Bugüne kadar hazırlanan çalışmalarda bilim ve din çoğunlukla birbiriyle zıt noktalara konumlandırılmış iki kavram olarak karşımıza çıkar. “Bilim varsa din yoktur, din varsa bilim yoktur” tezlerine karşılık bilim ve dinin bir arada incelendiği çalışmalar nispeten azınlıktadır. Türk fikir hayatının bilgelerinden ve Türk milliyetçiliğinin yetiştirdiği en önemli aydınlardan biri olan Prof. Dr. İskender Öksüz, bilim ve din kavramlarına Türkçülük akımını da dâhil ederek Türk milletinin karşısına yine önemli bir yapı taşı ile çıkmıştır. Meydana getirdiği eserleriyle ve bilimsel yayınlarıyla yalnızca milliyetçi topluluk için değil, Türkiye Cumhuriyeti için ne kadar önemli bir değer olduğunu ispatlayan Öksüz’ün akademik hayatı ve çalışmaları, Türk milliyetçiliğine kattıklarına referans olarak alınabilir.
İskender Öksüz’ün altıncı kitabı Nisan (2018) ayında okurlarıyla buluştu. Bilim, Din ve Türkçülük, bu üç kavramın birbiriyle ustalıkla harmanlandığı, tamamen bilimsel verilere dayanıyor. Bana göre İskender Öksüz’ü birçok araştırmacıdan ayıran, bilime aykırı gibi görünen konularda dahi somut kanıtlara dayanarak hareket etmesidir. Öksüz; eğitim, hukuk, yönetim ve milliyetçiliği müreffeh toplumun gerekleri olarak görmekte, bunlar uygulanabildiği takdirde refaha kavuşulabileceğini savunmaktadır. Türkçülükte bilimin yerini ise şu anlamlı sözlerle ifade etmektedir: “Biz Türkçüyüz. Her hareketimizde hedefimiz Türk milletinin çıkarıdır, refahıdır, değerleriyle birlikte bekâsıdır. Bu hedefe varmak için hangi yönde yürüyeceğimizi de bize bilim söyler.” (s.350)
İskender Öksüz’ün tüm kitaplarında ortak paydalardan biri tabii ki Türk Milliyetçiliğidir. Buradan sloganvâri bir anlayış akla gelmemelidir. Türk Milliyetçiliğini ilimden, fenden ayrı tutmadan; ama milliyetçiliğin “Faşizm” ya da “Nazizm” olduğunu iddia eden, “Türk” adından ürken bazı sözde aydınların ve onların etkisiyle halk tabakasına inen popüler Türk düşmanlığının karşısında dimdik durarak kaleme almıştır eserlerini. İskender Öksüz’ü okurken, bazen kendinizi televizyonda bir tartışma programı izler gibi bulabilirsiniz: Salt tezini savunarak değil, fikirlerine karşı öne sürülecek antitezleri de ele alarak bilimsel verilerle karşıt görüşlerin yolunu tümden tıkar. Aslında bunu yapmak zorunda değildir. Kendi iradesiyle kaleme aldığı eserlerinde kendi fikirlerini sunması belki de yeterli görülecektir. Ama bir bilim insanı olarak bu şekilde davranarak, tanımını yaptığı “bilim” kavramına zıt hareket etmediğini de göstermiş olur: “… Gözlemlerimizi, deneylerimizi akıl ve sezgimizin ışığında inceleyip problem çözmek, bu yolla tabiat kanunlarını bulmak ve bulduklarımıza durmaksızın ‘Acaba bunları yanlışlayabilir miyim?’ diye bakmak. İşte bu bilimdir.” (s.14) Öksüz ayrıca, bilimden sapmaların çoğunun temelindeki yanlışın, bir iddiayı destekleyen delilleri seçici bir gayretle toplamak, desteklemeyenleri hiç aramamak veya görmezden gelmek olduğunu belirtir. (s.17) Bu biraz da Türk tarihinin çeşitli evrelerini beğenmeyip aklı sıra çöpe atan, kendisine yakın gördüğü dönemleri baz alarak yeni bir tarih oluşturma girişimlerinde bulunanların çabalarına benziyor. Bir iddiayı desteklemeyen delilleri görmezden gelmek nasıl bilimde sapmalar meydana getiriyorsa; tarihimizin yalnızca altın çağlarını benimsemek de tarihten sapmaya ve sakat bir tarih bilinci oluşmasına neden olacaktır. Hâlbuki makul olan tutum; Türk tarihini bir bütün olarak özümseyip yanlış olan noktalardan ders çıkarmak, doğruları da referans alarak geleceğe yön vermek olmalıdır.
