Rızaeddin Fahreddin (1858-1936) İdil – Ural Müslümanlarının uyanış devride ki en büyük âlimlerin başında gelir. Bölgenin milli tarihinde ve matbuatın gelişmesinde çok büyük emeği olmuş, sayısız eserleri ve büyük hizmetleri ile Rusya Müslümanları üzerinde derin izler bırakan bırakmış ve takdiri kazanmıştır. Rızaeddin Fahreddin her döneminde zorluklar yaşadığı 78 yıllık ömrünü din ve milleti için harcamış, inandığı değerler için mücadele etmiştir. Halkta eksik gördüğü her alan da eserleri vererek onlar için bir rehber vazifesi görmüştür. Bu çalışmamızda Rızaeddin Fahreddin’in doğumundan ölümüne kadar hayatını ve düşüncelerini ana hatlarıyla ele alaya çalışacağız.
Çocukluğu ve Eğitimi
Rızaeddin Fahreddin, Tataristan’ın Bügülme vilayetinin Küçüçat köyünde 31 Aralık 1858 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Fahreddin bir Seyfettin annesi Mevhube hanımdır. Rızaeddin Fahreddin’in babası ve ananesi zamanlarına göre iyi eğitim almış kişilerdi.
Rızaeddin Fahreddin küçüklüğünde itibaren öğrenmeye karşı aşırı bir istek duyuyor annesine, babasına ve köyde rastladığı ihtiyarlara sürekli sorular soruyordu. Fakat büyüklerin sorularına her zaman doğru cevap vermediğin farkına vardı. Çocukluğunda geçen bu durum onu o kadar etkilemiş olmalı ki ebeveynlere yazdığı eserlerinde çocukların sorularına her zaman doğru, net ve ciddi vermeleri gerektiğini vurguladı. Kendi de çocuklarının sorduğu sorulara dikkatle dinleyip, onların anlayacağı şekilde ciddi ve doğru bilgiler veriyordu. Rızaeddin Fahreddin göre küçükken yanlış öğrenilen bilgiler ömür boyu devam ediyordu tıpkı binlerce Tatarın küçükken annelerinden yanlış öğrendikleri namaz dualarını ömür boyu sürdürmeleri gibi.
Rızaeddin Fahreddin ilk medrese eğitimine 1867 yılında Çistay Medresesine başladı. Bir kış bu kurumda eğitim aldıktan sonra, 1869 yılında öğrenimine başladığı Şilceli Medresesinde on yılın sonunda 1879 yılında bitirdi. Rızaeddin Fahreddin’in eğitim aldığı dönemde İdil – Ural medreselerinin durumu içler açısıydı. Genellikle medreseler cami müştemilatı içinde her türlü mefruşattan yoksun, küçük, havasız, soğuk ve sağlıksız ortamlarda yatıyor ve ders görülüyordu. Öyle ki Rızaeddin Fahreddin, 1879 yılında medresedeki sağlıksız şartlar yüzünden tifüse yakalandı. Üç ay medresedeki odasında bakımsız ve ilaçsız yattıktan sonra kendi kendine iyileşti. Fakat bu üç aylık hastalık onu bir deri bir kemiğe çevirmişti. İyileştiğinde, kendisine hayatından ümit kesildiği zamanlar olduğu söylenmişti. 1880 yılındaki askerlik muayenesinde çürüğe çıkarıldı ve böylece askere gitmekten kurtuldu.
Medresedeki derslerinin yanı sıra kendi gayretleriyle Arapça ve Farsça öğrendi. Bu dillerde çeşitli eserleri kopya ederek kitap toplamaya başladı. Fakat kitap kopya etmek çok kolay değildi. O kitap kopya ettiği günlerini şöyle anlatmaktadır “Kursavi, Mercani, Barudi ve diğer âlim olmak isteyenlerin yaşamları bana göre çok daha iyi derecede kolaydı. Çünkü onlar genç vakitlerinden itibaren Buhara’nın meşhur medreselerin de şöhret kazanan hocalarında okudular. Meşhur kütüphanelerinden faydalandılar. Onlar ilim çeşmesinden doya doya içinde ben kendi elimle kitaplar kopya ediyorum. Benim için kitaptan kıymetli daha başka bir şey yoktur.”
