Türk dünyasının en izbe köşelerinden biri, Türk dünyasının kabuk bağlamayan yarası; Doğu Türkistan.
Şehirlerin büyük meydanlarında eşcinsel dönmelerin sloganlarla, pankartlarla eylem yapmasının meşru olduğu bu dünyada feryadı duyulmayan, akan kanı durmayan bir Türk Vatanı Doğu Türkistan. M.Ö. 300’lü yıllarının Hun hâkimiyetine dayanan Doğu Türkistan toprakları binlerce yıl Türk milletine bir çatı olmuştu. Bugün ise esaretin sembolü haline gelen Doğu Türkistan Türkleri 1760’lı yıllardan buyana emperyalist Çin’in işgaline karşı sürekli mücadele etmektedir. O yıllardan bu yana Çinliler Uygur Türklerine karşı Çinlileştirmeye yönelik çeşitli uygulamalarını devam ettirmektedir. Bir milleti yok edebilmek için onu esaretin altına alarak, toplu katliamlar yaparak veya topraklarını ele geçirerek asla yok edemezsin. Hele hele Türk milletini asla edemezsin. Arasından bir Kürşad çıkarır ve esaretin bağrına bir ok misali saplanır. Bunun bilincinde olan Emperyalist Çin rejimi Doğu Türkistan Türklerini milli kimliklerinden soyutlamak, binlerce yıllık kültür ve medeniyetinden, güzelim örf ve adetlerinden, muhteşem özgün gelenek ve göreneklerinden uzaklaştırabilmek için her yola başvurmaktan çekinmiyorlar. Ama Doğu Türkistan’ın mücadele azimleri ve iradeleri bilenmiş yiğit halkı baskılara ve kıyımlara rağmen günümüzde de büyük bir imanla karşı mücadelelerini her şeye rağmen sürdürüyor ve işgalcilere asla taviz vermiyorlar. Yine aynı şekilde karşı koyma ve kendilerini millet olarak koruma savaşında en ufak bir yılgınlık dahi göstermiyorlar. Bu durumu gören Çin işgal yönetimi ise, planlı ve programlı halde etnik Çinli halkı Doğu Türkistan topraklarına göç ettirerek yerleştiriyorlar. Uygur Türklerine karşı yapılmaya çalışılan bu asimilasyon ve etnik temizlik politikaları 1949’ta gerçekleşen Çin işgalinden beri sürekli olarak arttırılmaktadır. Düşünün ki ilk komünist Çin işgalinin vuku bulduğu 1949 yılında Doğu Türkistan’da ki Türk oranı %95 Çinli oranı %5 iken günümüzde resmi kayıtlara göre 20 milyon olarak açıklanan toplam nüfusun 8,5 milyonu Türk 7,5 milyonu ise Çinlilerden oluşmaktadır. Komünist Çin, işgal tarihinden itibaren sistemli şekilde Uygur Türklerini yavaş yavaş dini ve milli benliklerinden sıyırıp nasıl ki Yunanlıların Batı Trakyalı Türklere “Siz Türk değilsiniz Grek soyundansınız.” dedikleri gibi Çinliler de Uygur Türklerine “Siz Türk değilsiniz Kazaksınız ya da Uygursunuz.” diyerek Türkleri önce parçalayarak daha sonra ise asimile ederek yok etmek istiyorlar. Tabi ki de bu asimilasyon ve dönüştürme uygulamasının propagandası tatlı dille yapılmıyor. Nazi Almanyası’ndaki toplama kamplarını Nazi vahşetine ait filmlerden veya belgesellerden izleyeniniz veya bilenleriniz vardır. Günümüzde ise, Nazilerin bu toptan soykırım yaparak yok etme sistemi Komünist Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı yaptırımlarının yanında çok daha hafif