Kendi zaman dilimi ile sınırlı başarılar elde eden siyasi insanlar, sadece başarılı siyasiler olarak ülkelerinin siyasi tarihinde bir kaç paragrafla yer alırlar.
Hem yaşadığı zamanda yapması gerekenleri yapan hem de milletinin geleceğine yönelik ufukların sahibi olan ve milletini geleceğe hazırlayan siyasi liderler ise “Fatih, Atatürk, Başbuğ gibi özel isim ve sıfatlarla anılırlar.
Dost ve düşman herkesin hakkını vererek güç ve başarılarını teslim ettiği bu tarihi şahsiyetlerin biriside, “BAŞBUĞ” Alparslan Türkeş’tir.
Milletini geleceğe hazırlamak…
Türkeşi; “Başbuğ” yapan ve bizzat şahit olup görüp yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşacağım. Rahmetli Başbuğumuzun hayırlı hizmetlerinden, küçük fakat anlamı çok büyük bir kareyi, aziz hatırasına büyük bir saygı ile gençlere emanet etmek istiyorum.
1977 yılının Ekim ayı idi. Eğitimcilerin bizzat Başbuğun denetim ve dersleri ile başlayan ve 24 saat esasına göre özel bir binada yoğun eğitim gördüğü günlerden bir gün sabah 7.30 ‘da Başbuğ derse elinde iki kitapla geldi.
Çok heyecanlı ve mutlu idi. Elindeki kitapları bize gösterdi.
” Arkadaşlar bu kitapları genç ülkücü akademisyen bir hocamıza yazdırdım. Tanıyorsunuz. Adı Dr. Ahmet Bircan Ercilasun. Bu iki cilt küçük hacimli fakat manevi ve maddi hizmetinin çok büyük olacağına inandığım bu kitapları Kültür Bakanlığının yayını olarak bastırttım. 50.000 Adet. Bu kitapta, dünyanın çeşitli bölgelerinde esaret ve kültür emperyalizmi altında olup Türkçe konuşmasına rağmen farklı alfabeler kullanan ve bir birlerinin yazdıklarını okuyamayan, bu yüzden haberleşemeyen, Türkiye’de kullandığımız Latin alfabesini bilmedikleri için bizle de kültür ve haberleşme ağı kuramayan öz be öz Türk kardeşlerimizle, tüm dünyada haberleşebilmesi ve bir birimizin yazdıklarımızdan haber olmaları için karşılaştırmalı Türk alfabeleri yer almaktadır.”dedi ve bir nefes aldıktan sonra devam etti.
“Biliyorsunuz Ülkemiz sınırları dışında yaşayan ve bugün için başta Rusya’da olmak üzere Çin’de, Irak ve Suriye’de, Yunanistan ve Balkanlarda öz be öz Türk kardeşlerimiz hür ve bağımsız değillerdir. Türk Ülkücülerinden ve MHP’den başka hiçbir ideolojik kuruluş ve parti gündemine asla “Dış Türkler” diye bir meseleyi bırakın almayı varlığından bile habersiz ve duyarsızdırlar. Türk Milletinin her meselesinden nasıl sorumlu isek bu meselede öncelikli bizim meselemizdir. Şimdi her yolu deneyerek bu kitapları Sibirya’dan, Çin’e; Azerbaycan’dan, Irak’a; Kırım’dan, Doğu Türkistan’a ve Balkanlar’a ulaştıracak ve oradaki Türklerin evlerine sokacağız. Bunu muhakkak başarıp bir yolunu bulacağız. Bıkmadan usanmadan bu görevi yapacağız. Bu iki kitap yurt dışındaki “Esir Türk” ellerinde ki her eve girecektir inşallah “, dedi ve elinde tutuğu kitapları masaya bırakarak o günkü derse başladı. Ders arası verildikten sonra hepimize birer takım kitabı bizzat kendisi dağıttı. Şimdi olayı birlikte analiz edelim.
Tarih 1977 yılı Ekim ayı.
Türkiye’ de üniversiteler başta olmak üzere, Marksist-Leninist hareketler ülkeyi Sovyet uydusu yapma savaşını ve anarşiyi yurdun her yerine ve her kesimine yaymış durumda. Ekonomi felç. Demirel’in başbakanlığında kurulan hükümet, sosyalist hareketlerin koçbaşı durumundaki CHP’nin muhalefeti ile boğuşmakta. Ülkücü hareket her zemin ve cephede mücadeleye devam etmekte… Türk demokrasisinin en kanlı dönemi 1978 Ecevit hükümetinin kurulmasından sadece 2 ay önce.