Rızaeddin Fahreddin’in kitap kopya etmekten başka seçeneği yoktu. Çünkü İdil – Ural bölgesinde öğrencilerin faydalanacağı tek bir Müslüman kütüphanesi bile bulunmuyordu. Bazı âlimlerin ve zenginlerin şahsi kütüphaneleri olsa da, onlardan bir medrese öğrencisinin istifade etmesi imkânsızdı.
Rızaeddin Fahreddin uzun yıllar Şilçeli Medresesinde eğitim görüyor ya da daha doğrusu kendi kendini yetiştiriyordu. Bir gün hocası kendi oğlu ve yeğenini onun odasına getirerek bunları sen okutacaksın dedi. Böylece bir günde talebelikten muallimliğe terfi etti. Fakat ilk derste bildiklerini anlatmanın zorluklarını yaşadı. Çünkü nasıl ders verileceğini bilmiyordu. Lakin çok kısa sürede azmi sayesinde bunu da en iyi şekilde başardı. Bu dönemde Arapça öğretim metodu ağır anlaşılmayan kitaplardan öğrenilmeye çalışılıyordu. Bunu fark eden Rızaeddin Fahreddin Kitabü’t Tasrif’i yazarak bu eksikliği giderek önemli bir hizmet yaptı. Rızaeddin Fahreddin bu eserinden başlayarak İdil – Ural Müslümanlarının eksikliğini gördüğü her konuda bıkıp usanmadan yazmaya başladı.
Rızaeddin Fahreddin 21 Mayıs 1889 tarihinde 20 yıldır yaşadığı Şilçeli Medresesinden hocası ve arkadaşları ile vedalaşarak ayrıldı. Fakat bu medresede geçen yıllarından hiç memnun değildi. Eğer kendi istinadı, çalışkanlığı Mercani ve Efgani’nin tenviri olmasaydı klasik bir müderris olarak hayatına devam edecekti. Daha sonraki yıllarda öğrencilik günlerini, eski eğitim sistemini ve bu sitemin yetiştirdiği imamları şöyle tenkit ediyordu. ”Ben kendim yedi yaşından itibaren okumaya başlayıp 31 yaşına kadar medresede tahsil gördüysem de bir defa olsun kalem yontup veren, kalemin nasıl tutulduğunu nasıl yazıldığını öğreten, yazı ve imla konusunda yanlışlarımı düzelten olmadı. Bunun için öğrencilik döneminde kopya ettiği çeşitli kitaplarda çok sayıda yanlışlarım vardır… Abdest ve namazı da insanlara bakarak öğrendim. Eski medreselerimiz de tecvit ile Kur’an okumaya ve duaları doğru öğretmeye ehemmiyet verilmediğinden çok sayıda ihtiyar molla (ihtimal ki kendim de bunlardan biriyim) duaları yanlış olurdu…” Rızaeddin Fahreddin bu tenkitlerinde haksız değildi yıllarca medresede okumasına rağmen, cahil olarak mezun oluyordu. Ufa’ya kadı olarak atandıktan sonra medresede okuduklarını bir kenara itecek, kendi kendine yeniden tahsil görecekti.
Kadılık Yılları
Rızaeddin Fahreddin 14 Haziran 1889 tarihinde Büğülme şehrinin İlbek köyüne ikinci imam oldu. 12 Aralık 1889 yılında ise medresede ders vermeye başladı. Fakat çok geçmeden Ekim 1890 yılında Rızaeddin Fahreddin’e Orenburg Müftüsü Sultanov tarafından hemen görüşmek üzere Ufa’ya gelmesini belirten bir yazı eline geçmiştir. Müftü Sultanov Rızaeddin Fahreddin’e kadılık teklifinde bulunmuş, o biraz tereddüt yaşasa da müftünün cesaret verici sözlerinin ardından kadılık görevini kabul etmiştir.
