Bugün zihinlerimizde yer edinmiş olan Türk varlığı ne yazık ki sadece Türkiye Cumhuriyeti toprakları içerisinde yaşayan vatandaşlarımızdan ibaret bir hâle bürünmüştür. Oysa Balkanlar’da, hemen güneyimizde “Orta Doğu” diye tabir olunan bölgede, Türkistan coğrafyasında ve sayılarını artırabileceğimiz pek çok noktada Türk varlığından bahsetmek gerekecektir. Hemen güneyimizde yaşayan Türkler ile aramıza nasıl “Türkmen” kavramı ile psikolojik bir sınır koyulduysa yine aynı şekilde Balkanlar’da yaşayan Türklerden “Müslüman azınlık” diye bahsedilerek orada yaşamlarını sürdüren millettaşlarımızın meselelerine yabancı ve duyarsız kalınmış, zaman içerisinde bölgedeki Türk varlığından bîhaber konuma düşülmüştür. Bundan yaklaşık 105 sene önce Teşkilat-ı Mahsusa’nın yiğit ve gözü pek mensuplarından başta Eşref Kuşçubaşı ve Süleyman Askeri Bey’in vazifelendirilmesiyle Batı Trakya’ya geçilmiş ve orada yaşanan hadiselere sessiz kalınmamıştı.
Türk’ün teşkilatçılığı, kısa süre içerisinde örgütlenmesi ve bunu başarıyla gerçekleştirmesinin önemli timsallerinden bir tanesi tarihte Batı Trakya Türk Cumhuriyeti olarak karşımıza çıkmaktadır. Sınırlı bir kuvvetle kurulan bu devletin ömrü kısa olmuş olsa da Türklerin kurmuş olduğu ilk cumhuriyet olması dolayısıyla büyük bir tarihi öneme de sahiptir. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti’nden 5, Türkiye Cumhuriyeti’nden ise 10 sene önce kurulmuştur.
Osmanlı Devleti’nin Batılı güçler tarafından “hasta adam” olarak nitelendirildiği dönemde azınlık unsurlarının oluşturduğu çeteler tarafından gerçekleştirilen eylemler dolayısıyla can ve mal güvenliği ortadan kalkmış ve milletimiz tarifsiz acılar yaşamıştır. 1. Balkan Savaşı neticesinde imzalanan Londra Antlaşması sonucu Midye-Enez hattının batısında kalan topraklar Balkan Devletlerine bırakılmış, Bulgaristan’ın yaşadığı zafiyetten yararlanılarak Edirne geri alınsa da Batı Trakya olarak bahsedeceğimiz bölgede büyük bir Türk varlığı kalmış ve bu durum bilhassa çeteciler vasıtasıyla Türklere yönelik sindirme, yıldırma politikasına dönüşmüş, ne yazık ki millettaşlarımız katliamlara uğramıştır. Bölgede katliam yapan Bulgar çetecilere karşı konulması için Yarbay Enver Bey tarafından beraberinde 15 subay ve 100 erle birlikte bölgeye gönderilen Eşref Kuşçubaşı, karşılaştığı tabloyla durumun vahametini anlar ve Bulgar çetecilerin izini sürerek bir kısmını esir etmek suretiyle geri kalanını dağıtır. Kuşçubaşı’nın ilerleyişinin İstanbul tarafından hoş karşılanmaması üzerine geri çağırılırlar. Ancak Enver Paşa’nın direkt Kuşçubaşı’na verdiği talimat üzerine tüm Batı Trakya’yı ele geçirmek için harekete geçilir. Kuşçubaşı, 115 askeri ve beraberindeki milis kuvvetlerin büyük süratle ilerlemesiyle 31 Ağustos 1913 tarihinde merkezi Gümülcine olmak üzere Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi ilan edilir ve Cumhur reisliğine Hafız Salih Efendi, Erkan-ı Harbiye (Genelkurmay Başkanlığı) reisliğine ise Süleyman Askeri Bey getirilerek 12 Eylül 1913 tarihinde Garbi Trakya Müstakil Hükümeti adıyla Batı Trakya Türk Cumhuriyeti resmen kurulmuş olur. Devletin başkenti Gümülcine olarak ilan edilirken yeşil ve beyaz renklere sahip ay yıldızlı bayrağı kabul ederler. Tam teşekküllü bir devlet örneği