Kısa sürede büyük bir zevkle okuduğum kitabın tanıtımına geçmeden önce yazarımız (abimiz) hakkında bilgi vermek istiyorum. 1962 yılında Denizli’nin Tavas ilçesinde dünyaya gelen yazarımız, 1986 yılında tamamladığı yükseköğrenim hayatına 2000 yılında bir paragraf daha açıp bir başka bölümü daha bitirmiş, “Okumanın yaşı yoktur” dercesine. Yazarlığının yanı sıra karikatüristliği de beraberinde götürdüğünü ve hakkını verdiğini kısa hayat hikâyesinden anlıyoruz. Ki, kişisel karikatür sergileri bile açmış olması da bunun bir kanıtı olsa gerek. Afiş, broşür ve kitap kapağı tasarım işlerinin de olduğunu öğrenmemiz iyi oldu ki içimizde bu konuda yardıma ihtiyaç duyan veya duyacak arkadaşlarımızın bu detayları gözden kaçırmayacağını umuyorum.
Gelelim büyük bir zevkle ve kısa bir sürede okuduğumuzu belirttiğimiz öykü kitabımızın tanıtımına. Genel hatlarıyla anlatmak gerekirse on hikâyeden oluşan Hüsnüyusuf’ta yazarımız akıcı bir dil kullanmanın yanı sıra kendi bölgesinin şivesini de kitabına eklemeyi ihmal etmemiş. Çoğu hikâyesinde kullandığı bölgesel şivelerin ve konuşma üslubunun hikâyelerin içine yerleştirilmesi ustaca işlenmiş. Okuyucuyu oturduğu yerden alıp hikâyenin geçtiği köye veya mahalleye götürmeye yetmiş. Sanki o komşuların arasındaymış gibi bir hava hissetmemize neden olan bu şivelerle bazen eski bir evin mahzenine girmeye çalışan bir çocuğu, bazen ayağına çivi batan bir çocukla onun kurtarılması için yardım bekleyen bir babanın yanında oluyor, bazen de dua eden bir hocanın hemen yanı başında kendinizi buluyorsunuz.
Kitapta belki kimilerine göre oldukça fazla hüzünlü hikâye işlenmiş olabilir ama benim şahsi düşünceme göre hüzün ve gözyaşlarımızı işlemek her hangi bir mutluluk anını işlemekten daha güzel. Ya da şöyle açıklayayım; “Hüzün mü? İşte, tam benlik.” diyesim geldi.
İlk hikâyede (Kırkıtatı), ninesi vefat eden çocuğun mahzene giremeden evin yıkılması ya da ninesiyle son kez mutluluğu yaşayamaması. Ya da yaşlı teyzenin Müftü Efendiye olan hasreti kitabın ortasına gözyaşlarının dökülmesine sebep olabilir.
İkinci hikâyede (Mutluluk Oyunu) ise, iki ihtiyarı izleyen bir çift gözün onların arasındaki uyuma ve aşka hayranlıklarla bakışını aktarması ve yürüyen merdivenle bu aşkın nasıl perçinlediğini aktarması da mükemmel bir şekilde işlenmiş. Demek ki mutlu olmak için yürüyen merdiveni olan bir alışveriş merkeziniz olmasına gerek yok. Yürüyen merdivene bindirebileceğiniz ve heyecanla elinden tutabileceğiniz bir eşiniz olsa ve sizde onun elini hiç bırakmadan her heyecana ortak olsanız mutlu olmaya yetecek türden bir hikâye olarak sayfalarda yerini almış.
Üçüncü hikâyemizde (Kazıklı Humma) ise tipik bir Anadolu köyünde herkesin başına gelebilecek bir olayın aksettirilmesi ve küçük çocukların başına bazen büyük belaların nasıl geldiğini ve bunun da küçük işlerden olduğunu anlatan bir hikâye olmuş. Tabi bu hengâmede komşuların dedikodu mekanizması da unutulmayıp araya sıkıştırılıp iki kadını dinler gibi diğer sayfalara heyecanla geçmemizi sağlıyor.
