat ettiklerini iddia ediyor olmaları ne kadar doğru olabilir? Siz karar verin…
Biz, insan fıtratına uygun, insanca ve hakça bir düzen kurabilmek için, düşünce disiplinimizde “mutlak varlığı –Allah’ı- esas alıyor, Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu merkez kabul ederek yola çıkmak gerektiğini söylüyoruz.
Düşünce disiplininde Allah’ı esas ve merkez kabul eden insan; Allah’a duyduğu bağlılık, muhabbet ve aşk sebebiyle, canlı ve cansız bütün yaratılmışlara sevgiyle bakacak, sevgiyle yaklaşacak-davranacak, başta insan olmak üzerine bütün varlıklara faydalı olmayı kendisine ŞİAR edinecektir.
Allah’a duyulan muhabbet ve aşktan kaynaklanan sevgi dolayısıyla insanlar arasında DİL-DİN-MEZHEP-SOY ve BÖLGE farklılığı gözetmeden, bütün insanların dünya nimetlerinden adilane bir şekilde pay almalarını temin etmek, yeryüzünde lekesiz ve gölgesiz bir ADALET tesis ederek, insanların ve diğer varlıkların istismar edilmesine mani olmak için bütün gayretiyle çalışacak, bu sorumluluk şuuruyla hayatını tayin ve tanzim edecek zihniyet dünyasına sahip insan ortaya çıkacaktır.
Sorumluluk şuuruna sahip insan; kendisine, ailesine, içinde yaşadığı topluma, mensubu olduğu millete faydalı olmayı, onlara hizmet etmeyi, onların menfaatlerini kendi menfaatlerine tercih etmeyi şiar edinirken, aynı zamanda insanlığa da yararlı işler yapmayı kendisine prensip edinir.
İnsanı ve bütün varlıkları seven, milletine hizmet etmeyi, insanlığa yararlı işler yapmayı, istismara, haksızlığa ve zulme kimden gelirse gelsin karşı durmayı ŞİAR edinen düşünce disiplinine sahip İNSAN olmak isteyen kahramanlara bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var farkında mısınız?..
ZAMAN DİSİPLİNİ
Dünyanın Güneş etrafında dönmesi veya Ay’ın dünyamız etrafındaki hareketiyle meydana gelen değişiklikler sebebiyle idrak edebildiğimiz Zaman kavramını, daha yararlı verimli değerlendirmeye yarayan Zaman Disiplini her insanın hayatında önemli bir yere sahiptir.
İş adamları, devlet yöneticileri, ilim adamları daha çok kazanmak, daha fazla verim elde etmek veya daha çok bilgiye ulaşmak için, zaman disiplinine sahip insanlar olarak hemen göze çarparlar. Bu saydığımız insanlar, zamanı daha verimli olarak kullanmak noktasında birçok insandan daha hassas ve titizdirler. Bu insanlar, zaman kaybının telafisinin mümkün olmadığını çok iyi kavramışlardır. Zamanında yapılmayan işin, büyük bir kayba/zarara sebep olduğunun farkındadırlar. Kaybetmek istemeyen, zarar etmek istemeyen insanlar, zamanın kıymetini bilen insanlardır.
Dünyanın Güneş etrafında dönmesi esnasında meydana gelen gece ve gündüzü bir gün olarak ifade ediyoruz. Kur’an-ı Kerim’de, gecenin dinlemek için, gündüzün ise çalışmak için olduğu belirtiliyor. Bu vahyi/ilahî bilgiden anlıyoruz ki, vücudumuzun uyuyup dinlenebilmesi için gece veya karanlık ortam, en uygun zaman ve zeminin şartıdır. Gündüz, çalışıp üretmek için uygun ve verimli zamanı ifade etmektedir. Bugün teknolojinin gelişmesi, seri üretim yapan tesislerin kurulması ve vardiyalı çalışma sisteminin mecburiyetiyle birçok insan için uyku, dinlenme ve çalışma saatleri değişmiştir. Gelişen teknoloji ve daha çok seri üretim yaparak daha çok kazanma hırsı, insanların tabiî/fıtrî uyku-çalışma düzenindeki ve dolaylı olarak organizmalarındaki kimyevî-psikolojik değişmeleri beraberinde getirmiştir. Bu durum teknolojinin faydaları-zararları konusunda tartışmaları da gündeme getirmektedir.
