Toprak, insanı emer. İnsanı kendine katar. İnsan da toprağıyla anlam kazanır, bu anlamla da anlamlandırır. İnsanın toprakla münasebeti, ona kattıklarıyla mümkündür. İnsanın toprakla ortaklığı, duyguları iledir. Coğrafya’dan Vatan’a dönüşen öykümüz, insanın anlam ve değer öyküsüdür. Coğrafya, insanın anlamlandırmasıyla vatanlaşır. İnsanın doğduğu yer ile ölmek istediği yer arasındaki bağlantı, onun vatanını ve vatan tasavvurunu gösterir. Yahya Kemal’in Üsküp ve İstanbul’u gibi, Ahmet Hamdi’nin Beş Şehir’i gibi, Nevzat Kösoğlu’nun İspir’i gibi, Mitat Enç’in Antep’i, Emir Kalkan’ın Kayseri’si, Cengiz Dağcı’nın Kırım’ı, Orhan Okay’ın Balat’ı, Ahmet Yüksel Özemre’nin Üsküdar’ı gibi… Hepsinde dikkatimizi çeken, o toprakla, o insanlarla, o şehirle kurduğu anlam ve değerlerdir. Bugün hangimizde bu duyuş ve bu sahipleniş var? Bu anlamlandırmalara götüren o üstün meziyet neydi, hep merak ederim? Kendimce cevap vermişimdir ama çağdaşlarımız, bu çağa uygun bulmuyorlar bu duyuşu! Aslında bugün en büyük eksiğimiz, insanların kendini bir yerlere ait hissetmeyişidir. Bir yerlerden kastım, bir şehir, ülke, müzik, şiir, yazar, şair; kısacası bir şeye ‘’aidiyetsizlik’’. Aidiyetlerimizden uzaklaştıkça kaybediyoruz aslında oraları. Öyle zannediyorum ki; bizim toprak kayıplarımız, savaş ve savaşın sonuçlarından ziyade, o toprağa aidiyetsizliğimizden, o toprakla ilgili bilgisizliğimizden, hissedişimizdeki eksiklikten dolayıdır. Bugün, içinde ‘’Bağdat’’ geçen kaç atasözü hafızamızda? Kerkük’le ilgili kaç şiir, kaç ağıt, kaç hoyrat biliyoruz ve söyleyebiliyoruz?  Musul’un kaç yemeğini tattık, kaç lezzetini biliyoruz? Tuna’yla ilgili fetih coşkumuz çok mu eskilerde kaldı? Selanik’ten salâ sesini duyuyor muyuz? Rumeli ezgilerindeki geçişleri, Anadolu’nun hangi yörelerine bağlayabiliriz? Bu duyuşumuz var mı? Suriye’nin demografik yapısını merak edip, Türkmenlerin bu yapıdaki konumunu düşündük mü? Kırım’ın tepelerinde Karadeniz’e bakan gözleri hissedebiliyor muyuz? Doğu Türkistan semahlarına kaçımızın dikkati dokundu? Bildiğimiz atasözlerinden kaçı Uygur Türklerinden gelmekte? Hiç bunları dikkate almadan sadece meydanlarda bağırmakla -kızmayın ama- kendimizi avutuyoruz! Evet, o topraklarda her gün insanlık dışı olaylar yaşanıyor. Zulüm ediliyor. Kadın, çocuk görmüyor zalimin gözleri. Ağıt yakamaz duruma sokuyorlar. Ciğerlerimiz yanıyor, sızlıyoruz fakat omuzlardaki yükümüzü hafifletmek için düşünmüyoruz. Oraların gönlünü yakalayabilecek duygu ve düşünceleri dikkate bile almıyoruz. Oraları bizleştirecek, oralarda sadâ bırakacak, yeniden bize ait olduğunu hissettirecek şiirlere, gönül sözlerine ihtiyacımız var. Sadece bağırıyoruz, gürlüyoruz ve nefsimiz tatmin olduğunda yorgunluğumuzu gideriyoruz. Sadece Kerkük, Musul, Selanik, Kırım, Suriye değil; Filistin-Kudüs, Arakan’la ilgili malumumuz nedir? O toprakların maneviyatımızdaki kıymetini uzuvlarımızda duymadıkça, bu topraklardaki zulüm bitmez, katliam durmaz. Sadece bağırmayacağız meydanlarda. ‘’Kahrolsun’’ diyerek yürümeyeceğiz sadece. Yeniden oraları hissedip, o coğrafyaları kanımıza katıp şiirler yazacağız, şiirler okuyup gönül kaynatacağız. Kanayan bu gönlü, o topraklara sunmadıkça ve duyurmadıkça bu sadâyı kendimize kızacağız. O topraklara gönlümüz hicret etmedikçe, oralardan hicret gelmedikçe kendimizi sorgulayacağız! Yeniden kımıl kımıl şiirler yazmak için, tomur tomur yeşermek için bu çileye gönlümüzü katmadıkça, anlamlandırmadıkça bu sızımız dinmeyecek. Yazdıklarımız, söylediklerimiz oraları vatan yapacak hâle gelmeli. Şiirleştirmeliyiz bu gönül sancısını. Öyle sadece nutuk çekerek de teselli bulmayacağız. Bir gece yatağımızdan o topraklara, o insanlara göç edeceğiz. Yaşayan hatıralarımızla, kaynayan yaramızla, tefekkürümüzle, hatırımızda tutarak acılarını, bir gece o topraklara göçeceğiz. Miraç gibi, mutlu haberlerle döneceğiz.