Rızaeddin Fahreddin 17 Şubat 1891 tarihinde Abdullah Battal Taymas’ın betimlemesiyle “her yanı akarsularla çevrilen yüksek bir tepe üzerine kurulan, yeşilliklere gömülen; havası bal ve kımız kokan” şirin bir şehir olan Ufa’ya geldi ve ertesi gün işe başladı. Kısa bir süre sonra, müftülüğün kütüphanesini düzenlemeye girişti. Genç yaşından itibaren kitaplarla haşır neşir olan Rızaeddin Fahreddin için bu uğraş çok zevkli geçiyor, kitapları okudukça kendi halini ve derecesini öğreniyordu. Fikri gelişiminde ve tarihçi olmasında Orenburg Müftülüğünün büyük etkisi olduğu açıkça görülmektedir. Ufa’ya taşındıktan sonra ekonomik olarak rahatlayan Rızaeddin Fahreddin “Adeta, elif badan başlar gibi yeni baştan okumaya, öğrenmeye giriştim.” diyerek Ufa’ya taşınmaktan duyduğu sevinci dile getirmiştir.
Rızaeddin Fahreddin kendini geliştirmeye Arap dili ve edebiyatı alanında gücünü ve ilmini arttırarak başladı. O, Mısır’dan Beyrut’tan deste deste dil bilgisi, edebiyat ve lügat kitapları getirtmiş ve bütün varlığıyla bunları incelemeye dalmıştır. O yalnız Arapça eserlerle yetinmeyip Türkçe eserlerde topluyor ve okuyordu. Babur, Nevai, Ebulgazi ve başkaları gibi Çağatay Türkçesiyle yazan müelliflerin eserleri onu ilk sırada ilgilendirmekle beraber, o Osmanlıca yazılan tarihi, lisani ve edebi eserlere de büyük önem veriyordu.
Rızaeddin Fahreddin kütüphaneyi düzenledikten sonra arşivi düzenleye başladı. Müftülüğün yaklaşık yüzyıllık gelişi güzel dizilmiş belgelerden oluşan bir arşivi vardır. Aylarca süren yorucu çalışmalardan sonra arşiv düzenlemeye koymuş ve önemli gördüğü belgeleri kopya ederek daha sonra yazacağı kitaplara kaynak oluşturdu. Arşivdeki bu belgeler sayesinde, İdil – Ural bölgesinin Rus hâkimiyetine girmesinden sonraki karanlık dönemi aydınlatmaya çalıştı. Bu belgeler sayesinde 1900 yılında itibaren neşredilen «Asar» isimli eseriyle Rusya Müslümanlarının en meşhurlarının biyografilerini yazdı. Asar, özellikle İdil – Ural bölgesi başta olmak üzere Rusya’da Müslümanların yoğun olarak yaşadıkları bölgelere dağılmış olan belgelerin bir araya toplandığı eserlerin başında gelir. İhtilalden önce hazırlanan bu eserin kıymeti şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü ihtilal ve ihtilal sonrası dönemde pek çok belge kaybol-muştur. Bu nedenle Asar Rusya’da yaşamış Türk – İslam meşhurlarının bir araya toplandığı «tek eser» denilebilir. Normalde bir komisyon ya da bir ekip tarafından gerçekleştirilebilecek çapta olan bu eserin yalnız bir kişi tarafından hazırlanması takdire şayandır.
