Siyasal ve düşünce hayatımızın en önemli unsurlarından biri olan Türk milliyetçiliği, modern anlamda bir fikir ve ideoloji olarak doğduğu 19. yüzyıldan bu tarafa bakıldığında, politik ve ideolojik olarak en buhranlı günlerini soğuk savaşın bitiminden günümüze kadar uzanan süreçte yaşamaktadır. Söz konusu buhran, politik ve ideolojik bir krizdir. 1919-1922 arasında vermiş olduğumuz kurtuluş mücadelesinin ruhu ve bu mücadelenin eseri olan cumhuriyetin kuruluş felsefesi Türk milliyetçiliği, 19. yüzyılın sonunda, 20. yüzyılın başlarında ve ortalarında dünyadan ve Türkiye’den Türk milliyetçiliğine, Türk milliyetçiliğinden de dünyaya ve Türkiye’ye bakabilme kabiliyetini, soğuk savaş sonrasında sergileyememiştir. Bu durum, tehdit dinamiklerinin tamamen değiştiği bir konjonktüre rağmen, Türk milliyetçiliğini siyasi ve fikri anlamda soğuk savaş kalıbında bırakmış, duraklama dönemine sokmuştur. Oysa SSCB’nin çöküşünün ardından soğuk savaşın bitmesiyle küreselleşme evresi başlamış ve içinde bulunduğumuz bu evre Türk istiklal ve cumhuriyetine çok ciddi saldırılar yöneltmiştir. Buna karşılık, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve SSCB’nin çökmesi olmak üzere, 20. yüzyılda iki kez zafer kazanmış olan Türk milliyetçiliği, eseri olan cumhuriyetin karşı karşıya kaldığı küresel tehlike ve saldırıları engelleyememiştir. Şüphesiz ki bu durumun temel sebebi, Türk milliyetçiliğinin 21. yüzyıla değişen ve gelişen dinamikleri üzerinden bir bakış açısı ortaya koyamamış olmasıdır. Azınlıkta kalan bazı milliyetçi aydınlar haricinde, 21. yüzyılın tehdidi olan küreselleşmeye karşı gereken milli duruşun sergilemesi zorunluluğunun farkına varan olmamıştır. Oysa göz olanı, akıl olacağı görür. Olacakları görebilme meziyetine sahip Türk milliyetçiliği, uzun bir süredir olanlar üzerinden söylem ve siyaset ortaya koymuş, olacaklar üzerine enerji harcamamış, böylelikle duraklama devrinden de daha geriye bir gidişat başlamıştır.

Yaşanılan buhran, Türk milliyetçiliği fikrini değerleri noktasında da köreltmeye başlamış, değerler aşınmasına uğratmıştır. Örneğin, Türk milliyetçiliğinin kadim değerlerinden birinin düşünceyi ifade hürriyeti olduğunun bugünün Türk milliyetçileri ne kadar bilincindedir? Türk milliyetçiliğinin bir güvenlik doktrininden ibaret olmadığı, aynı zamanda iktisadi, ahlaki, ilmi ve kültürel alanlar başta olmak üzere her alanda icra edilmesi gereken, her alana hitap eden, her alanda program ve çözüm önerileri olan ve olması gereken bir fikir sistemi olduğu, Türk milliyetçilerine unutturulmamıştır diyebilir miyiz? Bugün Türk milliyetçiliği, yaşadığı buhranın etkisiyle, başkalaşma sorunu ile de karşı karşıyadır. Söz konusu başkalaşma sorunu, iki açıdan dikkat çekmektedir. Birincisi, son zamanların modası haline gelen, milliyetçilik kavramının önüne ekleme yapma eğilimidir. “Sivil milliyetçilik”, “İktisadi milliyetçilik”, “Seküler milliyetçilik” vs. gibi. Bu eğilim, günümüzü milliyetçi perspektiften okuma üzerine iyi niyetli bir yaklaşım gibi dursa da, milliyetçilik üzerinde yanlış intibaların oluşmasına sebebiyet vermesi kaçınılmazdır. Çünkü önüne eklediğiniz o kavram, milliyetçiliğin içeriğinde olmadığı algı ve anlamına neden olur. Milliyetçilik, zaten sivil bir harekettir. Zaten iktisadi hayata da hitap eder ve iktisadi hayata hitap etmeyen bir milliyetçilik olamaz. Eklenen kavramlar, milliyetçiliği salt mana ve heyecanından uzaklaştırmanın yanında, ortaya parçalara ayrılmış bir milliyetçilik anlayışı çıkarır. Bu tablo ise, yarım milliyetçi, kısmen milliyetçi tipleri doğurur. Yani kendini, herhangi bir açıdan milliyetçi gören ama milliyetçiliği bir bütün olarak benimsemeyen birey tipleri. Kendini milliyetçi değil, iktisadi milliyetçi veya buna benzer bir şekilde tanımlayan insanları inşa etmeye değil, Türk milliyetçiliğinin bütün alan ve sorunlara hâkim bir fikir sistemi olduğunun lanse edilmesine ve bu minvalde 21. yüzyılın ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir hale getirilmesine ihtiyaç vardır.  Bilinmeli ve farkına varılmalıdır ki; milliyetçilik kavramının önüne başka kavramları ekleme modasının sağlayacağı bir fayda olamaz.

