Sene 1938… Kırşehir’e bağlı küçük ilçemiz Çiçekdağı’nın Kırtıllar Köyü’nde –bugünkü adı Abdallar- “Aydost” deyince yeri göğü inleten Muharrem Usta’nın, kulağına Neşet ismi okunacak olan oğlu dünyaya geldi. Muharrem Usta düğünlere giderek türküler okuyan, bağlama ve keman çalan bir abdaldı.  Neşet, altı yaşındayken babasının eline tutuşturduğu zille başladı her şey. Babası ve ağabeyi ile gittikleri düğünlerde babası bağlama, ağabeyi keman çalarken o bir elinde zille köçeklik yapıyordu. Esasen Neşet’in de gönlü bağlamadan yanaydı ama babasının yanında çıkıp da çalamazdı. Hayatı boyunca mağrur bir insan olarak yaşadı ve köçeklik o yaşlarda muhakkak ruhuna ağır geliyordu. Kaldı ki çok geçmeden Kırıkkale’de bir köye fasıla gittiler. Babası oynamasını teklif etti, Neşet de saygıyla kabul edip hazırlanmaya koyuldu. O sırada bir ses çalındı kulağına “Vah yazık, pek gençmiş”. Neşet, yine saygısını bozmadan zilleri babasının önüne koydu. Babası Muharrem Usta bu duruma karşı koymadı, ses etmedi; anladı. Oğlunu tanırdı. Zaten onun düştüğü durum, babasının da gururunu incitmişti. Ne yazık, yine de vardıkları her köyde “Abdallar geldi, Abdallar gitti” diye bahsederlerdi onlardan. Haliyle artık aşağılayıcı sözleri de bakışları da yadırgamaz olmuşlardı. Geçim derdiyle dertlendikleri topraklarda yaşayan her milleti sayarlar da en son “cingan yani çingene” derlerdi. İşte Abdallar, cinganlar’dan bir önce gelirdi.

Neşet de yıllar sonra sazının sözü dinlendiğinde “Dertli Yoldaş” adını verdiği türküsünde şöyle anlatacaktı bu hali:

“Zengin isen ya Bey derler ya Paşa,

Fukara isen ya Abdal derler ya Cingan, haşa”

Çocukluk yılları abdallık ile yoğruluyor ve Neşet, bu geleneğin ses getirecek bir temsilcisi, “Anadolu müzik sanatında bir Abdal deha” olmaya hazırlanıyordu. Evet, Abdallık bir gelenekti. Neşet Ertaş’a bir abdal deyip geçmenin, öylesine büyük bir üstadı akıllardaki sığ kalıba sokacağı endişesiyle onun mayası olan bu geleneğe de değineceğiz. Nitekim söz konusu gelenek ilerleyen zamanlarda onun sözlerine, yaşam tarzına, türkülerine ve dünyaya bakışına sirayet edecek ve şu sözleri sarf edecekti; “Hak bildiğim yoldan ayrı gitmedim, koğular getirip gıybet etmedim, gönülleri kırıp can incitmedim, bir garip sazımı çaldım giderim.” İşte bu sözler abdallığın mihenk taşı olarak kayıtlara geçebilirdi. Çünkü onlar, Yaratıcı hariç her şeyden vazgeçmeyi, zahirin ardındaki batına kıymet vermeyi, can incitmemeyi ve insan ruhuna zarar verecek her türlü olumsuz davranıştan kaçınmayı merkeze alan bir geleneğin temsilcisiydiler. Abdallar, müziği bir yaşam ve varlık biçimi, kimlik ifadesi ve bunun da ötesinde adeta bir ibadet olarak algılamaktadır. Zaten Neşet’in bağlamanın tellerine tezenesini vuruşu, Aydost! diyerek her haykırışı ilahi bir gizemin izdüşümü değil midir? Hülasa yine muhteremin şu sözleri abdallığın çalgıcılıktan ve köçeklikten öte ilahi kaynaklara dayanan bir duyuş ve düşünüş olduğunun apaçık göstergesidir; “Can yakıp da kalp kırma ey insanoğlu. Senin de gül benzin solacak bir gün. Her canlının kalbi Allah’a bağlı. Herkes ettiğini bulacak bir gün.” Peki, neydi onu diğer abdallardan ayırıp tüm Türkiye’nin gönlünde sırça bir köşke oturmasına vesile olan?