Rızaeddin Fahreddin müftülükte kadı olarak görev yaptığı dönemde çeşitli vilayetlerden imtihan vermek için gelen öğrencilerden hediye/rüşvet almadığı gibi öğrencileri liyakatlerine göre derece vermesi ile şöhret kazanmıştı. Müftülüğün halkın görmeyi istediği haklara sahip olmadığını bilse de imkân dairesinde onu ıslah etmeye çalıştı. Mahalleler ile münasebetleri sağlamlaştırdı. Normal halkın anlayacağı dildeki, dini emirleri, fermanları bir araya toplayarak imamların ve muhtesiplerin el kitabı olacak Tanzimat isimli eserini hazırladı.
1892 yılında bütün Müslüman medreselerinin eğitim bakanlığına bağlanacağı hakkında bir söylenti, dönemin meşhur kişilerinin Ufa’da toplanmasına sebep oldu. Bu toplantıya katılan Rızaeddin Fahreddin başta olmak üzere İdil – Ural bölgesinde yaşayan Müslümanları geri kalmışlıktan kurtarmak için lisan, imla, ders kitapları ve mektep medreselerinin ıslahı gibi çeşitli faaliyetlere giriştiler. Ocak 1897 tarihinde Ufa’da ikinci bir toplantı yaparak Islah-ı Lisan-ı Türk-i, Islah-ı Mekatib ve Neşri- i Maarif adlı bir cemiyet kurmaya karar verdiler. Cemiyetin gayesi, Tatar dilini, mekteplerini ıslah etmek ve edebiyat geliştirmek idi. Dönemin baskı rejimi göz önüne alındığında toplantı gayr-ı resmi olarak gizli bir şekilde yapıldı bu nedenden dolayı yazılı bir evrak hazırlanmadı, her şey toplantıya katılanların hafızlarına yazıldı. Dil, edebiyat ve tarih konularıyla çok yakından alakadar olan Rızaeddin Fahreddin cemiyetin kurulmasında çalışanların başında geliyordu. Milli edebiyatı, mektep ve medreseleri ıslah etme hakkında İdil – Ural bölgesinde yaşayan Müslümanların ilk olarak tesis ettikleri müessese, bu cemiyettir. Fakat resmi olarak kurulamadığından ve hükümet memurlarının sıkı takibi nedeniyle cemiyet üyeleri bir daha toplanamadı. Bu nedenle de çok fazla işlerlik kazanamadı.
Ufa Kurultayı
1904-1905 Rus Japon savaşı ve bunun sonuncunda Rusya’nın mağlubiyeti, Rusya’da büyük değişikliklerin yaşanmasına neden oldu. Hürriyet taraftarları eskiden yeraltında yürütmekte oldukları siyasi faaliyetleri aleni olarak yapmaya başladıkları bir ortam ortaya çıktı. Hiçbir kişi ve kurum tarafından görevlendirilmeyen sadece milleti için bir şeyler yapma gayreti olan ve doğrultuda hareket eden Abdülreşid İbrahim bu ortamdan faydalanarak önemli girişimlerde bulundu. Kendisinin başlattığı küçük kıvılcım Rusya Türklerinin yoğun yaşadığı bölgelerde büyük bir içtimai hareket başlattı. Bu dalganın sonucunda, Ufa kurultayı 10 Nisan 1905 tarihinde Ufa’da bulunan müftülük binasından başladı. Müftü Sultanov’un açılış konuşmasıyla başladı. Müftü konuşmayı yaptıktan sonra salondan ayrıldı. İlk gün gibi ikinci günde çok faydalı geçmedi katılanlar müftüye somut bir karar alınamayacağı korkusuyla müracaat etti. Bu noktada Rızaeddin Fahreddin kendinin hazırladığı bir lahika olduğunu bunu imamlara sunabileceğini onlarında bunu rehber edebileceklerini belirtti. Böylece kurultayın üçüncü günü Rızaeddin Fahreddin hazırlamış olduğu lahikayı sundu. Rızaeddin Fahreddin ve Yusuf Akçura’nın layihalarının birleştirerek bazı maddeler ilave ederek Ufa lahikası hazırlanmıştır. Böylece Rusya Müslümanlarının tarihteki ilk resmi toplantıları hiçbir tatsızlık çıkmadan, gayet medeni ölçüler içerisinde süren müzakerelerden sonra tamamlanmış oldu.