kalmaktadır. Hatta yazar Emine Işınsu Hanımefendi’nin “Azap Topraklar” veya “Çiçekler Büyür” eserlerini okuyan ya da başkasının ağzından dinleyenler daha iyi bilir. O toplama kamplarının ne lanetli bir yer olduğunu, fikri ıslahat adı altında kişilerin nasıl akıl almaz işkencelere tabii tutulduğunu ve düzenli şekilde yapılan işkencelerin yanında ekstra olarak en ağır işlerde amele olarak kullandıklarını okuyanlarınız zaten bilmektedirler. Ve şu bir gerçektir ki günümüzde 1 milyona yakın Uygur Türk’ü Çin’in Nazi kamplarında işkence görmekte ve can vermektedir. Komünist Çin İşgal rejiminin Doğu Türkistan’da ki bu toplama kamplarında öldürdükleri Uygur Türklerinin organlarını Çin İşgal yönetiminde görevli yüksek düzeyli yöneticilerin kendilerine ve ailelerine naklettirdiklerini açıklığa getirmekte fayda vardır. Ayrıca, Doğu Türkistan’ın Çin için bir canlı organ ticaret merkezi olduğu da bilinen bir gerçek durumdur. Çin yönetimi Uygur Türklerinden zorla çaldıkları organları fahiş fiyatlarla dış ülkelere satıyor ve bu paraları Çin devlet hazinesine irat olarak kaydediyor. Çin işgal yönetiminin bu insanlık dışı cinayetler ve suni olarak yaratılan kıtlıklar sonucunda günümüze kadar 35 ila 40 milyona yakın Uygur Türkünün hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Bunların arasında bilim adamları, önemli din bilginleri gibi yüksek düzeyde kanaat önderleri ve önemli şahsiyetler de vardır. Mesela Kuran-ı Kerim’i ve Riyazüs Salihin’i ilk defa Uygur Türkçesine çevirerek İslami mücadeleye önemli katkılarda bulunan Muhammed Salih Damollam geçtiğimiz Ocak ayında Çin rejimi tarafından hapse atılmış ve burada kendisine yapılan ağır işkenceler sonucunda 82 yaşında şehit edilmiştir. Çin yine tüm emperyalist ülkeler gibi rengini belli ederek işgal hedefindeki ülkenin bilim, teknik ve dini konulardan bertaraf ettirme yöntemini kullanarak hedefe doğru emin adımlarla yürümeye çalışmaktadır. Çin’in Doğu Türkistan Türklerini bu kadar baskı altında tutmasının ve sınırlarının dibinde şanlı gök bayrağın al bayrağa tam bağımsız halde selam etmesinden ürkmelerindeki kuyruk acısının sebebi Türk milletinin içinde yatan ve kanlarına nüfuz etmiş olan Kürşad’ın yenilmeyen ruhu yine aynı şekilde Osman Batur’un destanlaşmış direnişidir. Çinlilerin yıllardan bu yana Uygur Türklerine yaptığı bu mezalimin sebebi bir milletin yeniden uyanmaması için ise diğer bir sebebi atalarının intikamını almaktır. Sonuçta daha bir devlet halinde dahi değilken uydudan bile görülen bir korkuyu yani Çin Seddi’ni Çinlilere ördüren bir millet ve o Seddi yıllar sonra, yıllarca Çinlilerin esareti altında kalmış sonrasında ise Kürşad’ın 40 arkadaşını teşkilatlandırarak yağmur kokan sisli bir gecede aşmasıyla 2. Göktürk devletinin kurulmasına vesile olan kahraman bir millet yani büyük Türk milleti söz konusudur. Yazımızın başından beri Doğu Türkistan’da ki Türklerin mücadelesinden şerefle