Sevgili Kardeşim Merhaba

Umarım daha önceki yazılarımızda bir nebze olsun sana kendi inancını, din adına bildiklerini, içinde yaşamakta olduğun toplumda gözüne çarpan bazı dini uygulamaları ve anlayışları sorgulatmayı başarabilmişizdir. Eğer ki kabul veya red ettiğin değerler yanlış veya doğru olsun fark etmez kendi araştırmaların doğrultusunda oluyorsa korkma sorgulamaya devam et muhakkak sonunda doğruya ulaşırsın.

Son sohbetimizde tarikat kültürünün temel kabullerinden olan Rabıta kavramından bahsetmiştik ve özetle bu kavramın İslâm Dünyasına Hint kültürlerinden giriş yaptığını ve güncel uygulama şekli ile dinin en temel değeri olan Tevhit ilkesine zıt bir anlayış olduğunu Kuran’dan delileri ile ortaya koymaya çalışmıştık. Bu sohbetimizde Rabıta ile bağlantılı yine temel değerleri sarstığını düşündüğümüz bazı uygulamaları mercek altına almak istiyoruz.

Camilerde zaman zaman şu şekilde yapılan duaları duymuşsunuzdur; “Allah’ım Peygamberimizin yüzü suyu hürmetine yaptığımız duaları kabul et” ya da “Şehitlerimizin”, “Abdülkadir Geylani’nin” falancanın ya da filancanın yüzü suyu hürmetine yapılan duaları kabul et diye. Hatta bu tarz duaların daha makbul olduğunu kabul ettirmek için değişik hikâyeler de dolaşır ağızdan ağza. Örneğin eski tarihlerde bir sohbet sırasında hoca Allah’a dua ederken büyük evliyaları vesile kılmayı ve onların yüzü suyu hürmetine dua etmeyi Allah’a direk olarak yakarmaktan daha etkili bir uygulama olarak öğrencilerine aktarır. İlerleyen tarihlerde o sohbete katılanlar bir şehirden bir başka şehre seyahat ederken kervan haramilerin baskınına uğrar ve o ekipten tamamı Allah’ım bizi kurtar bu haramilerden diye dua ederken sadece bir tanesi; “Ey Allah’ım Abdülkadir Geylani’nin yüzü suyu hürmetine bizi eşkıyalardan kurtar.” diye dua eder. O kervandan herkesin malı talan edilip kervandakiler öldürülürken bir tek Abdülkadir Geylani’yi vesile kılan o şahsın malına ve canına zarar gelmez.

Sevgili kardeşim bu ve benzeri duaların tamamı insanoğlunun algılama problemlerinin istismarı ile alakalıdır. İdraki gelişmemiş kitleler nedense tüm kâinatı ihata eden, öncesi ve sonu olmayan mutlak güç sahibi bir varlığı algılayamadığı için ona tam bir teslimiyetle iman edip sadece ondan yardım dilemeye kendini ikna edemez. Onun yerine karşısında kanlı canlı gördüğü bir şahsı veya tarihte yaşadığını bildiği hikâyelerini duyup kutsallığına inandığı şahıs veya cisimleri kutsallaştırıp ya onlara tapar ya da onları aracı, vesile kılarak dini hayatına sokar.

Din tüccarlığı yapan şahıs ve topluluklar insanın tarih boyu devam edip gelen bu zafiyetini bildiklerinden bu duygu ve hisleri istismar eden farklı hikâyelerle bu inancı diri tutup buradan faydalanmaya çalışırlar.

Tüm yazılarımızda üzerinde hassasiyetle durduğumuz temel prensibimiz olan dini tüm inanç ve uygulamaları Kuran perspektifinde analiz etme zorunluluğu çerçevesinde dua meselesinde Bakara suresi 186. ayetini dikkatinize sunmak istiyorum.

Eğer kullarım sana Benden soracak olurlarsa, iyi bilsinler ki Ben çok yakınım: Bana dua edenin çağrısına hemen karşılık veririm. Öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana tam güvensinler ki, hak yoluna yöneltilsinler.

Ayetten de anlaşılacağı üzere Allah’u Teâlâ söz konusu DUA olduğunda Peygamberimizin dahi araya girmesini kabul etmiyor ve Duanın direk kendisine yapılmasını buyuruyor.  Burada peygamberin bile araya giremediği bir yerde birtakım evliyaların ya da şeyhlerin girmesi söz konusu bile olamaz.