Bu kurultay müftülük tarihinde fevkalade bir hadise idi. Musa Carullah Biği’nin tabiriyle “Ruhsuz olarak yaşamakta olan müftülükte” ilk defa bir hayat emaresi görülmüştü. Kurultaydan sonra Rusya’nın her tarafından Rızaeddin Fahreddin’e şikâyetler, dilek ve temenniler gelmeye başladı. Rızaeddin Fahreddin Ufa Kurultayı ile ilgili bütün materyalleri birleştirerek Kurultay adlı eserini hazırladı. Fakat maddi destek bulamadığından eser basılamadı.
Rızaeddin Fahreddin 11 Mayıs 1906 yılında Orenburg Müftülüğüne istifa dilekçesini verir. Müftülük ise 20 Mayıs’ta istifasını kabul eder. İstifasının nedeni ise yeni kurumuş olan Vakit gazetesinden aldığı çalışma teklifidir. O bu işe çok önem vermekteydi. Bundan hareketle matbuatın millet üzerindeki etkisini şöyle dile getirmektedir. ”Bundan sonra milletlerin terakkileri, saadetleri ve hastalıklarını matbuat gösterecektir. Matbuat sayesinde echam ve hururet biter, örf ve adet esirliğinden kurtuluruz.”
Gazetecik Zamanları
15 Ocak 1906 tarihinden itibaren çıkan El-Asru’l Cedid isimli Tatarca dergi Rızaeddin Fahreddin’in profesyonel olarak yazarlık yaptığı ilk yayın organıdır. Makaleleriyle katkıda bulunduğu derginin Ufa temsilciliğini de üstlenmiştir. Rızaeddin Fahreddin Vakit gazetesinde çalışmaya başladıktan sonra dergiye makale göndermeyi bıraktı. Zaten dergi de 1907 yılında çıkan 17. Sayıdan sonra Ural valisi tarafından kapatıldı.
Vakit gazetesi, Şakir ve Remiyev kardeşler tarafından ilk sayısı 21 Şubat 1906’da çıkan Tatarca gazetedir. Rızaeddin Fahreddin Vakit’in ilk sayısından itibaren yazmaya başladı. Bu dönemde yazdığı bazı makalelerde bezen kendi ismini bazen de ”Yoldaş” ve “ Murad “ müstesar isimlerini kullanıyordu. Onun müftülükteki görevinden istifa ederek Vakit’te çalışmaya başlayacağı büyük bir sevinçle gazetenin ilk sayfasında büyük puntolarla duyurulmuştu. Rızaeddin Fahreddin’in 1908 yılına kadar bu gazete de yazarlık yaptı. Yazılarında siyasi konular değil daha çok eğitim ve tarih içerikli yazılar kaleme aldı.
Şura dergisi yine Remiyev ailesi tarafından ilk sayısı 10 Ocak 1908 tarihinde çıkarılan bir dergidir. Şura, 1917 Ekim ihtilalinden önce İdil – Ural bölgesinde yaşayan Müslümanların çıkardığı en uzun ömürlü dergiydi. Derginin yayın hayatı on yıl devam etti ve toplam 239 sayı çıkardı. Rızaeddin Fahreddin Şura dergisinin bir tartışma zemini hazırlayarak çeşitli görüşteki kişilerin fikirlerine yer veriyordu. Böylece okuyucuların tartışma ve fikirlerini beyan etme zemini sağlıyordu. Bu o döneme kadar Rusya Müslümanları arasında daha önce örneği rastlanmayan yeni bir usuldü.