Bir Ayrılık

Ocakları Abdallar Köyü’nde tütmekle birlikte çocukluğunun ilk 8 yılını Kırşehir, Niğde, Nevşehir, Kırıkkale, Kayseri, Yozgat ve köylerini gezerek geçirdiler.  Buralarda iş kovalıyor varsa tanıdıklar vasıtasıyla düğünlere gidiyorlardı. Bu yüzden okula geç başladı ancak bölük pörçük okul hayatı ikinci sınıfa kadar devam etti. 8 yaşından sonra ailesi Çiçekdağı’nın İbikli denen bir köyüne yerleşti. Neşet, esas ve ilk ayrılığını henüz on ikisindeyken yaşadı. Annesi Döne Hanım vefat etmişti. Yıllar sonra “Garib Anam, Dertli Anam, Anam Ağlar Başucumda Oturur” türküleriyle bu erken ayrılığa sitem edeceğini bilmiyordu ve babası beş çocukla ortada kalmıştı. O gün üç aylık olan kardeşi anasızlığa dayanamayarak öldü, Neşet bir de kardeşten ayrıldı. Onun acısını bile yollarda, gizli saklı yaşadılar. Sonrasında babası Yozgat’ın Kırıksoku köyünden Arzu adında bir kadınla tekrar evlendi. Bir süre de bu köyde yaşayıp ilerleyen zamanda Yerköy ilçesine yerleştiler. Onun da ölümü üzerine Muharrem Bey çocuklarını alarak köyüne yerleşti. Neşet, 14 yaşında çalışmak için köyünden çıkacak ve İstanbul yollarına düşene kadar çocuk yaşları burada geçecekti. 14 yaşına geldiğinde her şey değişmişti. Çocuk yaşta düştüğü yollar onu “ana vatanımsın, baba yurdumsun, ozanlar diyarı” dediğini şirin Kırşehir’den ayrı koyacaktı.  Sazını omzuna alıp ekmeğini kazanmak için İstanbul’a gitti. Gurbete yolu düşenin hali yamandır, Neşet henüz ilk adımını attığı gurbet için yıllar sonra şu sözleri söyledi; “Gurbette olanların hiçbiri mutlu değil, ben mutluyum diyene rastlayamazsın. Neden? Gurbet herkesin içinde taş gibidir.” Bağrına oturan bu sertçe kayaya aldırmadan gurbete gitti Neşet, gitti gitmesine de koskoca İstanbul’du bu, Çiçekdağı’na benzemiyordu. İstanbul çetindi. 1976 tarihli, kendi el yazısıyla yazdığı belgede “Aç kaldım, karın tokluğuna iş bulamadım. Günlerce iş aradım bulamadım.” diyordu.  Bir gün yine öylece bir şeyler bulma umuduyla dolanırken “Şençalar Plak” diye bir tabela okudu. Elinde sazı içeri girdi.

O sırada içeride Behiye Aksoy’un ilk plağı dinleniyordu. İçeriye giren Neşet, Kadri Şençalar’ın dikkatini çekti. Sesini ve bağlaması dinlediler, beğendiler.  Neşet’e hemen bir plak okutuldu; sonra da Beyoğlu Saz’a götürülerek program alındı. Bu sahne hayatının başladığına işaret ediyordu.

İlk plak çalışmasını da yine Şençalar Plak’ta yaptı. 1957’de çıkan plak “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül” adı ile babası Muharrem Usta’ya ait bir türküydü. Halkın, bu güçlü sesi benimsemesi uzun sürmedi. Plak çalışmasını kaset ve konserler takip etti. Artık Anadolu’da sesi, sazı dinlenen bir halk ozanı olmaya daha da yakındı.