Konumuza dönersek; gece ve gündüz, 24 eşit parçaya bölünerek 24 saat olarak dilimlenmiş, her bir saat 60 dakikaya parçalanmış, dakikalar saniyelere kadar parçalanmış olarak idrakimizde yer almıştır. Zamanı bu şekilde parçalamak, insana, günlük hayatını daha kolay, daha verimli planlama fırsatı sunmaktadır.
Zamanın bu şekilde -saatler halinde- parçalanmış olmasının bize sağladığı kolaylıklardan istifade ederek bir günümüzü en faydalı, en verimli ve en makul şekilde planlamaya/zamanı düzenlemeye çalışalım, bakalım becerebilecek miyiz?
Gün 24 saat olduğuna göre; bunun üçte biri -8 saat- “uyku-dinlenme” zamanı olarak organizmamızın ihtiyacı, üçte biri -8 saat- organizmamızın ihtiyaçlarını karşılamak için (yemek-içmek-giyinmek-barınmak gibi) “çalışma” zamanı, kalan 8 saati nasıl değerlendireceğimiz, bizim sahip olduğumuz “düşünce disiplinine” göre belirlenecektir. İnsanın hangi “düşünce disiplini” mensubu olduğunu, temel önceliğinin ne olduğunu, iddia ve davasıyla ne kadar samimi olduğunu, bu 8 saati nasıl düzenleyip planladığı gösterecektir.
Biz bu 8 saatin en fazla 2 saatini meşru/doğru/güzel ve iyi şeylerde eğlenerek, herhangi bir sanat faaliyetleriyle (resim/musiki/ebru/hat/karikatür/tiyatro/sinema/şiir…) meşgul olarak geçirebileceğini düşünüyoruz. İnsan – toplum veya akraba, dost ziyaretleriyle geçirebileceği iki -2- saati olduğunu da kabul edebiliriz. Kalan dört -4- saati kendisini fikren – ruhen geliştirmek için değerlendirip düzenlenmesinin doğru olacağına inanıyoruz. Evet, aklımızın parçalandığı bir günlük zamanı bu şekilde veya benzer değişik şekillerde düzenleyip planlayabiliriz…
Aklımız zamanı pratik olarak “uyku-çalışma” ve “eğlenme/sosyal vb.” faaliyet saatleri olarak parçalarken, Vahyi beyan veya İslam, zamanı “ Namaz Vakti”ne göre beşe bölmekte, günde beş defa Yaratan’ı anmaya/zikretmeye ve yalnız O’nun huzurunda “kıyam durmayı”, “rükû ve secde” etmeyi istemektedir: Sabah (güneş doğmadan), öğle (güneş ortaya geldikten sonra), ikindi (güneş ortayı çok aştıktan sonra), akşam (güneş battıktan hemen sonra), ve yatsı (karanlık iyice bastıktan sonra) namazları, zamanın/ günün İslâmî disipline göre düzenlenmesi mânâsını taşımaktadır.
Aklımızın günlük ihtiyaçlarımız için yaptığı, zamanı pratik ve parçalaması ile İslâmî /vahyi zaman disiplinini en doğru / en güzel ve en iyi şekilde birleştirip terkibe kavuşturarak, ömür veya hayat dediğimiz zamanı, şahsımız, milletimiz ve bütün insanlık ve varlıklar için faydalı, güzel ve verimli kılmalıyız.