Şura dergisi Rızaeddin Fahreddin’in tarihçilik anlayışını bir bütün olarak en iyi biçimde ortaya koyan bir dergidir. Birçok eseri yazma nüsha halinde kaldığından Şura’daki tarihi materyallerin önemi bir kat daha artmaktadır. Dergideki “Meşhur adamlar ve Uluğ Hadiseler” daima bölümünde Tatar ve diğer Türk halklarının önemli tarihi devirleri ele alınmıştır. Derginin ilk sayısında söz konusu bölümde ele alınan konu İslam dinine geçen Bulgar Hanı Almas olmuştur. Bu makalesinde İdil Bulgarlarının Tatar halkının ataları olarak değerlendirmiştir.
Türk yurdu dergisinde çıkan Şura ile ilgili kısa bir tanıtma yazısında derginin Rusya’daki Türklerin en mühim ilmi ve edebi mecmualarından olduğu vurgulanarak Rızaeddin Fahreddin’in “ Türklüğün medarı iftiharı, ulum-ı diniyyedemüctehid, tarih, hukuk ve içtimaiyatta malik, emsali nadir bulunan Türklerden biri“ olduğundan övgüyle söz ediyordu. 26 Ocak 1918 yılında Şura dergisi yayınlarına son verdi. Bu durum Rızaeddin Fahreddin’i maddi sıkıntıya soktu. Şura dergisinde çalıştığı dönemde çok iyi bir maaş almasına rağmen, parasının kitap, gazete ve dergi gibi mesleğine yönelik işler için harcıyordu. Bu nedenle onun için Ufa’ya gidip Millet Meclisi’ne katılmaktan başka yol gözükmüyordu. Fakat onun Ufa’ya gidişini sadece ekonomik nedenlere bağlamak yanlış olur. Millet Meclisi’nde kadı olarak seçilmesi belki de onun Ufa’ya gitmesinin diğer bir nedeniydi.
Komünist Dönemde Müftülük Ve İdil – Ural’da Açlık Yılları
İdil – Ural bölgesi tarihin çeşitli dönemlerinde açlık facialarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bizim değineceğimiz dönem 1921-1922 yıllarında vuku bulandır. 1921 yılında başlayan açlık bu bölgede yaşayan insanların üstüne bir kâbus gibi çöktü. Bölge halkı tarihinin en korkunç açlığıyla karşı karşıyaydı. Özellikle Ufa bölgesinde açlığın korkunçluğunu ifade etmek için “Aç insanlar, cesetleri ve kendi öz evlatlarını yiyorlardı.” ifadesi yeterli olacaktır. Açlıktan günde binlerce kişi vefat ediyordu. Resmi kayıtlara göre Ufa’nın sokaklarında her gün 100 çocuk cesedi toplanıyordu. Sokaklarda yatan ölüleri defnetmeye zaman yetmiyordu, her taraf terk edilmiş çocuklarla doluydu. Çocuklarının açlıktan öldüğünü görmemek için kendilerini öldürenler, birlikte intihar edenler az değildi.
1921-1922 yıllarındaki bu açlıkla ilgili SSCB dönemimde yazılan eserlerde, gerçekleri anlatan tek bir satır bile yoktur. Tataristan Tarihi isimli eserde bu korkunç olaya üç sayfa ayrılmış orda da dönemin yöneticilerinin sözde bu açlığı ortadan kaldırmak için gösterdiği gayretlerden bahsedilmiş. Bu bölümü okuyanlar sanki facia sırasında kimsenin ölmediği kantine varırlar çünkü bu büyük faciada ölenler hakkında tek bir satır bile yoktur. Oysa 1921-1922 yılları arasında Rusya’da açlık ve ona bağlı hastalıklardan toplam 5.053.000 kişi ölmüştür. Komünist yönetim her zamanki gibi gerçeği halktan gizlemiştir.