İsmini plaklara, kasetlere yazdıran Neşet Ertaş İstanbul’da geçirdiği iki yılın ardından sahne hayatına devam etmek üzre Ankara’ya gitti. Burada, usta elden bağlama çalmasını öğrenmek için bağlama üstadı Mustafa Çağlıyan’ın yanına çırak olarak girdi ve iyi bir bağlama ustası oldu. Yine Mustafa Çağlıyan’ın yardımlarıyla bir radyo evine girdi. Tüm bunların yanında sahne hayatına bir gazinoda devam ediyordu. Yıllar sonra birçok genci uzaklara baktıracak bir türkünün ilham kaynağı olan Leyla ismindeki kızla burada tanıştı ve hemen evlendi. Muharrem Ertaş’ın bu evliliğe hiç sıcak bakmadığı, Neşet Ertaş’ı yazdığı bir türkü ile uyardığı bilinir. Öte yandan Leyla Hanım’ın ailesi de evliliklerine sıcak bakmamakta ve her fırsatta aralarını bozmaya çalışmaktaydı. Ancak tüm baskı ve zorluklara rağmen evlendiler ve bu evlilikten Döne, Canan ve Hüseyin adında iki kız ve bir erkek çocukları oldu. Neşet Ertaş askerliğini de bu evlilik esnasında yani tarihler 1962 senesini gösterirken İzmir Narlıdere’de yaptı. Dönüşte baskılar tatsızlık olarak yüzünü göstermişti ve çok sevdiği Leyla’sından 7 yıllık evliliği noktalayarak ayrıldı.

Bir Yoksuzluk

Plak üzerine plak yapan Neşet Ertaş konserleriyle de çok sevdiği vatanını köy köy defalarca gezdi. Beste ve plakları, gönüllere seslenen türküleriyle çok meşhur olan Neşet Ertaş her yerde aranan bir sanatçı olmaya başladı. Özellikle içine doğduğu Orta Anadolu düğünlerinin vazgeçilmez sanatçısı oldu. Ne yazık ki hem düğünlerdeki içkili sofralar hem de Leyla’sından ayrılmış olmanın kederiyle alkolün dozunu arttırdı ve sağlığı bozulmaya başladı.  1978 yılında parmakları felç oldu. İşte yoksuzluk ya da yokluk bundan sonra başladı onun için. Neşet Ertaş’ın müzisyenlikten başka mesleği olmadığından işsiz ve parasız kaldı. Gönüllere tahtını kuran garip tedavi olacak paraya erişemedi ve çareyi 1979 yılında Almanya’da bulunan kardeşinin yanına gitmekte buldu. Tedavisini orada yaptırdı. Türkiye’de eşinin yanında olan 3 çocuğunu da yanına aldırıp ve mesleğini tekrar Almanya’da icra etmeye başladı. Türklerin yoğun olarak bulunduğu yerlerde gazino ve düğün salonlarında çalıp söylüyordu. Öyle ya gurbet hepsi için gurbetti ve gurbetçi Türkler için Neşet Ertaş artık büyük önem arz ediyordu. Üzerindeki yoğun ilgi yalnız Türklerle sınırlı kalmadı. Almanya’da bir okuldaki konserinde okul müdürünün dikkatini çekti ve okul müdürü kendisine öğretmenlik teklifi etti. Neşet Ertaş her ne kadar okul müdürüne nota bilmediğini söylese de bu sanat okulunda iki yıl, öğrencilere bağlama dersleri verdi. Verdiği demeçlerden birinde bu öğretmenlik işi sayesinde pasaportunda ‘Saz Öğretmeni’ yazdığını söylemiştir. Kaset ve sahne çalışmalarına Almanya’da devam eden Neşet Ertaş kendisi okula gidemediğinden vaktiyle yanına aldırdığı  çocuklarının okumaları için elinden geleni yaptı. Yine kendi el yazısıyla kaleme aldığı ve Kırşehir’in ağız özelliklerinden vazgeçemediğini gördüğümüz yazısında çocuklarının okumasından mutluluk duyduğunu belirtmiştir. Kendisinin varlık ve yoksuzluk imtihanlarıyla bırakıp gideceği bu dünyada onlara güzel bir gelecek hazırladı.

 Biri de Ölüm

Bozkırın tezenesi Neşet Ertaş, 2000 yılında İstanbul’da verdiği konserle vatanı Türkiye’ye dönüş yapıp İzmir’e yerleşti. Kader, her fani için yazdığı mutlak sona onu da bir adım da yaklaştırmıştı. Usta sanatçıya prostat kanseri teşhisi konuldu. Askerlik için gidip yıllar sonra yerleştiği İzmir ve İstanbul’da tedavi gördü. Tedaviler sonuçsuzdu ve 25 Eylül 2012 tarihinde usta 74 yaşında iken Hakka yürüdü. Aslında o şöyle diyordu; “Aşk biterse yorulur insan. Ben ne zaman ölürsem Neşet yoruldu desinler.”…

