HÜR İNSAN
Sayılarda anlaşmak kolaydır da, kelimelerde ve kavramlarda anlaşmak zordur. Bu sebepten ilim adamları, matematiği yalnız bir ilim olarak değil, «metodoloji» olarak da ele almışlardır.
Günümüzde «hür insan» (özgür insan), «tutsak insan» sözünün çok ve sık kullanıldığına şahit oluyoruz. Eğitim insanı «özgürleştirmeli, tutsak etmemelidir» kabilinden beyanlara ve yazılara sık sık rastlar olduk.
Gerçekten nedir hürriyet? Hangi insan «hür» hangi insan «tutsak»tır? Eğitim, insanı nasıl «hür» yine nasıl «tutsak kafalı» edebilir?
Hürriyetin gerçekte birçok tarifi ve yorumu vardır. Felsefede «hürriyet, etkisiz tepki yapabilmektedir». Yani insanın, hiçbir dış etkiye maruz kalmadan, hiçbir zorlama olmadan, kendi iradesi ile davranabilmesidir. Oysa bu mümkün değildir. Çünkü her yaratık gibi, insan da çok faktörlü bir determinizme bağlıdır, insanı da faaliyete zorlayan biyolojik «psikolojik, tabii, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik sebepler vardır ve insan davranışı bunlardan bağımsız değildir. Bugün, ister politika meydanında, ister politika dışında konuşan, yazan ve beyanat veren hiçbir kimse yoktur ki, böyle bir determinizmin dışında bulunsun. A ve B adındaki iki şahıs, bir konuda inandıkları düşüncelerini ortaya koyarken, birbirine zıt düşebilirler. Söyler misiniz, bunlardan hangisi «özgür», hangisi «tutsak» insandır? Her ikisi de, bu cemiyetin çocuklarıdır, her ikisi de aşağı yukarı aynı eğitimden geçmişler, her ikisi de içinde doğup büyüdükleri sosyal, kültürel, ekonomik ve politik ortamdan etkilenmiştir, fakat farklı kadrolarda yerlerini bulmuşlar, şimdi karşılıklı geçmişler «sen tutsak insansın», «ben özgür insanım» mı demektedirler? Yadırgadığımız nokta şurasıdır : Eğitilmiş her insan, etkilenmiş ve bu etkileri şahsiyetinde yeni bir terkibe ulaştırmış kimsedir; dolayısı ile kendinden çok cemiyetinin mahsulüdür. İnsanın, kendi şahsiyetinde çok az payı vardır. Hürriyet, yoksa bu payın adı mı?
18. yüzyıl Avrupası’ndan dünyaya yayılan bir «liberte» (hürriyet) çığlığı vardı. Bu çığlık, o tarihlerde ve bir yüzyıl sonra bile, «ferdin toplumdan kopardığı ve koparmak istediği alternatifleri» ifade ediyordu, Kişi, toplumunun koyduğu politik, dini, ahlâki, hukukî, fikrî,… normaların sertliğinden şikâyet ediyor. «Sosyal kontrolün» baskısını hafifletmek istiyordu. Liberal adam (özgür insan), «toplumun sansüründen» rahatsız olan, «özel hayatına» değer veren ve kendini yaşamak isteyen bir tipti. Alman fikir adamı Nietzsche (Niçe)’de, «sürü’den kurtulmak», «topluma tapınmaktan» kaçmak, «ego»yu tanrılaştırmak biçiminde ortaya çıkan, önce «individüalizme» (ferdiyetçiliğe), sonra da anarşizme varan bu hürriyet (özgürlük) anlayışı, sert toplumcu reaksiyonlara ve direnişlere vesile olmuştur. Şu halde hür insan (özgür adam) «cemiyete kafa tutan, onun din, ahlâk, hukuk ve töresine» ters düşen adam da olamaz.
Şu halde kimdir hür insan (özgür insan)? Hep düşünen, araştıran, kritik eden, karar vermekte acele etmeyen, karar verdikten sonra azim ve sebat göstererek yolunda yürüyen kimse midir? Buna, belki diyebiliriz. Ama bir şartla, düşünme, araştırma, kritik etme, karar verme, inanma ve sebatla yürüme vetiresine yön ve biçim veren hareket noktasını bilmek kaydı ile. Çünkü felsefe tarihini dolduran fikir adamları, politika sahnesini kaplayan kişi ve kadrolar düşünme, araştırma, kritik etme, karar verme, inanma ve sebatla yürüme gibi zihni ve ekli fonksiyonlara mutlaka yer veriyorlardır, fakat çıkış noktaları ve bunlara yön veren prensipleri farklıdır. Bununla beraber, her biri bir diğerini «tutsak kafalı» olmakla itham edebilir. O halde önemli olan hareket noktasını seçmekte midir? Yani hür insan (özgür insan) ilk adımını sağlam atan insan mıdır? Ferdi, ahlâk anlayışının temeline olan Nice mi, yoksa ahlâk anlayışının temeline toplumu oturtarak bir vazife şuuru ile hareket etmemizi isterken E. Durkheim mi sağlam adım atmıştı? Bunlardan hangisi «özgür kafalı» hangisi «tutsak’ kafalı» idi? Görülüyor ki, bu da çıkış kapısı vermiyor.
Türk – İslâm ülküsü açısından durum daha farklı bir biçimde ele alınmalıdır. İslâm dünyasının yetiştirdiği ünlü ilim ve din adamlarından. îmam-ı Kuşeyrî (milâdî: 985-1074), (esas adı Ebül Kasım Abdülkerim Bin Havazin’dir), Risale-i Kuşey-rîyye adlı kitabında hürriyeti, «Allah’tan gayrısına kul olmamak» biçiminde tarif eder. Bu anlayış, Islâmın hürriyet tarifini özetler. Gerçekten de müslüman, Allah’tan gayrısına kul olmaz ve hareketlerine Allah’ın rızasından başka bir çıkış noktası aramaz. O ««egosunu» da, toplumu da putlaştırmaz. Bu sebepten objektif ve sübjektif bütün sahte mabutları kafasında ve gönlünde kırar, mutlak varlık olan Allah’tan gayrı ilâh tanımaz. İslâm’ın «Allah’tan başka ilâh yoktur» parolası, insana hür olmanın da sırlarını verir.
Bütün bunlardan sonra denebilir ki Türk-İslâm ülküsünde hürriyet, «Allah’tan başka ilâh yoktur» ölçüsü ile hareket edebilmektedir. Bize, bu muhteşem cümleyi öğreten yüce ve şanlı peygambere selâm olsun.