Fransız muharriri André Maurois, her iş gibi okumanın da kaideleri olduğunu söylüyor ve bunlardan beş tanesini sayıyor. Hülasa edeyim:
Birincisi: Birçok muharrirlerin eserlerini rastgele ve üstünkörü okumaktansa içlerinden birkaçının kitabını iyi anlamağa çalışmak. Bu seçilen eserlerin muharrirleri ile gıyaben dost olarak fikirleriyle devamlı temas halinde bulunmalıyız.
İkincisi: Yalnız yeni değil, eski eserleri de okumak. Bunları asırların tasfiye ettiği şaheserler arasında buluruz. Bu tasfiyeye itimat etmeliyiz. Çünkü bir adam aldanabilir, bir nesil aldanabilir, fakat insanlık aldanmaz. Eski şaheserlerin hepsi şöhretlerine layıktırlar.
Üçüncüsü: Gıdamızı iyi seçmek. Her zekânın muhtaç olduğu ve sevdiği gıda ayrıdır. Hangi muharriri seviyorsak ona sadık kalalım ve onu iyi anlamağa çalışalım. Başkalarının bu muharriri sevmemelerinin ehemmiyeti yoktur, çünkü herkesin ruh yapısı ayrıdır.
Dördüncüsü: Bir kitap okurken, güzel bir konser dinler gibi, etrafımızda sessizlik ve sükûn temin etmek, dikkatimize hiç fasıla vermemek. Bir sayfaya göz gezdirmek, arada bir yerinden kalkıp başka işle uğraştıktan sonra kitaba dönmek, okumak değildir. Zihnimizin başka taraflara sapmasına imkân vermeyecek tarzda bütün dikkatimizi mevzu üstünde koyulaştıralım. Halis okuyucu uzun gecelerini ve Pazar günlerinin öğleden sonralarını kitaba tahsis eder.
Beşincisi: Hayatımızla ve mesleğimizle alâkalı eserleri tercih etmek. Okumaktan zevk almayanlar, çok defa kendilerine yakın eserler bulmaktan aciz kalmış olanlardır.
Fransız muharririnin bu beş kaidesine bende birkaç tane ilâve edeceğim:
Altıncısı: Öğüterek okumak. Bunun için sükûn ve dikkat kâfi değildir. Yemeği hazmetmek için iyi çiğnemek şart, fakat kâfi olmadığı gibi. Kitabın ana fikirlerini taşıyan cümleleri ağır ağır, hatta birkaç defa okuduktan sonra onu kendi kendimizle münakaşa etmeliyiz. Bu tahlil, muharriri daha iyi anlamamızı temin ettikten başka en doğru zannedilen fikirlerin bile yanlış olabileceğini bize gösterir, şahsiyetimizi kabartır, bizi muharririn fikirlerine esir olmaktan kurtarır, kendi fikirlerimizin doğmasını kolaylaştırır.
Yedincisi: Bir mevzu etrafında, fikirleri birbirinden farklı birkaç muharririn eserlerini okumak. Bu bize geniş ve zengin mukayese imkânları verir. Bir muharririn fikirlerine saplanmamıza ve aldanmamıza mâni olur.
Sekizincisi: Hoşlandığımız eserleri mutlaka tekrar okumak, ikinci, hatta üçüncü okuyuşumuzda evvelce dikkat etmediğimiz güzellikler bulacağız. Çünkü bir kitap da bir şehir gibidir: Onu anlamak için, turistler gibi içinden otomobille geçmek, hatta sokaklarından bir defa ağır ağır yürüyerek geçmek elvermez. Dikkate lâyık yerlerde tekrar tekrar dolaşmak, şehrin içinde bir müddet yaşamak lâzımdır.
Dokuzuncusu: Okumamızı bitirdikten sonra hemen başka bir işe başlamamak. Bir müddet düşünerek okuduğumuzu hatırlamağa çalışmalıyız. Böylece kitaptan aldığımız fikirleri hafızamızda nizama koymuş, zihin bulandırıcı karışıklıktan kurtarmış oluruz.
Onuncusu: Kitapta hoşlandığımız, kabul veya reddettiğimiz parçaların kenarını çizmek. Böylece ileride kendi fikirlerimizi kontrol etmenin vesikalarını hazırlamış oluruz. Bugün beğendiğimiz bu fikir beş sene sonra bize abes görünürse, düşüncemizde sebeplerini aramamız lâzım gelen bir inkılâp vardır.
On birincisi: Gazetelerden ve hafif mecmualardan başka trende, tramvayda ve yolculuğu kısa süren vapurda hiçbir şey okumama. Etraf ne kadar sakin ve tenha olursa olsun, bu yolculuklarda kitaba tevcih etmeye çalıştığımız dikkat mutlaka başka taraflara da ayrılır. Eserden alacağımız fikirler ve intibalar, titremiz bir fotoğraf gibi bozuk olur.
On ikincisi: Yemekten biraz evvel ve biraz sonra okumamak. Midenin pek fazla boş olması uzvî takatimizle beraber zihnî kuvvetimizi de azaltır; midenin pek fazla dolu olması da beynimize kâfi derecede kan gitmesine mânidir. Hem mide, hem de zekâ hazmı bir arada olamaz.
On üçüncüsü: Yatağa girdikten sonra ve yataktan kalkar kalkmaz gazeteden başka bir şey okumamak. Çünkü yatakta okunan kitap ya uyku getirir, ya uyku kaçırır. Kitap okumaktan maksat uyumak değil, kelimenin hakikî ve mecazî mânâsıyla uyanmaktır.
Yatağa girmekten maksat da, bilakis uyumak olduğuna göre, uyku getiren veya uyku kaçıran bir kitap, bu iki maksattan bir tanesine muhaliftir. Yataktan kalkar kalkmaz insan zekâsının ancak bir kısmı uyanır. Tam uyanma için bir iki saat geçmesi lazımdır.
On dördüncüsü: Okumağa başlamak için okuma arzusunun doğmasını beklememek. “Yemek yerken iştah gelir” dedikleri gibi, okuma arzusu da çok defa birkaç satır veya birkaç sayfa okuduktan sonra başlar. Birçok insanlar kendilerinde bu arzuyu duymadıkları için okumaktan zevk almazlar, fakat bu isteksizliği yenerek birkaç sayfa okurlarsa ummadıkları anda bu arzunun doğduğunu göreceklerdir.
On beşincisi: Birini beklerken gazetelerden başka hiçbir şey okumamak. Çünkü böyle anlarda şuurumuzun altını beklediğimiz insana dair canlı bir merak doldurur ve okumanın zevkine de, idrakine de engel olur.
Okumak zevkinden mahrum oldukları için kendilerini okumanın büyük saadetinden de mahrum edenler yukarı ki on beş kaidenin pek çoğuna ehemmiyet vermeyenlerdir. Yoksa alfabeyi iyi bilen herkes, kendi seviyesine göre seçtiği kitapları okumakta, Allah’ın insana nasip ettiği zevklerden en büyüğünü bulur.
Medeniyetin de bu zevkten doğduğuna inanalım.
KAYNAKÇA
Peyami SAFA, Eğitim Gençlik Üniversite Objektif 07, Sayfa 63.