Bilim, Din ve Türkçülük; beş ana bölümden meydana gelmiştir. Kitabın ana başlıklarına geçmeden önce “Bilim nedir?” başlıklı kısımda okurun kitaba intibak etmesi amaçlanmıştır. Yazarın, “Bilim ve Din” adını verdiği ilk bölüm; evrim, neo-haricilik ve tekfircilik konulu üç alt bölümden mürekkeptir. İlk olarak, okul müfredatından çıkarılacak kadar korkulan ya da gerçekten hâlâ anlaşılamayan evrim konusu tartışılmıştır. Genel manada evrimin ne olduğuna değinilse de, bu bölümde asıl dikkat çeken kısım “Müslüman düşüncesinde evrim”dir. Zaten kilit mesele de budur. Evrim, Müslümanlarca anlaşılırsa ancak bilimde ilerleme kaydedilebilir. Yazar, din adamlarının evrimle ilgili yazdıklarına uzun süre itiraz gelmediği hâlde, 20. yüzyılın sonlarına doğru sansürlemenin başladığını, evrim-din aykırılığının ithal bir düşünce olduğunu savunmuş ve kanıtlamıştır. Ayrıca Hıristiyanlıkta evrime bakışın da değerlendirildiği sayfalarda, Müslümanlar olarak neden geride kalmakta ısrar ettiğimizi sorgulamamızı sağlamıştır.
Kitabın ikinci bölümüne adını veren “Bilim Çevresi, Bilim Eğitimi”nde genellikle, teorik olarak bilim incelenmiştir. “Lingua Franca”nın önemi ve Türkçenin bilim dili olabilmesi için önerilen altı madde (s.111-112), üzerinde durulması gereken mühim noktalardır. Bu bölümün alt başlıklarından birini oluşturan bilim, hukuk ve kalkınma bahsinde, Türkiye’nin “Kanun Hâkimiyeti İndeksi”ndeki yeri ve bu konumumuzun nedenlerine değinilmiştir. Cevap basit: güven, eğitim, liyâkat… İskender Öksüz’ün bir önceki kitabı Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörler’de de bu kavramlarla karşılaşmak mümkündür. Günümüzde maalesef bu kavramların eksikliğini doruklarda yaşıyoruz. Hatta “liyâkat” o kadar yabancı olduğumuz bir kavram ki, kelime anlamını bilmeyenlerin bile çoğunlukta olduğunu düşünüyorum.
Bunların dışında ülke olarak yaşadığımız tüm sıkıntıların sebebini açıklayan bir kavram daha var ki; daha az karmaşık ve nettir. Üstelik çalışma ve azim gerektirmez: “Üst akıl”. Özellikle son dönemlerde bir hayli popüler hâle gelen “iç veya dış güçler” tanımı da “üst akıl” kavramına paraleldir. Öksüz, Bernard Lewis’in müthiş bir tespitine yer veriyor: Lewis, bir toplumda işler kötü gittiğinde kolaycılığa kaçanların sorduğu sorunun “Bunu bize kim yaptı?” olduğunu; asıl sorulması gerekenin ise “Nerede yanlış yaptık?” sorusu olduğunu ve Osmanlı’nın ikincisini sorması sayesinde Türkiye’nin günümüz Ortadoğu toplumlarından farklılık gösterdiğini ifade eder. (s.81-82) Türkler olarak bugün sorduğumuz soru ise ne yazık ki “Bunu bize kim yaptı?”. Hatta daha da ileri giderek yanıtını da veriyoruz: “Dış güçler!”…
Üçüncü bölüm “Bilim ve Teknoloji” adını taşımaktadır. Medya, internet ve matbaa bu bölümün ana temalarıdır. Teknolojinin, bilimin gelişmesinde göz ardı edilemeyecek etkileri, çeşitli örneklerle kanıtlanmıştır. Teknoloji geliştikçe bilim alanındaki keşifler hızlanmıştır. Ancak her şeyden önce matbaanın önemine değinmek gerekir. Matbaadan önce de bilim vardı elbette, ama buluşların gerçekleşmesi kadar yayımı da çok önemlidir. İskender Öksüz, matbaanın bize neden geç geldiğinin izahını da yapmıştır: Bir buluşun o toplumda yaşayabilmesi için öncelikle, ihtiyacın doğması gerekmektedir. Avrupa’da din ve ticaret odaklı olarak gelişen matbaa için Türklerde maalesef uzunca bir süre ihtiyaç hâsıl olmamıştır. Biraz daha açmak gerekirse; yazarın deyimine paralel olarak, ne devletimiz teokratik bir yapıya sahipti ne de ticaret gibi bir kaygımız vardı. Tarihimizin daha önceki devirlerine değinmeye zaten gerek yok. Herhalde matbaa, bozkır yaşamında ihtiyaç olarak görülebilecek en son âletlerden biridir. Peki, matbaaya ya da Batı’daki herhangi bir yeniliğe ihtiyaç duymak için illâ Papalık gibi bir kurumumuz veya ticarî ilişkilerimiz mi olması gerekirdi? Bu sorunun yanıtını yine yazar veriyor: “Çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkmanın yolu, Batı’da ne varsa bizde de onun olması değildir. Çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkmanın yolu, gelişmiş toplumlar neye ihtiyaç duyuyorsa aynı şeylere ve daha fazlasına ihtiyaç duyan toplumu yaratmaktır. Âlet edevatın taklidinden daha zor ve daha karmaşık bir iştir bu…”(s.178)
Tabii ki bu bahisten “ihtiyacımız yoktu” diyerek kurtulmamız da mümkün değildir. Örneğin, internete ihtiyacımız olduğu mâlumdur, ancak zaman zaman bundan kurtulmanın yollarını da aramıyor değiliz. Öksüz’ün, değindiği önemli hususlardan biri olan internet sansürü için şu cümleleri dikkat çekicidir: “İnternet nötrdür. Siz içine ne koyarsanız ona hizmet eder. Yapmanız gereken iyi şeyler üretip onları internete koymaktır.” (s.227) Bununla beraber Öksüz, gençleri “belâ” olarak görülen internetten koruyabilmek konusunda endişelenenler için, iyi şeylerin, korunmak istenen gençlere empoze edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Yani önemli olan doğru toplumu, ihtiyaç duyan toplumu oluşturmaktır.