Duygular şiirleşiyorsa, o duygulara sahipliğimiz gibi, o şiirlerin sınırını biz çizeceğiz. Duygularımız sınırlar aşacak, şiirleşerek yıllara seslenecek. Çünkü toprak, şiirle vatan olur. Sahipleniş, direniş şiirle sağlanır. İnsanın sahip olduğu anlam ve değerler, yani toprak ve tarih, duygu ve düşünceler, şiir olarak kendini aşıyorsa; manevi anlamda o topraklar bizim olmuş olur. Sanatımıza dâhil olan her soyut ve somut şey, hiçbir komplo tarafından çökertilemez. Bugün hemen yanı başımızdaki topraklara ‘’Ortadoğu’’ diyorsak, zaten o topraklar bizden bir şey beklemezler! Öyle değil mi? Çünkü biz kendi kavramlarımızla ele almıyoruz onları. Bize dayatılan, bizim olan şeylerle yanaşmıyoruz. Dayatılan kavramlarla bakıyoruz. İşte biz, konuştuğumuzda, sustuğumuzda, baktığımızda bu tehdidi algılayıp, bu şuurla hareket edeceğiz. Kastettiğimiz budur! Kendimiz olacağız. Oraları da bu sanat ve zevkle, kendi kelime ve kavramlarımızla şiirleştireceğiz. Sanatımız olan, sanatlaşan şey, insandan ayrı değildir. Sanat, ayrı bir kurum değil; bilakis insanla var olan şeydir. Gönülle ilgilidir. Biz gönül coğrafyamızı, sadece laf kalabalığı, hitabet gücü, propaganda aleti olarak değil; yaşayarak, içimize işleyerek, dışımıza taşırarak kurabiliriz. O toprakları şiirle, ağıtlarla beslemeliyiz. Oralara umutlarımızı işlemeli, şiirleştirmeliyiz. Oraların atasözlerini de öğreneceğiz, deyimlerini de. Yürümeyeceğiz sadece. Asıp kesmeyeceğiz. Slogan atıp, yangınımızı soğutmayacağız. Hem zaten beceremiyoruz da artık. Yollarına şiirler düzeceğiz. Dağlarına, bayırlarına şiirlerle çıkacağız. Aramıza giren dağlara meydan okuyup, o dağları dinsiz, imansız belleyeceğiz. Yârimizden ayırıyor deyip, o toprakları yârlaştıracağız. O sınırları, sınırlar aşan sanatla kaldırıp, Turan hayalini destanlaştıracağız. Rüya da görmeyeceğiz öyle. Gönüllere girip, hatır bileceğiz. Onların mücadelesine gönlümüzle, sanatımızla, kelimelerimizle iştirak edeceğiz. Gür seslerle türkü çığıracağız; dinlenir mi diye de düşünmeyeceğiz. Türkümüzde samimi isek, o türkü bizi yakıyorsa mutlaka tesirini bulacaktır, bileceğiz. Bu ümitle coşku ve hüzün bulacağız.