Diğer bir açıdan ötelerin ötesinde bir varlığa değil de bize bizden yakın ve bizi bizden daha iyi bilen bir varlığın bizim ile ilgili hükmünü aracılarla değiştirmeye çalışmak tamamen beşeri bir algı yanılmasıdır.  Dünyevi işlerimizde işler çıkmaza girince ya da aşılması zor bir problemle karşılaşınca araya bir torpil sokmak ya da tanıdık birilerini sokma alışkanlığını Allah ile olan ilişkimize de yansıtmış oluyoruz.

Dinin gündelik hayatımıza akseden yönlerinde sıkça şu cümleleri de duyuyoruz:

Şefaat Ya Resulullah! Ya da Allah’ım bizi şehitlerin ve evliyanın şefaatından mahrum bırakma. Şefaat ile ilgili genel anlayış şöyledir. Kul küçük ve büyük günahları işler ardından hesap kitap günü geldiğinde cehenneme atılmayı hak eden kullara şefaat izni olanlar gelir ve onları cehennemden kurtaracak şekilde şefaat ederler. Bu noktada özellikle cemaat mensuplarına içinde bulundukları grupların yaşayan ve ölmüş olan şeyhlerinin de kıyamet gününde cehennem azabından kurtaracak şekilde şefaat edeceği bilgisi devamlı surette sohbetler de işlenir.

Şefaatin yukarda bahsettiğimiz şekline olan inancı kuvvetlendirmek için de peygambere ait olduğunu söyledikleri hadisleri kullanırlar örneğin:

“Benim şefaatim kıyamet günü ümmetimden büyük günah işleyenler olacaktır.”

Peygamberimize ait olduğu iddia edilen sözler ile alakalı da genel tavrımızın Peygamberimizin Kuran’a aykırı söz söylemiş olamayacağından hareketle bakalım Kuran ne diyor:

Müddesir 48: “Onlara şefaat edenlerin şefaati fayda vermez.”

Enam 70: “Onlar için Allah’ın peşi sıra hiç bir dost hiç bir şefaatçi yoktur.”

Zümer 44: “Şefaat bütünüyle sadece Allah’a aittir.”

Bakara 48: “Ve korkun o günden ki, hiç bir benlik bir başka benliğin herhangi bir şeyi için karşılık ödemez; hiç bir benlikten şefaat kabul edilmez, hiç bir benlikten fidye alınmaz. Ve onlara yardım da edilmez.”

Bakara 123: “Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve onların hiç bir yardım göremeyecekleri o günden korkun.”

Daha önceki sohbetlerimiz de değindiğimiz bir husus vardı o da peygamberin geldiği toplumun da dini inanışları güçlü ancak bu inanlarına şirk karışmış bir topluluk olduğuydu. Kuran’ın indiği toplumda şefaatçiler olarak görülen varlıklar putlar ve Allah’ın kızları kabul ettikleri meleklerdi. Aşağıdaki ayette bunu net olarak görüyoruz:

Yunus 18: “Allah’ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: ‘Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir.’ De onlara: ‘Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?’ Şanı yücedir O’nun, ortak koştuklarından arınmıştır O.”

Yani o dönem putların Allah katında şefaatçiler olduğu kabul ediliyordu.

Enbiya 26-29: “Rahman çocuk edindi.’ dediler. Hâşâ, bundan arınmıştır O! Onlar, lütuflandırılmış kullardır. Onlar O’nun sözünün önüne geçmezler; onlar yalnız O’nun emriyle iş yaparlar. O, onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Onlar, O’nun hoşnutluk verdiklerinden başkasına da şefaat etmezler. Ve onlar O’nun korkusundan titrerler. İçlerinden her kim, ‘Ben O’nun dışında bir ilahım’ derse böylesini cehennemle cezalandırırız. Zalimleri işte böyle cezalandırırız biz.”

 

Bu ayetlerde de meleklerin Allah’ın kızları olduğuna dair inanç ve bu inancın doğal sonucu olarak Allah katında şefaatçiler olduğu lakin Allah dilemedikten sonra hiç kimsenin şefaatinin kabul olmayacağı ve meleklerin bile ilahlık iddiasında bulunurlarsa cehenneme atılacaklarından bahsedilir.

Kuran’da asla hiç bir şekilde cehennemden çıkmak için ya da cehennemi hak etmişken oradan sıyrılmak için torpil maksatlı şefaat kavramı geçmez. Kendi nefsine rahmeti yazmış olan, künyesi rahman ve rahim olan yani bağışlayan ve esirgeyen olan Allah bir kulunu cehenneme gönderecek ve onun kullarından olan peygamber, veli, şehit, âlim her kimse bizi ondan daha fazla sevip acıyarak cehennemden kurtaracak.  Bu tamamen absürt bir fikirdir.

