YALNIZLIK I
Her neslin temsil edicileri olduğu kadar yalnızları da vardır. Bir yanda yaşadığı devrin sanat anlayışından hayat biçimine kadar bütün inceliklerine uyan sürülerin seçkinleri, ötede zamana başkaldıran yalnızlar. Bir yanda şöhretin, ikbalin, boyun eğmişliğin her türlü bedeli, öte yanda bela yağmurlarından sırılsıklam, fütursuz bir baş. Bunlar mefkûre adamları, cemiyetimizin hayatını sarsan masal kahramanlarıdır.
“Nesillerin Ruhu” yalnızlarda gerçekleşebilmiş olsa idi, günümüz çok daha değişik olacaktı. Akif, hayatından sanatına de, baştan ayağa yalnız olmayacaktı. Gökyüzünün aydınlığı böyle gölgelenmeyecekti. Galip Erdem’in dilinden, bu yalnızlığın şu en güzel, kahredici ifadesine bakın, “Asım’ın nesli cepheden dönmediği için Akif Türkiye’den gitti…” Evet, Asım’ın nesli dönmedi, çünkü Akif onları öyle uğurlamıştı; çünkü onları Asım’ın nesli yapan, göklerin mukaddes çağrısına koşuşları idi. Evet, dönmediler, çünkü karşı konulmaz kaderimizdir bu; Asım’ın nesilleri cepheden dönmezler ve Akif’ler Mısır’lara giderler ve ölüleri vatan hasreti ile tutuşanlar vardır… Dünya kahpeleşti bir kere…
Ya Peyami Safa?.. Hele, ömrünün o en çetin son yıllarındaki Peyami Safa… Kaleminden kurtulmuş bir kahpelik ve göğsünü germediği bir mihnet mi kalmıştı? Büyüktü ve o kadar yalnızdı. Neslinin dönekliği ile döne döne vuruşuyor ve neslinin dışına taşıyordu. Gün geçtikçe büyüyen yalnızlığı içinde başı dikleşiyordu. Sonsuzluk onu kendi büyüklüğüne çekti…
Ve bir neslin diğer büyük yalnızları: Atsız ve Necip Fazıl.
Onun hayatını yazacak olanlar, kendi dörtlüğünün ötesinden fazla bir şey söylemeyeceklerdir:
Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden,
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize,
Bir kemiğin ardından saatlerce yol giden,
İtler bile gülecek kimsesizliğimize…
İşte, Atsız, Süleymaniye Kütüphanesi’nin emekliliği yaklaşan memuru budur. Eğilmedi, bükülmedi. Neslinin bütün aşağılıklarına dudak bükerek yürüdü ve dünya nimetlerini ötekilere bırakarak adını kazandı. Neslinin iğrenç kahkahaları belki daha nesiller boyu kesilmeyecek, ama bir gün, ama o gün, mefkûreciliğinin ölümsüz timsali Kürşad silkinip ayağa kalkmayacak mı?..
Necip Fazıl… Büyük kalabalıkları denizler misali dalgalandıran adam… O, “kimsesiz bir sokak ortasında”, “çilekeş yalnızların annesi”, “kaldırımların emzirdiği” yalnızlıktır. Ezelden ruhuna işlenmiş büyük yalnızlık, onu bir gün neslinden koparıp aldı ve Necip Fazıl yeniden doğdu. Hiçbir edebiyat tarihçisi onu kendinden başkası ile tarif edemedi. Benliğini büyük mürşidine teslim ettiğinden beri, tefekkürü, zamanını ve neslini çiğneyip aşıyor ve yücelerde bir büyüklük, bir yalnızlık heykeli olarak çakılı kalıyor.
İnsanlar içinde en yalnız insan;
Düğün, taş duvara başın gömülü!
Ve kapan sükûta, granitten, taştan,
Mazgallı bir kale gibi örülü.
Gözünü tavandan ayırma ki, sen,
Üşürsün, gölgeni yerde görürsen.
Dikilir karşına, mumu söndürsen,
Ölüler içinde en yalnız ölü…
O, Takvim’deki Deniz’den Ayak Sesleri’ne kadar, ruhunun kıvrımlarını çözdüğü bütün şiirinde başlı başına yalnızlık ve Cumhuriyet’in ilk neslinden zamana çakan bir beyaz şimşektir. Tarih, göklerin tutuştuğu bir günü de elbet görecektir…
Yüreğini ve kafasını tükenmez bir ümidin ve kendisininkinden başka bir neslin emrine vermiş bir başka yalnız: Nurettin Topçu. İnanmışlığın gizli neşesi ve bir mukaddes davaya hizmetin huzurundan gayri, hangi ikbal, hangi şöhret onun kapısını çaldı?.. Topçu’yu hangi nesle sokup, hangi neslin temsilcisi sayabilirsiniz? Hiç, hiçbir neslin, o da, neslinin üstünde ve kendi mefkûreci yalnızlığı ile geleceğe uzanmış bir aydınlık olarak kalacak…
Nesillerin büyük yalnızlarına, yürek dolusu selam ve ebedi şükranlarımız var…
Söğüt Dergisi, Mart 1969