Tatil fikri, Liberalist-Kapitalist maddeci düşüncenin insanları istismar ederek iktisadî bir kazanç elde etmek için hazırladığı bir tuzaktır. Biz bunu söylerken, insanın dinlenmeye ihtiyacı olmadığını söylemiyoruz fakat organizmamızın dinlenme ihtiyacının, hazırlanan tuzakla istismar edilmesine dikkat çekmek istiyoruz.
Çalışıp yorulan organizmanın dinlenme ihtiyacı duyduğu gayet açıktır. Çalışma zamanında verilen kısa molalarla organizmanın ara ara dinlendirildiğini bizzat yaşayarak biliyoruz. Bazen ağır işte çalışanlar vazife veya iş değişikliği yaparak da organizmanın dinlenme ihtiyacını karşılama yolunu bulurlar. İlahî beyanda- Kur’an’da- bu durum “Yoruldun mu hemen başka bir işe koyul” buyrularak belirtilirken, Liberalist-Kapitalist düşüncenin insanı istismar etmesine imkân ve fırsat tanımayan bir çalışma-dinlenme düzenlemesinin varlığına da işaret edilmektedir.
Bundan anlaşılan o ki; uzun uzun tatil plan ve programları yerine, çalışmayı aksatmayan, verimliliği ve faydayı azaltmayan kısa kısa aralarla veya meşgul olduğumuz işin/çalışmanın çeşitlendirilip değiştirilmesiyle dinlenme ihtiyacımızın karşılanabileceğidir.
“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalışınız” nebevî/peygamberî beyan, zaman- hayat disiplinini muhteşem terkip halinde belirtiyor. Yalnız, burada belirtilen “dünya için çalışınız” ifadesiyle kastedilen; altın/gümüş/dolar/Euro/TL veya mal-mülk biriktirmek için çalışmaktan ziyade, dünyayı insan için daha yaşanılır kılmak, bu manada dünyayı imar ve inşa etmek, bütün insanlık için adaleti, barış ve huzur içinde yaşamayı temin ve tesis etme çabası olarak anlamak gerekir diye düşünüyoruz. Bunlarla birlikte hava, su ve toprağın zehirlenmesine mani olmanın gerekliliğini de peygamberî beyanın içinde kastedildiğine inanıyoruz.
Düşünce Disiplini, bir işi-ameli nasıl ve niçin yapacağımızı belirlerken; Zaman Disiplini aynı işi veya ameli ne zaman yaparsak daha doğru-güzel-iyi-verimli ve faydalı olabileceğini belirler.
Allah-u Teâlâ Asr Suresinde zamana yemin ederek dikkatimizi çekmektedir… Zaman Disiplinine dikkat edelim diye…
HAYAT DİSİPLİNİ
Ömür-yaşamak veya hayat dediğimiz keyfiyet gelişi güzel, avare ve başıboş bırakılıp tüketilmek üzere bize verilmiş olmayıp bilakis düzenli, bilgili, bilerek, şuurlu olarak disipline edilmiş birlik içinde mütalaa edilerek değerlendirilmek üzere insana tanınmış fakat ne zaman son bulacağı bildirilmemiş bir mühlettir, fırsatlarla dolu anlar kümesidir.
Dünyada başıboş bırakılarak yaşanacağını zanneden insanı ihtar eden-uyaran-vahyi beyan, “insanın başıboş bırakılmadığını ve dünya hayatının kısa-geçici olduğunu, bu kısa ve geçici dünya hayatının Ebedî Hayat için bir deneme yeri olduğunu” bildirmektedir.