övündük ve dedik ki; Türk milleti esaret altındayken içerisinden her zaman bir kahraman çıkarmıştır. İşte bu yüzden hazır yazımızın konusu da Doğu Türkistan iken Osman Batur’u anmadan geçemeyeceğim. İşte o büyük kahramanın Doğu Türkistan uğruna verdiği kısa bir mücadele yaşamı; Asıl adı Osman İslamoğlu olan ve halkı tarafından kendisine “Kahraman ve Cesur” anlamına gelen “Batur” unvanı verilen, Çinlilerin ve Rusların korkulu rüyası, Altay Kartalı Osman Batur. O 20. yüzyılın cengâver yürekli mücahidi idi. “Bir gün, biz kâfirleri yine çöllerin öbür tarafına atacağız. Sayıları Taklamakan Çölü’ndeki kum taneleri kadar olsa bile!” diyen bu Kahraman, mücadelesinin ilhamını kendisinden önceki tarihilerde Çinlilere karşı büyük mücadeleler vermiş olan Böke Batur’dan almıştır. Çok eskilere değil 1940’lara gideceğiz. Çinliler tarafından Uygur Türklerine yapılan zulüm had safhadadır. Çinliler Türklerin evlerinde bırakın patlayıcı maddeyi bıçaklara varıncaya kadar topluyorlardı. Bunun üzerine Osman Batur “Bu gün silâhımızı alanlar, yarın canımızı da alırlar. Ben silâhımı Çinlilere vermem. İstiyorlarsa ve güçleri yetiyorsa, gelip alsınlar!” diyerek silahını teslim etmeyi red ederek dağa çıkmış ve halkından yürekli olanlara davette bulunmuştu. Osman Batur’un daveti aynı gün cevap bulmuş ve kendisine katılanların sayısı günden güne artmıştır. Osman Batur artık Müslüman Türkleri cihada davet ediyordu. Bir zaman sonra Osman Batur peşine silahlı silahsız öyle bir kitle toplamıştı ki 1911 yıllarında başlayan mücadelenin sonucunda 1943’lü yıllarına gelindikçe ne Altay topraklarında ne de Doğu Türkistan da Rusların ve Çinlilerin sayısı çok alt rakamlara inmişti. Osman Batur bu başarıların sonucunda ise 22 Temmuz 1943’te “Altay Kazakları Han’ı” ilan edilmiştir. 2. Dünya savaşının soncunda kendisine gelen ve topraklarının bir bir elinden gittiğinin farkına varan Çin, Osman Batur ve mücahitlerinden 10 kat daha kalabalık ordu ve beraberinde tank gibi modern silahlar ile Altay Kazakları Han’ı Osman Batur’un ordusunun üzerine yürür. Ve 30 bin kişi ile başlayan mücadelede yaklaşık bin, 2 bin kişi kalır en sonunda da küçük bir vadide cephaneler biter ve sonrasında ise Osman Batur ve beraberindekiler Çinliler tarafından yakalanır. Osman Batur günlerce, haftalarca Çin zindanlarında aralıksız işkence görür. Sonrasında ise bir atın üstüne bindirilerek “Türkistan’ı, Çinlilerden kurtaracağım diyen adamın hâline bakın” diyerek sokaklarda gezdirilir. Bunun üzerine Osman Batur her sokakta bir bağımsızlık meşalesi misalince “Ben ölebilirim ama dünya durdukça benim milletim mücadeleye devam edecektir.” diye haykırır. 19 Nisan 1951’de adaletin olmadığı Komünist Çin de mahkeme kurulur ve suçunun “Devrim düşmanlığı” cezasının ise “idam” olduğu açıklanır. Aradan 10 gün geçtikten sonra ise önce kulakları ve kolları kesilerek sonrasında ise kurşuna dizmek suretiyle şehit edilir.