Direnişimiz, savaşımız, umudumuz, her şeyiyle ama her şeyiyle bizdedir. Bizimdir. Bizim olanlara, kelimeleriyle, kavramlarıyla, ülküsüyle, estetiğiyle, sanatıyla bizim olanlara yöneleceğiz. Bu şuurla, Doğu Türkistan’ın anlam değerini Uygur atasözleri ile Kerkük-Musul-Bağdat’ın yanıklarını gönül erlerinin şiirleri ile hoyratları ile dillendireceğiz. Zihnimize aldıklarımızı süzerek, gönüllerimize akıtalım;

Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz. / Aşığa Bağdat sorulmaz. / Çanakta balın olsun, Bağdat’tan arı gelir. / Dervişe Bağdat’ta pilav var demişler, yalan değilse ırak değil demiş. / Haklı söz, haksızı Bağdat’tan çevirir. / Sora sora Bağdat bulunur. / Yanlış hesap Bağdat’tan döner. / Top otu beylikten olunca, güllesi Bağdat’a gider.

Atasözleri, deyimler, milletlerin duygularını, düşüncelerini, hayat görüşlerini, değer yargılarını verir. Bu sözlerde milletin anlam-değer dünyaları meydana çıkar. Bu sözler; duygu yoğunluğunu, inanç ve yaşama biçimlerini ele verir. Toplumun mayasında olan özü verir. O yüzden; kendimizi anlamanın ve anlamlandırmanın yolları bu sözlerden geçer. Coğrafyayı bize katan da budur, diye düşünürüm.

Uygur atasözlerinden birkaç örnek vermek gerekirse; ‘’Vatanından ayrılana kadar, canından ayrıl. /Vatan için öleceksen gülerek öl. / Vatana kötülük yaparsan, iyilik, esenlik bulamazsın. / Yiğidin derdi, ülkenin derdi. / Altın kafesten, dikenli yuva iyi. / Ayrılmayın ülkenizden, kuvvet gider belinizden. / Yiğit kendi vatanında, gül kendi yerinde güzel. / Ülken bir feryat çekse, sen bin feryat çek. / Bağ meyvesi ile yurt insanı ile abat. / Öz yurdun neredeyse, cennet o yerde. / Bir kötü, bini kötü yapar. / Gönül kuştur, ahlak yuvadır. / Hakikatin ışığını kaldıranın eli yanar. / Adil beyin dostu yok. / Çok bilen az söyler, az söylese öz söyler. / Sora sora bilim almış, düşüne düşüne sona kalmış. / Su ile zemin, bilim ile ülke gelişir. / Emeğin ekmeği tatlı, tembelin canı tatlı. / Bülbül çimeni, insan vatanını sever. / Sora sora Mekke’yi bulmuş. / Ana ayağında cennet var. / Güneş içinde yer arar. / İnsan, insanla insandır. / Ay gece gereklidir, akıl her gün gereklidir. / İnsanın kendisini bilme, yüreğini bil. / İnsanın güzelliği yüzdür, yüzün güzelliği göz, ağzın güzelliği dil, dilin güzelliği de söz. / Ağzıma geldi diye söyleme; önüme geldi diye yeme. / Başının sığmadığı yere kendin sığmazsın.’’

Kerkük kalesinde Osmanlı askerlerinin mezarlığında önemli bir ibare bulunmaktadır. ‘’Bağrında yattıkları toprak, gurbet değil vatandır.’’(1) Bu şuur, ‘’vatan’’ algısını verir. Bu tasavvurla şiirlere yönelelim;

Sait Besim Demirci’nin ‘’Kerkük Kalesi’’ şiiriyle başlayalım;

‘’Kızıl bir yığın toprak, köhne yıkık bir dıvar

Burada her adımda tarihten macera var

Babil’den Neyneva’ya kanat germişti bir gün

Şimdi bir harabezârdır işte onun için ağlar.’’