Düşünce disiplinine sahip olabilmek için şart olan bilgi, okumayı, araştırmayı ve tefekkürü gerekli kılmaktadır. Bilgi edinmenin, öğrenmenin olmazsa olmazı kitap okumak veya daha doğru ifadeyle “Doğru kitapları, doğru sırayla, düzenli okumaktır.” Sadece okumak yeterli olmayıp okuduklarımızı konuşarak ve sohbetlerle doğru kavrama-anlama noktasında pekiştirmek de gerekiyor. Sadece bilmek, bilgi sahibi olmak, insanı ve toplumu yükseltmez ve yüceltmez. İnsan ve toplum, doğru-güzel-iyi bilgileri hayatla buluşturursa, bilgiyi işe/amele/fiile dökerse, yani bildiğiyle amel ederse yükselip gelişebilir. Doğru-güzel-iyi bilginin işe/amele dökülme noktasında işin-amelin işleneceği yer ve mekânın da doğru-güzel-iyi olması gerekliliği inkâr edilemez. İşte tam bu nokta Hayat Disiplininin devreye girdiği noktadır. Bunu kısaca şu şekilde formüle edebiliriz: “Doğru fikir, doğru iş, doğru zaman ve doğru yer-mekân.” İsterseniz bunu basit misallerle açıklayalım: Organizmamızın mineral ihtiyacını karşılamak doğru fikir; bunu için yemek-içmek doğru iş; acıktığımız zaman yemek-içmek doğru zaman; yeme-içme işini içinde bulunduğumuz şartları dikkate alarak evde, fabrika/işyeri yemekhanesinde, lokantada, bağ-bahçe işinde çalışan için bağ-bahçede… yaparak ihtiyacımızı karşılamak doğru yer-mekân olarak açıklanabilir. Veya organizmamızın barınma, giyinme gibi ihtiyaçlarını karşılamak doğru fikir, bunun için bir işte çalışmak doğru iş, işin mahiyeti ve bizim şartlarımızın uygun olduğu vakit doğru zaman, meşru, doğru, güzel, iyi bir işyerinde çalışmak doğru yer-mekân olarak da izah edilebilir.
Biraz daha aktüel bir misal vermek gerekirse: Bekâr veya evli, yaşlı veya genç insanlar hislerini, sevgilerini göstermek için her fırsatı değerlendirmeye çalışırlar. Sevmek “doğru fikir”, sevgimizi göstermek – açıklamak “doğru iş”, yaş ve aktüaliteye bağlı olarak baş başa veya aile-toplum içinde yapmak “doğru zaman”, insanların bizim hakkımızda kötü – yanlış zan beslemeyeceği, kötü örnek olunmayacak şekil ve yer “doğru yer/mekân” olarak değerlendirilebilir. Bu noktada hemen şunu hatırlatmakta fayda görüyoruz: Kadın veya erkek olarak “sevmek” bize, sevdiğimizi söylediğimiz insana tahakküm hakkı vermediği gibi, sevdiğimizi iddia ettiğimiz insanın haysiyet-şeref ve namusuna tecavüz hakkı da vermiyor. Bilâkis sevdiğimizin haysiyet-şeref ve namusunu kendi namusumuz gibi koruma vazife ve sorumluluğunu yüklüyor. Hemen her yerde karşılaştığımız bir manzara var: Genç kız ve erkekler “sevgili” oldukları gerekçesiyle parkta – bahçede, sokakta veya kafede sevişip öpüşmekte bir beis görmüyorlar, belki herkesin görmesi için böyle davranıyorlar, bu yaptıklarının ve yaşadıklarının doğru olduğuna mı inanıyorlar, yoksa yaptıklarının doğrulanmasını mı istiyorlar? Bizim sahip olduğumuz “düşünce disiplini” ne, kültürümüze- iman ve inancımızla taban tabana zıt ve tezat arz eden bu durumu “doğru” kabul edebilmemiz asla mümkün değildir. Genç insanlarımızın yaşadığı bu gerçekliği doğru kabul etmek “Kendimizi, kimliğimizi, şahsiyetimizi meydana getiren Türk ve İslâm olmayı reddetmek” anlamına gelir. Biz her şeye rağmen Türk ve İslâm olarak yaşamayı ve yaşatmayı varlığımızın biricik ve aslî gayesi biliyoruz. Yabancı fikir ve ideolojilerin, hayat tarzının her vasıtayı, her yol ve metodu kullanarak, dört koldan taarruz ederek “Milli kimliğimizi, kültürümüzü, iman ve inancımızı, kısaca Milli varlığımızı” yok etmek veya en hafif tabiriyle sömürgeci güçlere köle etmek istedikleri gün gibi aşikâr olduğu halde, biz ne yapıyoruz, nasıl yaşıyoruz, bizim hayat tarzımıza, tercihlerimize yön veren “temel değerler-ölçüler” kime ait? Bize mi?