Doğu Türkistanlı yazar Abdurrahman Hacımelik’in Osman Batur’un hayatını kaleme aldığı makalesinin bir kısmında Osman Batur’un idam sürecini şöyle anlatmaktadır; “Çinliler nişan almış bekliyorlardı. Osman Batur, ‘Allah-u Ekber’ dedi ve ardından kurşun sesleri geldi. Sanki namaz kılıyordu; önce dizüstü düştü, sonra alnı secdeye vardı. Bir rütbe daha kazanmıştı: ‘Şehitlik…’” İşte Çinlilerin Uygur Türklerinden ürkmesi ve Türklerin tekrardan şahlanmaması için yaptığı baskı bu yüzdendi. Bugün Doğu Türkistan’da yeniden işgale karşı başkaldırı harekâtı oluşturacak Osman Batur’lar, Kürşad’lar çıkmaması için bölgede yaşamakta ve gelişmekte olan genç Uygur Türklerinin Uygur Türkçesini konuşmalarını yasaklayıp Çince konuşmaya zorlamaktadırlar. Ve yine aynı şekilde daha çocuk yaşlarda olan Uygur ve Kazak Türklerini ise bölgeden alıp Çin’in en ücra köşelerinde bulunan köylere götürüp çalıştırmaktadırlar. Uygur Türk’ü genç kızları ise ailesini tehdit unsuru kullanarak yine aynı şekilde Çin’in en izbe köşesinde köle, cariye olarak kullanıyorlar. Çoğu kişi bu yazımızda anlatılanların bazılarını inanmayabilir. İşte kadınlara bunlar yapılabilir mi veya bu kadarda işkence olmaz diyenler olacaktır. Onlara şunu diyeceğim her yıl köpek festivali adı altında 10 gün boyunca 10 bine aşkın kedi ve köpeği döverek veya canlı canlı kaynar suya atarak haşlayıp yiyen cani bir millet söz konusu. Şimdi siz karar verin kimseye bir zararı dokunmayan ve karşılık dahi veremeyen o hayvanlara bunları yapan kendilerine tehdit unsur olarak gördükleri Uygur Türklerine neler yapmaz! İşte tüm yapılan bu zulümlere rağmen yılmadan mücadele veren bir milletin adıdır Türk. Peki, bizim öz vatanımızda öz gardaşlarımıza yapılan bu zulme karşı biz bir Türk olarak ne yapıyoruz. Bırakın devlet olarak millet olarak ne yapıyoruz. Devletimizin başında dalkavuk bir soytarı televizyon programında Çin’e karşın mücadele veren Uygur Türklerine terörist ibaresinde bulunarak “Çin’in toprak bütünlüğü bizim için önemlidir.” ifadelerini kullanır. Bu yüzden bırakın devlet olarak millet olarak ne yapıyoruz. Günümüzde Doğu Türkistan’ımızın şanlı Gök Bayrağını gören liseli öğrenciler “bu bayrağı kim maviye boyadı” diyerek olay çıkarıyorsa kusura bakmayın ama bizden hiçbir şey olmaz. Yurdumuzda Doğu Türkistan’dan habersiz, Kerkük’ten bihaber bir nesil yetişiyorsa bu zulüm geleneğini, göreneğini ve atalarının kanını leke getirmeyen Doğu Türkistan’da ki Uygur Türklerine değil Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde Avrupa’nın o ışıltılı kültürünü bir halt zannederek kültüründen soyutlanan bir halka haktır. Afganistan’da ki din kardeşleri için ağlayan hükümetimize ve onların peşinde koşturan halk kitlemize sesleniyorum. Söyleyin bize bir tarafta Emperyalist Amerika’nın peşinde koşarken bu hale gelen din kardeşleriniz, diğer