Kitabın “Demokrasi” başlıklı dördüncü bölümünde, topluluklarda olması gereken doğru demokrasi şeklinden söz edilmiştir. Doğru demokrasi ne demek, demokrasinin çeşitli şekilleri mi olur, diye düşünenler bilirler ki; bu kavram herkesin istediği şekle sokabileceği, eğip bükebileceği bir kavramdır. İşte bu noktada İskender Öksüz’ün, kitaplarında sıklıkla üzerinde durduğu ve bu bölümde de kendisini açıkça hissettiren liyâkat unsuru akıllara geliyor. Ayrıca bilgisayar programlama dillerinde karşımıza çıkan “algoritma”nın yalnızca matematik ve programlamada değil, hayatın her alanında bizimle yaşadığı gerçeğini fark etmemizi sağlıyor. Öksüz; adâlet, ahlâk, liyâkat gibi kavramların algoritma ile ilişkisini kurarak bilimin her an hayatımızın merkezinde olduğunu gösteriyor.
Yine bu bölümde “Bilinmeyen Türkeş: Parti içi demokrasi” alt başlıklı yazı, Alparslan Türkeş’in pek bilinmeyen bazı yönlerini açıklığa kavuşturması açısından önemlidir. İskender Öksüz’ün, Sadi Somuncuoğlu ile birlikte kaleme aldığı bu kısımda, 80 darbesine kadar Alparslan Türkeş’in parti içerisindeki örnek demokrasi anlayışından çeşitli örneklerle söz edilmiştir.
Beşinci bölüm olan “Bilim ve Türkçülük”, kitabın toparlayıcısı görevini üstlenir. Bu bölüme değin belli olgunluğa erişen bilgilerle artık “Türkçülük” mefhumu dikkate alınmıştır. İşe “gen”den “millet”e giden yol titizlikle incelenerek başlanmış, bu andan itibaren “millet” üzerinde durulmuştur. İskender Öksüz; dil, millet ve devlet arasındaki ilişkiyi şekillerle ifade ederek bu üç kavramın birbirini daima etkilediğini ve doğru yöntemlerle sonsuz ve sürekli gelişimin yaşanacağını belirtmektedir. (s.293, şekil.2) Tabii ki bunun tersi de mümkündür ve bizim durumumuz da maalesef alçalan spirale uygundur. (s.301, şekil.3)
İskender Öksüz, “ödünç bilgelik” tabirinden söz ederek “millî devlet”in bize uygun olmadığını, milliyetçiliğin sonunun geldiğini düşünen bilgelerin tüm tezlerini tek tek çürütmektedir. Bilim adamı kimliğiyle her konuyu bilimsel açıdan ele alarak, devletin dışarıya karşı takınması gereken tavrı da yine bilimsel olarak incelemekte; “Türküm” diyemeyenlere karşı eleştirisini ve sert tavrını göstermekte de sakınca görmemektedir. Kitaplarında tenkite önemli yer ayıran Öksüz, nüktedan tavrıyla okura tebessüm ettirmesini de bilir. Tüm eserlerinde kendisini gösteren farklı üslûbuyla kitaba adaptasyonu sağlar, bu anlamda okura fazla bir iş bırakmaz. Eserin “Ek” bölümünde İhtimal Dergisi’nin yaptığı “Millet ve Milliyetçilik üstüne sohbet” adlı güzel bir röportaj mevcuttur.“Kendi hikâyem: Yale ve ODTÜ’de Oktay Sinanoğlu” başlıklı bölümde de Öksüz’ün, Yale ve ODTÜ’deki bazı çalışmalarından kesitler yer almaktadır. (s.113-152)Özetle, Bilim, Din ve Türkçülük’ten alınacak onlarca ders vardır. Özellikle gençlerin fikir sisteminin oluşmasına katkı sunacağını düşündüğüm eserden özenle ve dikkatle istifâde edilmelidir.