Yabancı kültür ve ideolojilerin yıkıcı-yok edici taarruzlarına karşı koyabilmenin bir tek yolu vardır: Kendimizi bilmek, tanımak, öğrenmek için okumak-araştırmak ve Milli fikir disiplinine sahip olmak.
Şahsiyet sahibi bir insan ve toplum olarak hayatta kalabilmemizin, Türk ve İslam olarak yaşamanın, milli varlığımızı devam ettirmenin yegâne yolu; tarihimizden süzülüp gelen Milli Kültürümüzün, İslam iman, aşk ve aksiyonuyla bir terkip halinde bize sunduğu –şanlı ecdadımızın bize miras bıraktığı- Temel Değerler/ölçüler ile kendimizi teçhiz ederek, Milli ve beşeri tecrübelerin muhteşem terkibiyle “Milli bir Fikir/düşünce ve Aksiyon” hareketi meydana getirmek ve bu Milli Yolu samimiyetle, heyecan ve aşkla yaşayıp anlatmaktadır. İman etmediğimiz ve samimiyetle yaşamadığımız, hayatla buluşturmadığımız hiçbir düşünce/fikir bizi ve toplumu yükseltmediği, geliştirmediği gibi bizim tarafımızdan yaşanmayan düşünce ve fikirler, ne kadar doğru olursa olsun, insanlar tarafından samimi ve inandırıcı bulunmaz.
Eğer insanların bize inanıp güvenmesini istiyorsak; önce biz samimiyetle öğrenecek, inanacak, yaşayacak ve güveneceğiz. Gerisi kendiliğinden gelecektir…
Son söz olarak: Fikirlerin sistematik şekilde düzenlenmesi anlamına gelen “Düşünce Disiplini” bize; bir işi nasıl ve niçin yapacağımızı söylerken, “Zaman Disiplini” aynı işin hangi şartlarda ve hangi vakitte yapılırsa daha verimli ve faydalı olacağını, “Hayat Disiplini” yapacağımız işin nerede daha verimli, daha faydalı, daha güzel yapılabileceğini söyler.
Düşünce, Zaman ve Hayat Disiplinine sahip insanlar olmak, şahsımıza, ailemize, milletimize ve bütün insanlığa faydalı ve yararlı işler yapan insan olma özelliği kazandıracaktır. Bu disiplinlere sahip olmak ve bu disiplinlere göre davranıp yaşayabilmek için herkesten daha bilgili olmak, daha çok okumak gibi büyük bir sorumluluk duygusu taşımak gerekiyor. Siz, sadece şahsınızın veya ailenizin değil, Türk Milleti’nin, Türk İslam Coğrafyasının, hatta bütün insanlığın, “İNSANCA ve HAKÇA”, “ADALETLE” yönetilmelerini sağlamak veya lekesiz ve gölgesiz bir adalet tesis etmek sorumluluğunun farkında ve bu sorumluluğu cesaretle, heyecanla, iman ve aşkla yüklenmiş bu asrın Gazi-Dervişlerisiniz, Yesevi dervişlerinin günümüzdeki temsilcilerisiniz.
Asrın YESEVİ’sine ve yolundan giden Dervişlere binlerce selam olsun… Selam olsun Şanlı Kurtarıcımıza…