taraf da Emperyalist Çin’in tüm baskılarına rağmen Türk adının Çin sınırlarında çınlaması için hala daha mücadeleye devam etmeye çalışan millettaşlarınız. Mademki din konusunda bu kadar hassassınız önceliği hep akrabalara tanımış olan Kuran-ı Kerim’i hiç mi okumazsınız. Hadi onu da geçtim Doğu Türkistanlı Uygur Türkleri Müslüman değiller mi? İsterseniz Çin Komünist Partisinin Doğu Türkistan da ki Uygur Türklerine Din konusunda uyguladığı yaptırımlardan bir kaçını bahsedeyim. Mesela geçtiğimiz Ramazan ayında işletmelerde oruç tutan Uygur Türklerinin tespit edilerek yazımızın başında da bahsettiğimiz o lanet yer olan toplama kamplarına götürüldüğü en hafif yaptırımlardan biridir. Yine aynı şekilde öğrencilerin sınava girmeden önce okul yönetimi tarafından bedava su ve yemek dağıtılarak bir şey yiyip içmeyen öğrencilerin fişlenmesine kadar giden ince yaptırımlar mevcut. Camilere girilmesinin yasaklanması veya sahur vaktinde ışığı açık olan evlere baskın düzenleyerek kadın, erkek, çocuk, yetişkin demeden önlerine gelen kişiyi önce demir coplarla döverek sonrasında ise toplama kamplarına götürülerek aklınıza gelmeyecek işkencelere tabi tutulması da cabası. Yönetimdekilerin ve halkımızın bu yapılanlara karşı tutumlarına şu dizeler bir cevap ve sitem olacaktır;
Konuşsana Müslüman, hiç sesin duyulmuyor!
Yoksa Uygur Türk diye, Ümmetten mi sayılmıyor?
Buradan İslam âlemine ve Türk dünyasına bir serzenişte bulunmak istiyorum. Kıyıda minik cansız bedeninin bulunması ile tüm dünyayı gözyaşlarına boğan Aylan bebeğe bizlerde çok üzülmüştük. Ama ailesi Çin’in Nazi kamplarına hapsedilince kimsesiz kalan ve daha adı dahi bilinmeyen Merkitli Uygur Türk’ü minik bebeğin Yarkent Irmağına düşerek hayatını kaybettiğinden eminim ki çoğu kişinin haberi yoktur. Söyleyin bize Araptan akan kan da Türkten akan domates suyu mu? Şunu söylemeliyim ki; Evet biz Türk milletiyiz! Elbette nerede bir mazlum varsa orada olmalıyız. Çünkü bizi asırlık millet yapan ve yüzyıllarca Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da tutan ve hala daha o topraklardaki milletlerin bize özlem duymasındaki itibar budur. Fakat mazluma Yunus, zalime Yavuz olan bir millet güneşin doğduğu yerdeki yani Doğu Türkistan da ki gavim gardaşına el uzatmazsa, derdine ortak olmazsa bu nasıl gardaşlıktır, bu nasıl Türklüktür? Ey Türk milleti! Doğu Türkistan’da gardaşına neler yapmıyorlar neler. Sen gardaşına sahip çıkmazsan Çin Komünist Yönetimi gelip kardeş aile projesi adı altında gardaşının evinin erkeğini hapse atıp erkeklik gururunu zedeleyecek işkenceler yaparken evine Çinli erkekler yerleştirip namusunu ayaklar altına alır. Ve namusunu yerlerde süründürmeyip korumak isteyen bacıların ise intihar edip canlarına kıyarlar. Ey Türk milleti! Sen gardaşına sahip çıkmazsan bacının karnındaki bebeği kürtaj yöntemi ile kör bıçaklarla