Halide Nusret Zorlutuna’nın, ‘’Kerküklü bacılarıma, evlatlarıma, kardeşlerime’’ diyerek ithaf ettiği ‘’Kerkük’e Gazel’’ şiirinden;

‘’Ey sabavet cennetim ruh-i revanım Kerkük’üm

Her güzellik sendedir amma ki kimse anlamaz

Bihaberdir nice nâdân mihribanım Kerkük’üm

Hasretinle ben Fuzuli-ves yanarken nerdesin

Uğramaz mı hiç sana ah u figanım Kerkük’üm’’ der. Bir başka şiirinde Kerkük’e yas tutar; ‘’İçime çöküyor ayrılık yası / Kendime bir başka yâr seçemedim.’’

 

Ziya Gökalp, ‘’Çobanla Bülbül’’ şiirinde şunları söyler;

 

‘’Çoban dedi: ‘Edirne’den ta Van’a

Erzurum’a kadar benim mülklerim

Bülbül dedi: ‘İzmir, Maraş, Adana

İskenderun, Kerkük en saf Türklerim.’’

 

Refet Körüklü ‘’Musul’’ şiirinde, yazımızın başından beri dillendirdiğimiz tasavvurun şiirini söyler;

 

‘’Derinden iç çekip Fırat ağlama

Türkmen sende tesellisin bulacak

Bırak suyun dağ, taş düzde çağlasın

Senin neşen onlarda aşk olacak

Kerkük, Musul el ediyor gel diye

Göz kırpmadan vatan için öl diye’’

 

Bugünlerin sığ pencerelerinden bakanlara karşı, tarih şuurundan uzak olanlara karşı, unutanlara, duymayanlara, vurdumduymazlara karşı Ali Akbaş’ın söylediğidir;

 

‘’Ne zaman ki Kerkük gelir aklıma

Boğazlayan bir Türk gelir aklıma

Fuzûli bağını talan edenin

Yüzü tükrük gelir aklıma

Kerkük bir öbek kar, çöl ortasında

Ah anamız ağlar el ortasında

Sağır mısın sağır mısın Ankara

Öldük güpegündüz yol ortasında.’’

 

Ömer Öztürkmen, Kerkük’e Hicranını şu dizelerle anlatır;

‘’Ey babamdan mukaddes, anamdan tatlı Kerkük                                                                                           Kime nasip olacak? Toprağında kan                                                                                                      Kucağında can vermek                                                                                                                                      Vatan! / Vatan! / Diyerek…”

Mustafa Gökkaya’nın ‘’Ey yaralı Kerkük’’ şiirinde o toprakların insan sesi vardır, bize oraların feryadını duyurmaya çalışır;

“Bilmem sen haralısan                                                                                                                                  Diyesen yaralısan                                                                                                                                                        Gözlerinden yaş ahar                                                                                                                                                       Gök girip karelisen                                                                                                                                                      Kerkügem yaralıyam                                                                                                                                                             Gök girip kareliyem                                                                                                                                                          Gözlere tikân oldum                                                                                                                                                                 Men çünki yaralıyam”

Duygular şiirleşirse kök salar. O tohum fidan olur, güneşe doğru hareket olur; yol alır. Fikirlere dönüşür. Ülkü olur. Ardından gelen tohumları besler. Biz meydanlarda varlığımızı göstereceğiz amenna! Fakat asıl şey, bu varlığın şiirleşmesi, sanatlaşması, sınırlar aşıp gönüller kaynatmasıdır. Bizim kavramlarımızla, bizim yorumumuzla, duyuşumuzla, bakışımızla bu coğrafyalarda bulunmak istiyorsak, yani bu topraklara gömülmek istiyorsak, Yunus Emre gibi, Fuzuli gibi, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Muhammed Hüseyin Şehriyar, Ahmed Cevad Ahundzade, Gayret Abdullah gibi dilden dile gönülden gönüle akmalıyız. Onlar plan kursunlar. Kimse, gönüllerde kurulan duyguyu kuramaz. Bozamaz.

(1)Doç. Dr. Alper Özmen ile söyleşi, Milli Devlet gazetesi, Sayı 29, 21-27 Mayıs 2018, s. 10.

Bir yanıt yazın