Ülkücüler ve MHP’nin “Esir Türkler” haftaları ve “Altaylardan-Tunaya” gecelerini düzenlediği ve dünyadaki Türk Varlığını halkımıza anlatmaya çalıştığı çok zor günler. Biz “esir Türkler” derken, komünist ve sosyalistlerin Şili, Allen’de, Hoşi mi, için sokaklarda yürüdüğü yıllar. “Sovyetlerde Türk yok. Eşit Sovyet halkları var. Siz ırkçı-Turancısınız ” suçlamasına muhatap olduğumuz günler… Hemen her gün kimimizin yaralılarımız için hastanelerde, kimimizin şehitlerimizin defin merasimi için mezarlıklarda olduğumuz ve kimimizin de üniversiteler, mahalleler, sokaklar, fabrikalarda nöbette olduğumuz günlerde… Marksist istila karşısında Türkiye’de her cephede dimdik duran binlerce ülkücü teşkilatı ve MHP’yi kurarak teşkilatlandıran Türkeş, bu işleri yapması gereken günlük işler olarak sıkı bir şekilde yönetip takip ederken, Türkün BAŞBUĞU olarak da tüm dünyanın yakın zamanda tanışacağına inandığı TURAN dünyası için yapılması gerekenleri yapıyordu. Sesiz, kararlı ve ne istediğini bilen bir ülkücü olarak, gündeme takılmadan gerçek hedefini asla unutmadan! Hatırlayın. Atatürk’te aynı şekilde Sovyetlerin bir gün dağılacağını ve Sovyet idaresi altındaki soydaşlarımızın hürriyetlerine kavuşacaklarını, bizlerinde o günlere şimdiden hazırlanmamız gerektiğini işaret eden yazılı, açıklamalar yapmıştı.
Bir ATATÜRK ve bir de BAŞBUĞ.
Aralarında ve sonrasında milletimize hizmet eden birçok siyasi insan, parti genel başkanları oldu. Fakat hiç biri gerçek bir TÜRK LİDER sıfatını alamadı ve almayı da hak etmedi.
1977 yılında ilk defa gördüğüm, DR. AHMET BİCAN ERCİLASUN hocamızın ( şimdi Profesör Allah uzun ömürler versin ) KARŞILAŞTIRMALI TÜRK ALFABELERİ isimli eserini 1993 yılında tam 16 yıl sonra Bakü’de gördüm. Bir Azerbaycanlı “Türkçü” öğretim görevlisinin evindeki kütüphanesinde. Bana heyecanla bu kitaba nasıl ulaştığını anlattı. Kitabın her satırı çizik çizikti. Zeynep Hanlarovanın bir Türkiye konseri sonrası saz heyetinden bir dostu getirmiş. Kim bilir ona kim vermiş, kaç tane vermiş nasıl vermiş! Yine 1997 yılında aynı kitabı ALMA-ATA ‘da devlette çalışan bir mühendisin ofisindeki kitaplıkta gördüm. Bu ne dediğimde? Bana: Sen Türkeşi MHP’yi biliyor musun? Bozkurtları yani. Hiç duymadın mı? Sesiz kaldım.1977’nin o Ekim gününe takılmıştı zihnim. Gözlerimin nemini sakladım. Devamla bana ” bu kitabı bana babam Moskova’ya mühendislik okumaya giderken verdi. Çok iyi sakla dedi. Orada farklı Kiril alfabesi kullandırılan sözde özerk Türk bölgelerindeki yayınları bu kitap sayesinde okuyup bir birimizin ne yazdığını anlıyorduk. Bu kitap bize dünyada ne kadar çok ve güçlü olduğumuzu ve bir birimizden haberdar olmamız gerektiğini gösterdi.” “Babana bu kitabı kim vermişti” diye sordum. Sustu. “Sormadım” dedi. “Sorsam zaten söylemezdi” dedi. Biz Türklüğümüzle ilgili her şeyi o günlerde sözle, yazıyla değil birbirimizin gözleri ile konuşurduk.”Benim babam gizli bir TÜRKÇÜ idi. Ben inanıyorum ki Başbuğ Türkeşi babam tanıyordu ve babama o gönderdi. Ben böyle olduğuna inanıyorum. Çocuklarıma da öyle anlatacağım ve onlarda öyle bilecek. Bu benim rahmete giden babamdan kalan en kutsal ve kıymetli mirastır.” İş için bulunduğum bürosundan ayrılıp Otele geldiğimde karma karışık duygular içinde idim ve bende BAŞBUĞUN bu kitapları babasına verdiğine inandım. Nasıl ki Sibirya zindanlarında her şeyden ümidini kestiği anda, Kırımın hürriyet kahramanı Cemiloğlu’nun eline bir not ulaştırmış ve ” Evladım ümidini kaybetme ülküdaşların Türkiye’de dağa taşa adını yazdı. Hepsi sokakta. Senin esaretini tüm dünyaya duyurduk. Sovyetler dayanamaz. Seni bırakacaklar.” yazmış ve göndermiş ise bu kitapları da tüm Türk Dünyasına ulaştırmıştır.
Çünkü O Ülküsünü ve Kızıl elmasını unutmayan TÜRKÜN BAŞBUĞU idi.
Rahmet ve özlemle anıyoruz. Mekânın cennet olsun BAŞBUĞUM!