kestikten sonra bir daha çocuğu olmasın diye akıl almaz yöntemlerle kısırlaştırırlar. Ey Türk milleti! Sen gardaşına sahip çıkmazsan 10 yaşındaki gardaşının üzerine asit döküp kafasını parke taşıyla ezerler. Ey Türk milleti! Sen gardaşına sahip çıkmazsan Türbelerin, Camilerin yıkılır, imamlarına her gün ellerine komünist Çin bayrağı tutuşturarak Cami önlerinde zorla dans ettirirler, oruç tutan gardaşına zorla şarap içirip burnundan şırınga yardımıyla tuz ile karıştırılmış acı biber enjekte ederler. Ey Türk milleti! Sana dünyayı dize getiren atanın buyruğu ile sesleniyorum; “Ey Türk; üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir. Titre ve kendine dön.” Ey Türk milleti gardaşına kulak ver!!! Tüm esir gavim gardaşların haykırır sana;
“Türk menem demişem, Türkçe söylemişem,
Eskiyaka’da kurşunlara dizilmişem…
Emeğimin hakkını istemişem,
Gavurbağ’da linç edilmişem…
Adalet beklemişem, iplere gerilmişem…
Eşitlik yeğlemişem, zab suyu kana bulanmış,
Altunköprü’de ekin gibi biçilmişem…
El insaf vicdan dilemişem zindanlara sürülmüşem…
Diri diri gömülmüşem gavim gardaş nerdesen…
Kollarım kırılmış omuzlarımdan, işkencelerle yoğrulmuşam…
Gözlerim kan çanağı, fincan fincan oyulmuşam…
Ölmem yetmemiş kâfire, ip sarılmış cesedime, ibret-i âlem sokaklarda dolaştırılmışam…
Lime lime dağılmışam gavim gardaş, nerdesen…”
Gardaşına sahip çık Türk milleti!!! Senden beklenen topu tüfeği sırtlan Çin’e baskına git değil. Sadece orada yapılan zulmü tüm dünyaya duyur ve gardaşına sahip çık. Bir nevi Hz. Ali’nin deyimiyle; “Bir zulmü engelleyemiyorsanız en azından onu herkese duyurun…” ifadesinin bugünkü haliyle Türk milletine sesleniyoruz. Zamanında Maveraünnehir ötelerinde aynı çatı altında azık toplamış, aynı devlet altında toprak işlemişiz şimdi ne oldu bize? 3 kıtadan Misak-ı Milliye hapis olmuşuz. Uygur Türkünden Anadolu Türkünün haberi yok ne oldu bize? Hangi rüzgâr savurdu bizi böyle? Bugün Doğu Türkistan’ımızın başkentinde gavim gardaşımızı kaldırımlarda sokak sokak sürükleyerek ve kemikleri taşlar ile Çinlilerin önünde eziliyorsa ve hal böyle iken işlerine gelince insan hakları savunucusu olanlar kusura bakmasınlar ama onlar omurgasızlığın ve şerefsizliğin vücut bulmuş halleridir. Elbet bir gün Tanrı dağlarındaki balalar Toros dağlarındaki kardeşlerine koşa koşa gelip sarılacaklardır. Bunun özlemiyle ölen İsa Yusuf beylerin tabi ki de hayalleri gerçekleşecektir. Ve bu hedefler gerçekleşinceye dek bizler susmayacağız. Ömrümüz yettiğince esir Türklerin özgürlüğü için yazacağız, çizeceğiz ve en sonunda da tüm Türk devletlerinin hür bir şekilde cihana adalet ile hükmettiği günler için mücadele vereceğiz! Biz yemin ettik bir kere;
“Esir iken Kırım, Kerkük, Türkistan,
Bana zindan olur Maraş, Elbistan
İbn-i Sina, Dedem Korkut, Alparslan
Susarsam, hakkını helal etmesin!” diyerek.