İkinci durum ise şudur; bugün Türkiye’de adı Türk milliyetçiliği olan ama “Türkiye milliyetçiliği” işlevi gören bir tarz hâkim haldedir. Türk milliyetçiliğinin Türkiye milliyetçiliği olarak anlaşılması olarak da ifade edebiliriz bu durumu. Sadece vatanı ve milleti böldürmeme paradigmasına sahip, Türk Dünyası vizyon ve misyonundan uzak, sınırlarımız dışındaki Türkler ve durumları ile ilgilenmeyen, tarihin şanlı sayfaları ile övünme ve yetinme ideolojisi olan, geleceği kurgulamaktan yoksun, milliyetçiliği aynı zamanda bir hayat tarzı olarak görmeyen ve İslamcılığın yörüngesinde bir işleve sahip Türkiye milliyetçiliği, aslında bütün bir Türk Dünyası demek olan, ülkülere sahip, değerlere sahip Türk milliyetçiliğinin muarızıdır. Türkiye milliyetçiliğine evriliyor olması, Türk milliyetçiliğinin günümüzde maruz kaldığı en yakın tehditlerden biridir. Bu tehdit sıradan bir tehdit değildir, Türk milliyetçiliğine bir suikast gerçekleştirmeye doğru ilerlemektedir ve ilerleyişin sonucu, Türk milliyetçiliğinin değer ve ülkülerini kaybetmesi olacaktır. Ne yazık ki, çağın gerçekleri kapsamında çözümler üretemez halde olan Türk milliyetçiliği, kendi politik ve ideolojik sorunları noktasında da tıkanmış haldedir. Düşünelim; soğuk savaş döneminde dünyanın iki kutbundan birinin SSCB olmasına rağmen, o dönemde Türk milliyetçilerinin ana gündeminde değişmez hususlardan biri Türk Dünyası ve Sovyetlerin esareti altındaki Türk yurtlarıydı. Bugün ise, SSCB’nin tarihe karışmış olmasına ve Orta Asya’da bağımsız Türk Devletleri’nin varlığına rağmen, Türk Dünyası soğuk savaş dönemindekinin yarısı kadar bile Türk milliyetçilerinin ve Türk milletinin gündeminde değildir.