Açlık faciası Rızaeddin Fahreddin’in ruhunda derin yaralar açtığı gibi vücudunda da izler bıraktı. 1923 yılında, 64 yaşında fıtıktan ameliyat oldu ve bir süre hasta hanede yattıktan sonra evine döndü. Bu tarihlerde Ufa’da toplanan I. Müslüman Nedvesi’ne hasta olduğu için katılamadı. Nedveye katılan delegelerin ileri gelenler evinde onu ziyaret ederek müftü seçmek istediklerini bildirdiler. Rızaeddin Fahreddin, kendi planları olduğunu ve müftülükten zaten istifa edeceğini söyleyerek teklifi kabul etmek istemedi. Fakat nedveye katılan delegelerin çoğunluğunun oyu ile müftü seçildi. Böylece Rızaeddin Fahreddin’in 1936 yılına kadar sürecek müftülük vazifesi resmen başlamış oldu.
Şubat ihtilalı Rusya’da yaşayan halkları olduğu gibi İdil – Ural Tatarlarını da çok sevindirmişti. Rusya’da istibdat devri bitmiş ve bütün vatandaşların eşit olduğu ilan edilmişti. Rızaeddin Fahreddin Şura dergisinde yayınladığı « Hükümet değişikliği» makalesinde olumlu bulduğunu belirtmişti. Çarlık döneminde huzur içinde yaşamamış hep bir baskı ve sansür altında bulunan Rızaeddin Fahreddin’in bu ihtilalı sevinçle karşılaması normaldi.
Fakat işler hiç de Rızaeddin Fahreddin’in düşündüğü gibi olmadı. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş olundu. Komünist dönemde din görevlisi olmak kolay değildi. Yapılan onlarca baskı ve yıldırma taktikleri Rızaeddin Fahreddin’i canından bezdiriyordu. Örneğin 1925 yılında dini görevlilere ek vergi getiriliyor. Zaten az maaşından başka hiçbir geliri olmayan Rızaeddin Fahreddin kütüphanesindeki tercüman, Vakit, Şura ve yabancı ülkelerden topladığı, gazete ve dergi koleksiyonlarının büyük bir kısmını satarak bu vergiyi ödemek zorunda kaldı.
Rızaeddin Fahreddin’in son yılları da 1921-1922 yıllarındaki açlık günlerini aratmıyordu. Otuzlu yıllarda da ona Finlandiya’dan yardım paketleri geliyor. Orada muhacerette yaşayan Gıymaleddin Cemaleddin isimli kişi ona sürekli erzak gönderiyordu. Rızaeddin Fahreddin bu şahsa gönderdiği mektupların birinde: ”Tarafınızdan ihsan edilen çay, şeker, pirinç ve un bizim için kadir gecesi ve bayram gibi oldu.” demesi onun ne kadar büyük bir maddi sıkıntı içinde olduğunu gösteren çok acı bir örnektir. Çünkü bu yıllarda yürütülen sanayileşme kampanyası ve bütün toprakların devletleştirilmesi nedeniyle yine binlerce insan açlığa mahkûm edilmişti. Rızaeddin Fahreddin yine bu şahsa yazdığı mektupta: “Üç yıldan fazladır yabancı ülkelerdeki ahşaplarımız ile haberleşemiyoruz. Kısmetimiz buna mecbur etti, ormanda yaşayan zahitler gibi yaşıyoruz .“ derken onun açlığın yanı sıra nasıl bir sıkı denetim ve baskı altına alındığını gösterir. Yine bir diğer mektupta “ Eşim gönderdiğiniz hediyeler için sevinçten uzun süre ağladı, çünkü bu nimetleri biz on beş yoldan beri gördüğümüz yoktu ve bu eşyaları hayal bile edemiyorduk.” cümlesi içinde bulunduğu acıklı durumu gözler önüne seriyordu. Çünkü oysa gönderilen birkaç metre kumaştı.