Bu yazımızda da bir zamanlar dünyaya nizam vermiş fakat şuan da Rus ayılarının, Çin köpeklerinin meskeni haline gelmiş ata toprağımız Doğu Türkistan ve gavim gardaşımız Uygur Türkleri için çalışma yaptık. Doğu Türkistan çağımızda adı anılmayan ve şanlı mücadelesine çok az miktarda eser, şiir, makale yazılmış topraklarımızdan biridir. Biz de Türk milletini Doğu Türkistan’da yapılan zulümden, Osman Batur’un destanlaşmış mücadelesinden ve ata topraklarımızda yapılan zulmün Anadolu topraklarımızda yaşayan Türk milleti açısından hangi konumda olduğuna değindik. Buradan söylemeden geçemeyeceğim ki Doğu Türkistan’ın şanlı özgürlük mücadelesi uğruna kanını toprağa akıtmış şehitlerimize, gazilerimize sonsuz minnet ve yazımızın bir çok kilit noktasında kaynak olarak yardımını esirgemeyen büyük mücadele adamı Hamit Göktürk ağabeyime şükranlarımı sunmaktayım. Yazıma son noktayı koymadan evvel Doğu Türkistanlı küçük bir çocuğun sınır dışı edilerek Türkiye de sığınabilme çabası veren annesine yazdığı mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum. Mektubu okuduktan sonra zulmü zulüm gören bir kişinin ağzından okuyacağınız için Doğu Türkistan için daha farklı duygular besleyeceğinize inanıyorum. Gavim gardaşımızın sesi olabilmek için bizler her daim sahada olacağız. Hiçbir zaman Firavunun karşısında olmak yetmez aynı zamanda Musa’nın safında yer almaktır mesele. Bu sebepten ötürü bizim safımız bellidir. İsa Yusuf Alptekinlerin, Rabia Kadirlerin safları bizim safımızdır diyorum ve “Osman Batura Selam Direnişe Devam” diyerekten mektuba geçiyorum;
“Korkuyorum anne… Çok korkunç bir rüya gördüm. Babamın sakalını kesmişler. Ablamın da başından alıp atmışlar örtüsünü. Babama Camiye giriş kartı vermemiş üstüne üstün cemaati az deyip yakıp yıkmışlar mahallemizdeki camiyi. Kardeşlerim Uygurcayı konuşamıyordu bile. Güya çift dil eğitimi veriyorlardı onlara. Nedense polisler makas, bıçak, satır, kürek gibi kesici ev aletlerimize bile babamın adını, kimlik numarasını kazıyordu. Halkın bir tür savaş vaziyetinde yaşamakta olduğunu gördüm. Bir de çok sayıda askerler vardı. Sayısızca kişiyi tutuklayıp bölücü, asabiyetçi suçundan götürüyorlardı onları. Bizim eve de defalarca geliyordu polisler. Sen geri gelmezsen eğer hepimizi hapse atacağını söyleyip duruyordu. Bu değil de pasaportlarımızın elimizden alındığını ve seni asla göremeyeceğim korkusuna kapıldığımı gördüm. Amcam var ya içkiyi, kumarı, sigarayı bırakmış namaz kılıyordu. Dini nikâhla evlendiğini gördüm. Düğününde müzik ve dans yaptırmıyordu bile. Çocuklarını da dini ilimlerde eğittiğini gördüm. Ama sonunda gayrimeşru dini suç işledin deyip hapse mahkûm ediyordu. Ağabeylerim Uygur olduğu için iş bulamıyordu Anne. Çinlilerin işi hazır evi hazırdı. Rüyamda halam ikiz doğurmuş. Hem de bir kız bir erkek çok mutlulardı. Adını Muhammet ve Müslime koymak istediler ama İslami isimlerin yasaklandığı bir dönemdeymişiz böylelikle bu isimleri veremedi çocuklarına. Mustafa’yı hatırladın mı? Benim çocukluk arkadaşım hani Mısırda eğitim alıyordu ya İşte onunla beraber 1500’e yakın Uygur öğrencinin memleketlerine gelmeleri için ailelerinin tutsak edildiğini gördüm. Bir an kendimi Mısırda buldum. Ve yaklaşık 300’e yakın Uygur’u terörist