Bu haliyle şefaat kurumu en basitinden Allah’ın tövbeleri pişmanlıkları kabul edici özelliğini hiçe sayma anlamı doğurur. Kişiyi nasıl olsa birileri bize şefaat eder cehenneme gitmeyiz diye yanlış bir anlayışa sevk eder ve kişi dünyada iken tövbe edip halini doğrultmaya çalışmaz.

Kuran’da bu haliyle şefaat hiç geçmiyor iken şefaat anlayışı bugüne kadar nasıl bu kadar kuvvetle yaşatılıp bize ulaştı sorusunun cevabı yine her zaman ki gibi Kuran’ı hayatımızdan ne kadar uzak tuttuğumuzda gizli. Ve dinin yanlış ellerde cerrahi operasyonlara kurban edilmesinde gizli.

Şefaat kadar olmasa da yine yaygın bir tarikat kültürü anlayışı da Nazarla irşat meselesidir. Nazarla irşat şu anlama gelir. Bir tarikat toplantısında herkes oturur ve tarikatın şeyhi gelerek o sohbete gelen tüm herkese uzun uzun, derin derin bakar durur. Konuşmaz.  Sadece anlamlı bir şekilde bakar. Bunu yaparken kendisinde olan ilmi adeta gözünden çıkan enerji dalgaları ile müritlerinin kalbine akıtır.

Dikkat ediyorsanız yine ölçülemeyen bir puslu alan inşası söz konusu. Kişi dilinin altında gizlidir derler. Konuştuğu zaman ilmi derinliği anlaşılır. Konuşmayan sadece bakarak bilgi aktaran bir insanı kabul veya red edemezsiniz.

Bu anlayışın temel dayanağı yine peygamberi gören sahabe kabul ettiğimiz neslin kutsanmasıdır.  Bu anlayışa göre peygamber döneminde yaşama şansı bulan sahabeler bizim asla erişemeyeceğimiz peygamberin gözünden çıkan enerji akışına maruz kalmalarından ötürü çok yüce mertebelere erişmişlerdir. Onlar gibi olamasak da yaklaşabilmek için peygamberin soyundan gelen şeyhlerin bakışlarına en azından maruz kalmalı ve bu enerji akışını o sayede gönlümüze akıtarak cennete gitmeye hak kazanmalıyız.

Peygamber Efendimizin sohbet meclislerini Kuran’dan görüyoruz ki bilgi akışı nazarla değil soru cevap şeklinde. Kuran’da birçok yerde “sana sorarlar De ki”, ya da direk olarak “De ki” diye başlayan ayetler vardır.  Demek ki Hazreti Peygamber insanları ne olduğu belirsiz enerjik bakışlarla değil herkesin duyup anlayabileceği kelimelerle bilgilendiriyormuş. İnsanlara aktarabileceği bir bilgisi olmayanların bakışları ile eğitim vermeye çalışmalarına şaşırmamak gerek çünkü konuşan insanın bilgili mi cahil mi olduğu anlaşılır. Anlaşılmasını istemiyorsan susar ve etrafa anlamlı anlamlı bakarsın.

Sevgili kardeşim görüyorsun ki gündelik hayatımızda elimizi hangi konuya atsak muhakkak orada Kuran’da anlatılan din ile çelişen ve bu çelişkinin de dışında insanı Allah’ın affetmeyeceği tek günah olarak bildirdiği şirke sokan uygulamalar ve inançlar var. Allah peygamberlerin dahi şirke bulaşmaları durumunda amellerinin sıfırlanacağını söylüyor. Meleklerin ilahlık iddiası ile şirke bulaşmaları durumunda cehenneme atacağını söylüyorken etrafta şeyh kisvesinde caka satan küçük birer ilah olduğunu ima ve iddia eden ya da müritleri tarafından böyle görülen şahısların akıbetleri ne olur bilemiyorum.

Ancak bildiğim şey şudur YUNUS 100: “Allah aklını işletmeyenlerin üzerine pislik yağdırır.”

Aklımızı kullanalım, Kuran meali okuyalım ve bilmediğimiz konuların puslu fikirlerin ardına düşmeyelim.

Sağlıcakla Kalın.

Bir yanıt yazın