Rızaeddin Fahreddin son yıllarını yine çeşitli eserler yazarak geçirdi. Yazmaktan başka yapacak bir işi de yoktu. Resmi olarak müftülük makamında bulunmasına rağmen, bu makamın SSCB’nin yabancı ülkelere karşı bir gösteri merkezi olmasından başka hiçbir özelliği yoktu. 1936 yılının Şubat ayında Rızaeddin Fahreddin rahatsızlandı. Bütün çocukları etrafa dağılmış ve hanımı da iyice yaşlanmıştı. Onlara bakacak kimse bulunmadığı için bakıcı tutmak zorunda kaldı. Fakat ödediği vergi yüzünden maaşından hiçbir şey kalmıyordu. Artık son günlere yaklaştığını hissetmiş olmalı ki arkadaşı Keşşaf Tercümanı ’ye vasiyetini yazarak verdi
Rızaeddin Fahreddin 12 Nisan 1936 tarihinde vefat etti. Cenaze namazı 15 Nisan 1936‘da Ufa Müslüman mezarlığına, kendi vasiyeti üzerine Ufa Müslüman mezarlığında çok küçükken ölen iki oğlunun yanına defnedildi. Böylece Rızaeddin Fahreddin’in 78 yıllık sevinçlerle, çilelerle ve acılarla dolu yaşamı sona ermiş oldu. Onun vefatı dönemin basınında hiç yer almadı. Sağlığında dünyanın tanıdığı meşhur bir kişi olduğu için ondan intikam alamayan komünistler, vefatından hemen sonra büyük oğlu Abdurrahman’ı tutukladılar ve 1937 yılında kurşuna dizdiler. Diğer oğlu Abdülahat da kurşuna dizilerek öldürüldü.
Rızaeddin Fahreddin Komünist dönemde yapılan baskı ve zulümlerle ilgili bir şey yazmadı. Aşağıdaki satırlar neden hiçbir şey yazamadığın en güzel izahı:
“Bu devir hakkında yazmak, hatta düşünmeye bile imkân yok. Allah nasip etse cennete girdikten sonra yazarız. Orada kâğıt bol olur, iyi mürekkepler ve kalemler bulunur. Yeterli ışık olur, karanlıkta oturmaya, vergi ödemek için en gerekli eşyalarını satmaya mecbur olmazsın.”
Bu mütevazı çalışmamızda Rızaeddin Fahreddin’in hayatını ana hatlarıyla ele almaya çalıştık. Konu Rızaeddin Fahreddin olunca tabii söyleyecek çok şey olduğunu da ifade etmem gerekir. Rızaeddin Fahreddin’in tüm hayatı mücadeleler geçmiştir. Vazife almaktan çekinmemiş, zorluğa talip olmuştur. Türk Milletinin iyiliği, istikbalinin parlaklığı için elinden gelen azami gayreti göstermiştir. Halkta eksik gördüğü her sahada eser vererek bir aydın görevi görmüştür. Ümidimiz, Rızaeddin Fahreddin gibi aydınların, başta ülkemiz olmak üzere, tüm Türk dünyasında çoğalmasıdır.
KAYNAKÇA
ALP, Alper, Rus Çarlığında Müftülüklerin Kuruluşu Ve Gelişimi, Gazi Akademik Bakış, Cilt7, Sayı12, 2013
_________, Rızaeddin Fahreddin’in Tarihçiliği, Kazanlı Yenilikçi Âlimler, Cilt2, Sayfa22-35, Türk Dünyası Kültür Başkenti Eskişehir 2013 Ajansı, Eskişehir, 2014
ÖZALP, Ömer Hakan, Rızaeddin Bin Fahreddin, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2001
TÜRKOĞLU, İsmail, Rızaeddin Fahreddin, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2000
BALTONOVA, Goulnara, Rızaeddin Fahreddin, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt35, Sayfa70-71, İstanbul, 2008
KIRIMLI, Hakan, Kırım’da ve İdil – Ural Bölgesinde Açlık Ve Türkiye’den Giden Yardımlar (1921-1922), Belleten, C. LXXV, Sayı274, 2011, Ankara
TAYMAS, A. Battal, Kazanlı Türk Meşhurlarından Rızaeddin Fahreddin, İstanbul, 1958