ilan edip gözaltına alıyordu Mısır hükümeti. Geri kalan öğrenciler ise Türkiye’ye kaçıyordu. Bende senin yanına gelmek istedim ama hayalet gibi sadece seyrediyordum olan biteni. Bu arada Mustafa memlekete döndü. Gelir gelmez içeri atıldığını ve çok geçmeden şehit edildiğini gördüm. Ramazan ayındaymışız Anne. Evimizde hiç tanımadığım birileri oruç tutmamamızı, namaz kılmamamızı söylüyordu. Yasaklara rağmen camiye gidiyormuşuz. Gel gör ki namazda okunan sureler, cuma hutbeleri, Ezan-ı Şerif, kamet ve tesbihatların tamamı değişmiş yerine başka şeyler okunuyordu anne. Şaşkınlık içerisinde Camiden çıkıyordum. Arkama dönüp baktığımda ise imamlarımız Caminin önünde ellerinde Çin bayraklarıyla dans ettiriliyordu. Birde Camilerin duvarlarına yazılan ayet ve surelerin yerine komünist propagandası içeren afiş ve pankartlar yerleştirilmişti. Rüyamda büyük bir salonun içindeymişim. Ve içinde çok sayıda insanlar vardı. Herkes yere eğilmiş vaziyette 10-15 sene önce yaptığı hac, okuduğu Kuran, katıldığı sohbetlerden hesap veriyordu. Adeta itirafçı olmaya mecbur edilmiş gibilerdi. Anne İdgah Camimiz vardı ya işte o Caminin imamı Abdulhamit Damollam hapishane de şehit ediliyormuş. Cenaze namazının bile kılınmasına müsaade etmiyordu. Bir an gözümün önünden istatistik veriler canlanmaya başladı. Hoten vilayetinden 20 bin kişi hapse, Kaşkar vilayetinden 20 bin kişi ve farklı bölgelerden 20 bin kişinin daha toplama kamplarına atıldığını gördüm. Ara sıra evimizi didik didik arayan polisleri görüyordum. Kuran, Seccade gibi ne var ne yok götürüp yakıyorlardı. Ardından babamı, ağabeyimi, dayımı götürüyordu. Eğitim kampı adı verilen Nazi kamplarında ailemizin tüm erkekleri acı çekiyordu. Evde sadece ablam ve ben kalmışız. Sonra akraba haftası deyip Çinli erkekleri eve yerleştiriyordu anne. Özür dilerim. Ablamı kurtaramadım. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Ablam namusunu korumak için kendini balkondan yere atıp intihar ediyordu. Ablam gibi nice kadınlar namuslarını korumak adına intihar etmenin fetvasını soracak kimseyi bulamıyordu bile. Çünkü Muhammed Salih Damollam şehit edilmişti anne. Defalarca kendimi tokatladım, kafamı duvara vurdum ne yaptıysam da bu kâbus bitmek bilmiyordu. Uyanmak için çırpınıyordum meğer hiç uyumuyormuşum anne. Kâbus dediysem zalimin bize yaptığı zulümlermiş anne. Ah 68 yıl… 68 yıldır uyanıkmışım ama haberim bile olmamış. Kendimi bir silkeleyip iman gözümle etrafıma baktım. Gördüm ki Uygurlar yemini kim verirse onun önüne gidiyordu sanki hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi beni senden ayıran, babamı, amcamı, dayımı benden ayıran, ablamın intiharına sebep olan katillerle iç dış olarak yaşıyordu anne. Adeta büyülenmiş bir şekilde Firavunun kulları gibi baş kaldırmayı bile unutmuş halde Musayı bekleyen kavim misali. Biz Çinli değiliz sadece ve sadece asimile ediliyoruz. Burada ki Uygurların hala Türk olduğunu söyler misin kardeşlerimize? Ucunda ölümün bizi beklediğini bile bile istediği kadar yasaklasa da namazlarımızı kılan, oruçlarımızı tutan Müslümanlardan olduğumuzu hatırlatır mısın anne? Bizi dinsiz mezhepsiz zannetmesinler anne. Uygur olarak bizden günah gitsin mahşer günü kimse demesin biz sizin sesinizi duymadık.”