Geçen sayıda belirttiğimiz üzere ilim, objektivizme ve determinizme dayanarak üniversal (âlemşümul) hakikati aramaktadır. İlim, bu tutuşu ile gerçekten <<âlemşümul hakikate>> mi, yoksa <<itibarî hakikate>> mi ulaşır tarzında bir münakaşa açmak mümkündür. Şimdilik bunu bir tarafa bırakalım.
İdeoloji ise, belli bir dünya görüşü demektir. Çok defa felsefi bir karakter taşır. Bununla beraber hiçbir ideoloji, ilme ve ilmin verilerine açıkça ters düşmek istemez. O ilimden faydalanmakla beraber asla ilim değildir. İdeolojiler, sosyal, kültürel ve politik hayata yön ve biçim vermek isteyen birer fikir sistemidirler. Lâkin kitleleri ikna etmek için ilmin metod ve verilerinden faydalanmaya çalışırlar.
İnsan hayatında ilimler kadar, ister istemez ideolojilerin de önemli yerleri vardır. Hattâ denebilir ki her ideoloji, her dünya görüşü ve her doktrin, ilme bir diğerinden daha fazla önem vermek iddiası ile ortaya çıkar ve kendini <<bilimsel>> olmakla güçlendirmek ister. Bugün, pek çok teorinin, ideoloji ve doktrinin kendisi olmasa bile maskesi <<ilimdir>>. Gerçekten de propagandalar ilmi hüviyet kazandıkça veya kendine o rengi verdikçe tesirli olabilmektedirler. Bugün, pek çok ideoloji, okul kitaplarına, dergilere gazetelere, radyo ve televizyonlara <<ilim hüviyeti>> içinde girmekte, yahut sızmaktadır. Bunlara tipik birer örnek olmak üzere, şu anda aklımıza gelen birkaç tanesini sayalım: Marksizm, Darvinizm, Froydizm, materyalizm ve pozitivizm… Gibi. Bütün bunlar, belli merkezlerin, belli maksatlarla ilim kılığına soktuğu beyin yıkama faaliyetlerinden ibarettir. Israrla, gece gündüz ve her vasıta ile her fırsatta tekrarlanmalarının sebebi budur. Hepsi de <<insan efsanesini>> (!) yıkmaya, Allah’ın yeryüzündeki <<halifesini>> tahtından indirmeye çalışmaktadırlar.
Türk-İslâm ülküsünün ilim adamları, sanatkârları (şair, edip, müzisyen, ressam ve mimarları), fikir ve dâva adamları bu gidişe isyan ederek gerçekten <<insan sevgisinin>> ne demek olduğunu eserleri ile ispat edeceklerdir. Bu konuda, bitmez tükenmez bir hazine durumunda bulunan tarihî kitaplığımıza ve eserlerimize yeni değerler katacaklardır.
İnsan, tabiatın bir parçası olduğu halde, tabiattan kültüre, maddeden mânâya, müşahhastan mücerrede, yaratılmıştan Yaradan’a sıçrayabilen <<tek idealist>> varlıktır. İnsanı, insan yapan <<ülkücü>> karakteridir. İlim dahi, insanın bu karakterinin meyvesidir. Hayvan, tabiatla yetinip kültüre, madde ile yetinip mânâya ulaşamadığı için <<hayvan>> kaldı. Zekâ, tecrid ve tamim kabiliyeti olarak tarif edilmeye çok müsait gözükmektedir. Nitekim bu tarzda tarif eden pek çok psikolog da mevcuttur, ilmi, insan zekâsı kurdu, madde ve tabiat ise, sadece bu işin ham maddesi ve malzemesi oldu. İnsanın bulunamayacağı bir dünyada, ilim ve teknik de olamazdı. Bu sebepten, hiç kimse ilim ve tekniği, insanın inkârı ve alçaltılması yolunda kullanamaz. Kısaca, ilmin materyalist emellere hizmet etmesine fırsat vermemelidir.
İlim adamı, asla materyalist gibi hareket etmez. Esasen ilim, insanı makineye, iradeyi otomata, şuuru mekanizme, ruhu maddeye irca etmez. Herkes, makine ile insan arasındaki farkı sezer. Biliriz ki fotoğraf makinesi izlenimleri tespit eder, fakat göremez; teyp (tape), sesleri çok iyi tespit eder, fakat işitemez. İnsanın gözünü ve beynini sadece, mükemmel bir makine sanmak, insanın psikolojik değerlerini inkâr veya ihmal etmeye çalışmak insanın tanımamak demek olur…
İlim, objektif gerçeği arar, o <<sübjektif gerçeklik>> ve <<mutlak gerçeklik>> etrafında konuşamaz, bunu erbabına bırakır.
KAYNAKÇA
Seyid Ahmet ARVASİ, Türk İslam Ülküsü I, 1. Cilt, 7. Baskı, sayfa 307.