olan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti posta pulu bastırmış, amaçlarını dünyaya duyurabilmek için Batı Trakya Ajansını kurmuş, Türkçe ve Fransızca yayın yapacak olan bir gazete çıkarmışlardır. Bunlarla birlikte pasaport uygulamasına geçilip ülkeye giriş ve çıkışlar sıkı bir denetime tâbi tutulmuş, Garb-ı Trakya Adliyesi kurularak hukuk nizamı tesis edilmiştir. Kısa süre içerisinde 24.000’i bölge halkından olmak üzere 30.000 kişilik bir ordu oluşturulup ülke vilayetlerine dağıtılmış ve Batı Trakya Türkleri’nin uzun süredir muzdarip olduğu güvenlik problemi de çözüme kavuşturulmuştur. Öte yandan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasında bölgede yaşayan Türk halkının büyük katkısı söz konusudur. Eşref Kuşçubaşı ve beraberindeki kuvvetlerin örgütlemesi üzerine silahlı mücadeleye katılan bölge halkı tabir olunurken “Kuvay-ı Milliye” ifadesi kullanılmaktadır. Anadolu’daki direniş ve kurtuluş hareketinden de önce Batı Trakya’da kullanılan bu kavram daha sonraları millî mücadelemizde yer alan önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni Bulgaristan’ın ve Yunanistan’ın tanımış olmasına rağmen Osmanlı Devleti tanımamış ve kısa süre içerisinde Batılı devletlerin baskısıyla beraber bölgedeki kuvvetlerine geri dönmesi yönünde talimat verilmiş olsa da Batı Trakya’da yaşanan içler acısı durumu yerinde görmüş olmaları dolayısıyla bu talimata uymamış ve bölgede kalmaya devam etmişlerdir. Daha sonrasında İstanbul Hükümeti ile Bulgaristan arasında imzalanan İstanbul Antlaşması’yla Batı Trakya’nın Bulgaristan’a ilhakı kabul edilmiş ve bölgenin 25 Ekim 1913 tarihine kadar boşaltılması kararlaştırılmıştır. Dönemin Avrupa menşeili haritalarında dahi Batı Trakya bölgesinden “Türkiye” olarak bahsedilmesine rağmen geride ne yazık ki büyük bir Türk varlığı bırakılmıştır. İki devletin baskısıyla istemeye istemeye geri çekilen kuvvetlerimiz ellerinde bulunan silah ve mühimmatları “ileride yeniden ihtiyacımız olur” düşüncesiyle belirli yerlere gömmüşler ve bu şekilde Batı Trakya’yı terk etmişlerdir. Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin 29 Ekim 1913’te lağvedildiği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 29 Ekim 1923 tarihinde kurulduğunu göz önüne alırsak, bu tarihin Mustafa Kemal Atatürk tarafından seçilmiş alelade bir tarih olmadığı anlaşılacaktır.
3 Eylül 1913 tarihinde, Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin millî marşını kaleme alan Süleyman Askeri Bey, Türk’ün kahramanlığını, Balkan Türkleri’nin hürriyete duydukları özlemi ve inancı dile getirmiştir. Ne yazık ki marşta bahsedilenin aksine Devletin ömrü kısa sürmüş olsa da gelecek nesiller için menzilimizi resmeden bir emanet niteliğindeki muhtevayı bizlere miras bırakmıştır. Marşın bestelenmesi ancak Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümünde, 2013 senesinde gerçekleşmiştir.
“…
Biz, millî istiklâl için Meriç’i, Karasu’yu aştık,
Bütün müstevlileri ezerek, yenerek hedefe ulaştık.
Balkanlarda şanlı bir cumhuriyet çığırını açtık,
İlk defa hürriyet meş’alesini biz yaktık.
Bu bayrak dalgalanacak, cumhuriyet yaşayacak!
Karşımızdaki düşmanlar bizden ürküp kaçacak!
Binlerce yıl hür yaşayan bir milletin torunlarıyız,
Şu steplerin kurdu, arslanı, göklerin kartalıyız.”