Dördüncü hikâyemizde (Kasımpatı), yalnızlığın hüküm sürdüğü bir yerde köşkte de olsak başka bir yerde de olsak geçmişe duyulan özlem ve yaşlılığın bir bedene neler yaptığını anlatan hoş bir anlatım var. Eşine duyduğu özlemi yıllarca kaybetmeyen ama yıllar geçtikçe sağlığını kaybeden teyzemiz en sonunda bakıma muhtaç hale gelince bu kez kızına düşen görevlerin nasıl yerine getirildiğini anlatıyor. Hanımefendi yaşayan teyzemiz hanımca yaşama veda ediyor. Sessiz ve sakince, “Elinden düşen, iri mor katmerli bir dal boynu bükük kasımpatıyla…”
Beşinci hikâyemiz (Beyaz Karanlık) ise, yine yalnızlığın ve yokluğun hüküm sürdüğü bir hayatın utanma duygusunu kaybetmediğini anlatmaya çalışmış. Bunda da gayet başarılı olmuş. Zira utanma duygusu olan kahramanımız rol yapmayı dahi becerememiş ve sıcak bir yerde soğuk bir geceyi dahi geçirmeden kendini beyaz karanlığa teslim etmiş.
Altıncı hikâyemiz (Hüsnüyusuf) de, kitaba adını veren hikâye olarak karşımıza çıkıyor. Dualarla asker ocağına giden bir kahramanımızın yine kahramanlık şiirleriyle uğurlanışını anlatırken, dualarla giden yiğidimizin dualarla nasıl geri geldiğini aktarıyor. Giderken dua gelirken dua ve dua ordusunun teslim edip duayla cennete teslim edişini aktarıyor. Bence yazılan ve yazılmaya çalışılan hatta çevrilmesi düşünülen her filmde işlenmesi gereken bir konu. Şehitlerimiz ve onların aziz hatırası! Ruhları şad mekânları cennet olsun.
Yedinci hikâyemiz “fukara”. Adı fukara konulan adamın yokluklar içinde hayvanlara olan sevgisi ve onlar için yaptığı fedakârlıklar anlatıldıktan sonra. İşe yaramaz diye düşündüğümüz o hayvanların onlara insani duygusunu gösteren insanoğluna karşı sergilediği tavır anlatılıp bu vefa borcunu o insanın hayatını kurtararak ödediklerini aktaran yazarımız, bir hadisi şerifi hatırlamamıza vesile oluyor: “Ahde vefa imandandır.” diyor Peygamber Efendimiz. ( s.a.v.)
Sekizinci hikâyemizde (Yoğurtlu Somun) ise, yine küçük bir çocuktan yola çıkıp paylaşmanın verdiği mutluluğu anlatıyor ki, paylaştığımız kedi, paylaşılan kuru ekmek dahi olsa paylaşınca ne kadar mutlu olunduğunu bize anlatmaya çalışmış ve bunu da kedi üzerinden yapınca aklımıza bir başka hadisi şerifin gelmesine sebep oldu ki peygamber efendimiz, “Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki gökyüzündekiler de size merhamet etsin.” dememiş midir?
Dokuzuncu hikâyemizde (Deli İsme) okula kaydolması garanti görünen bir çocuğun kırılan hevesini, pes etmek üzereyken elinden tutan bir başka insanın ona verdiği moralle kurtulan hayatını konu edinmiş ki hayatta pes etmemeyi belleten bir konu olmuş. Bu defa da Bakara suresi 216. Ayeti hatırlıyoruz.
Onuncu ve son hikâyemizde ise iyilik yapmak için toplanan bir grup fedakâr gencin önüne çekilen barikattan yola çıkarak onların buna karşı gösterdiği toplumsal refleks aktarılmış. Tüm hikâyelerden çıkarmamız gereken bir ders olduğunu da bu hikâyenin son cümlesiyle yazarımız bize aktarmış: “Anlayana sivrisinek saz…”
Ben, büyük bir zevkle okudum ve okunmasını büyük bir zevkle tavsiye ederim. Yazarımızın kalemine yüreğine sağlık, Allah çalışmalarında kolaylıklar versin.
BAHSEDİLEN KİTAP;
(1)Abdülkadir Uslu, Hüsnüyusuf/Hikaye, Boy Yayınları, Denizli, 2018, 128 s. ISBN 978-975-2434-68-4, 3. Baskı