Neşet Ertaş üzerine ne söylesek az veya yarım kalacaktır. Çünkü o yüreklerde bir türlü tamamlanamayan türkülerle yaşamaya ve yaşatılmaya devam etmektedir. Ve hayatını abdallık geleneğinin bir temsilcisi olmaya adamış bu büyük halk ozanının hayatı birkaç satırımızdan ibaret değildir. Kendisi 74 yılı acı-tatlı anılar ve pek çok ödül, büyük bir milletin sevgisi ile taçlandırmıştır. Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı döneminde kendisine verilen Devlet Sanatçısı unvanını, “Hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor” diyerek kabul etmemiştir.  2006 yılında TBMM tarafından Üstün Hizmet Ödülü verilmiş, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO da 2010 yılında Neşet Ertaş’ı Yaşayan İnsan Hazinesi olarak ilan etmiştir. Muhtereme, 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet konservatuarı tarafından fahri doktora verilmiş, bağlamadaki tavrı ve türküleri konservatuarlarda ders olarak okutulmuştur. Hayatı ve eserleri Doç. Dr. Erol Parlak tarafından iki ciltlik bir kitap halinde yayımlanmıştır. Yıllarca Kırşehirli Mahalli Sanatçı olarak bilinen Neşet Ertaş’ın çok sayıdaki türküsü Barış Manço, Cem Karaca, Selda Bağcan, Zeki Müren başta olmak üzere pek çok sanatçı tarafından da seslendirilmiştir. Neşet Ertaş’ın adı Kırşehir’deki caddelerde, okullarda yer alır. Babası Muharrem Ertaş’la birlikte bir de anıtı bulunuyor. Dünyada robot heykeli yapılmış ilk saz sanatçısıdır. Android heykeli dünyaca ünlü heykel sanatçısı Adil Çelik tarafından yapılarak Kırşehir Neşet Ertaş Gönül Sultanları Kültür Evi’nde yerini almıştır. Bunca ödül ve unvan onun yüce gönlünde en ufak bir kibir tesiri yaratmamış, kendisine ait türkülerin son kıtalarında Garip mahlasını kullanmıştır. Bunun nedenini ise şöyle açıklamıştır. “Soyadı yokken bize Garipler derlermiş. Gerçekten de biz garip, yani ezilmiş, hor görülmüş, Abdal diye nitelendirilmiş, aşağılanmışızdır. O gariplik bende kaldığı için garibim diyorum.” Neşet Ertaş, bozlağın tanımını da  feryattır, ağıttır olarak yapmıştır. Yazımızın bir bölümünde kendisine “bozkırın tezenesi” yakıştırmasında bulunduk. Bu sıfatın da tarihe kazınan bir hikâyesi olduğunu belirtmekte fayda görüyoruz. Hikâyeye göre merhum Neşet Ertaş sağlığında mahpus damına düşer. Yaşar Kemal kendisine yolladığı İnce Memed kitabının girişine “Bozkırın tezenesine geçmiş olsun.” yazar. İşte bu sıfat yine artık yüreklerde taşan sevgiyle halka mal olmuş bir ömrün çileli bir anısıdır. Onun okuryazarlığı yarım, nota bilmeden meydana getirdiği engin sanatını ise şöyle tarif edebiliriz, başta Muharrem Ertaş Usta olmak üzere Hacı Taşan, Çekiç Ali ve Abdal-Türkmen Müziği geleneğinin çeşitli yörelerde farklı tavır ve üsluplarda karşımıza çıkan diğer ustaları da dâhil olmak üzere hepsinin en üst seviyede bir sentezi ve esrarlı bir bileşkesidir.

Küçük büyük herkesin garip ozan diyerek saygı duyduğu üstat aramızdan ayrılalı 6 yıl oldu. Anadolu insanını kültürel bozulmaların had safhaya çıktığı dünyada abdallık geleneğinin derin maneviyatıyla buluşturan Neşet Ertaş’ı saygı ve özlemle anıyor, onun şu mısralarıyla siz değerli okurları dünyevi ihtiraslarımız üzerine düşünmeye davet ediyoruz;

 

Nice sultanları tahttan indirdi

Nicesinin gül benzini soldurdu

Nicelerin gelmez yola gönderdi

Bir ayrılık bir yoksuzluk biri de ölüm

 

 

Bir cevap yazın