Görülüyor ki, ilke ve hedefler aşınmaya uğramıştır. Eğer Türk milliyetçiliğinin sorunlarının çağa uygun tespitlerini yapılmaz ve bu çerçevede fikri tartışmalarda yaşanmazsa, Türk milliyetçiliğinin buharlaşma ve başkalaşma süreci devam edecektir. Milliyetçi aydınlar, Türk milliyetçiliğini fikir uykusundan uyandırmalıdır. Türk milliyetçiliğinin fikri ve ideolojik yenilenmesi, paradigmasını geçtiğimiz yüzyılın başındaki kimliğine döndürüp, bu şekilde bugünü ve geleceği okuyabilir hale getirilmesi, milliyetçi aydın ve siyasetçilerin bir görevidir. Türk milliyetçiliği, ilkesizlikler, şahsi menfaatlerini ideoloji yapan zihniyetlerden arındırılmak mecburiyetindedir.  Türk milliyetçiliği, geride bıraktığımız yüzyılın kavramsal çerçevesinden, içinde bulunduğumuz kavramsal çerçevesine taşınmalı ve çağın gündemine dair söylem ve cevaplar üretmelidir. Türkiye milliyetçiliği algısı yok edilmeli ve Türk Dünyası’nın bütününe hitap eden bir yeni nesil bir Türk milliyetçiliği ideolojisi oluşturulmaya çalışılmalıdır. Bu çalışma, kürselleşmenin dayattığı etnik milliyetçiliğe karşı da bir savunma mekanizması olacaktır.

Çağa Türk’ün mührünü vurmak için, önce çağı yakalamamız gerekmektedir. Türk milliyetçileri, fikir kurultayları gerçekleştirerek, milliyetçiliğin yenilenip, çağı okumasını ve küreselleşme karşısında belirgin bir milliyetçi tavrın ortaya çıkmasını sağlamalıdır. Kadro – vizyon – kitle iletişim araçlarını kullanma – strateji ve çözüm oluşturma noktasında atılacak adımlar, fikir kurultaylarında tartışılmalı ve ortaya konulmalıdır. Bugün Türkiye ve Türk Dünyası’nın içinde bulunduğu durumun sebebi, Türk milliyetçiliği değildir. Problem, ülkemizde ve dünyada dinamikler değişirken bu değişime uygun düşünce ve siyaset üretilememesidir. Kaldı ki, Türk milliyetçiliğinin durumu, sadece politik yanlışlarla açıklanamaz. Fikirleri topluma aktarmada çok etkili olan edebiyat, sinema, tiyatro vs. gibi alanlardan geri çekilmiş bir Türk milliyetçiliğinin varlığını kabul etmek durumundayız. Bu çekilme, karşı propaganda karşısında Türk milliyetçiliğini işlevsiz bırakan bir başka sebeptir. Türk milliyetçileri, düşünce ve fikirleri topluma aktarmada etkili olan mecralarda bulunmayacaksa, özünü ve manasını yitirecek şekilde dönüşüme zorlanan cumhuriyetin etrafındaki kuşatmayı nasıl kaldıracaktır? Topraklardan ziyade algıların işgali küresel hedeflerin aşama kaydettiği bir çağdayız. Böyle bir çağda, Türk milliyetçiliğinin düşünce ve duruşuna, dinamizmine Türkiye ve Türk milletinin en az 1919 Mayıs’ının 19’undaki kadar ihtiyacı vardır. Yanlış yorum ve düşüncelerden arındırılmış, sorunlarını halletmiş ve yenilenmiş bir Türk milliyetçiliği, yeniden en büyük savunma silahı ve taşıyıcı kolon olacaktır. Özetle; Türk milliyetçiliğinin siyasi ve fikri canlanmasını sağlamak mecburiyetindeyiz. Türk milliyetçiliğini, paradigmasını öze döndürerek, küresel tehlike karşısında pozisyonunu alabilmiş hale getirmekle yükümlüyüz. Eğer ki Türklüğe sevgiyle bağlıysak, bu bağlılık Türklüğe hizmet etme kararlılığımız olmalıdır. Bu kararlılık, Kurtuluş savaşını yaptıran, cumhuriyeti kuran kararlılıktır. Soğuk savaş döneminde Türk Devleti’nin ayakta kalmasını sağlayan kararlılıktır. O kararlılıkta olanlara selam olsun…

Bir cevap yazın