Vaktiyle hüküm sürmüş bir padişahın yalnızca kendisine dalkavukluk etmekle görevli bir lalası ile arasında şöyle bir sohbet geçer;
Padişah: ‘’Lala, şu patlıcan yok mu? Ne mübarek bir sebze, öyle değil mi?‘’
Lala başlar görevini icra etmeye; ‘’Haşmetlû hünkârım, sebzelerin en mübareğidir patlıcan. İmambayıldısı yapılır, karnıyarığı yapılır, hele dolması tadından yenmez.‘’
Bu cevap üzerine padişah; ‘’Abartma lala, alt tarafı patlıcan işte.’’
Lala yine görevine sadık şekilde; ‘’Haklısınız padişahım. Hadi dolması neyse de, diğer yemekleri o kadar da güzel değildir.‘’
Padişah dalkavukluk ehli lalasına kızar ve şöyle der; ‘’Ya lala sen ne biçim adamsın? Önce patlıcanı yere göğe sığdıramadın. Şimdi ise patlıcanı beğenmiyorsun.‘’
Lala lafı gediğine oturtur ve şu cevabı verir; ‘’Padişahım, benim görevim size dalkavukluk etmek, patlıcana değil.‘’
Bu hikâyeyi niye mi anlattım? Türk milliyetçilerinin dalkavukluk paradigmasını değiştirmesi gerekiyor da o yüzden. Türk milliyetçilerine dalkavuk mu diyorum? Asla! Peki, ‘’Türk milliyetçileri dalkavukluk yapmalı‘’ diyecek miyim? Kısmen evet. Elbette ki Türk milliyetçileri dalkavuk değildir. Zira en başta Türk milliyetçiliği dalkavuk değildir. Ancak bugün, ‘’Türk milliyetçileri dalkavuk değildir.’’ demekten ziyade ‘’Türk milliyetçileri dalkavuk olmamalıdır.’’ demenin daha gerçekçi ve yararlı bir yaklaşım olacağı da unutulmamalıdır. Ne yazık ki çağların yozlaştırıcı etkisinden, Türk milliyetçileri de değerler aşınmasına uğramak suretiyle nasibini almış ve yozlaşma salgınından dalkavukluk virüsünü kapmıştır. Aksini iddia etmenin, Türk milliyetçilerine ve Türk milliyetçiliğine faydası değil zararı olacaktır. Çünkü dalkavukluk, bugün Türk toplumunun ve Türk milliyetçilerinin bir sorunu olarak karşımızda durmaktadır. Dalkavukluk başka toplumlar ve fikir sistemleri için bir sorun teşkil etmeyebilir ama Türk milletinin karakteristik özellikleri ve Türk milletinin tarihinden ve değer yargılarından süzülerek gelen Türk milliyetçiliğinin kadim değerleri düşünüldüğünde, dalkavukluğun Türk toplumunda ve Türk milliyetçiliğinde zerre kadar yeri olmadığı görülecektir.
Peki, bugün yaşadığımız dalkavukluk sorunu nasıl bir sorundur? Dalkavukluğun içeriğinden bazı meziyetleri ortaya koymak, bu sorunun içeriğini de ortaya çıkaracaktır. Mesela dalkavukluk; kendisine çıkar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmaktır. Dalkavukluk paradigmasının değişmez maddelerinden biri nemelazımcılıktır. Dalkavukluk sınırsızdır. Bir yerde dalkavuklar var ise, orada adalet, hürriyet ve cesaret sürgündedir ve hoş karşılanan şeyler değildir. Türk milliyetçileri ise, en başta kendilerine dalkavukluk yaparak bu virüsün etkisini yaşamaktadırlar. Neden bahsettiğimi Galip hoca anlatsın. Ne diyordu Galip Erdem Ağrı Dağı teorisinde; ‘’Bizler davayı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık. Yola koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu fark ettik: ‘Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk!’ Meğer biz davayı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.’’ İşte Galip hocanın Ağrı Dağı teorisinde anlattığıdır, Türk milliyetçilerinin kendilerine yaptıkları dalkavukluk. Keza Türk toplumundaki dalkavukluk sorunu da aynı temele dayanmaktadır. İnsanların kendilerine yaptıkları dalkavukluk gelişerek devam etmiş ve çıkarı olan kişilere, kurumlara dalkavukluğu da körüklemiştir. Atsız hoca, dalkavukluğu içerdeki düşmanlarımızdan biri olarak kabul eder. Dalkavukluğa düşman tanımlaması yapması muazzamdır, çünkü dalkavukluk Türklüğün tarih boyunca savaştığı milletlerden daha az tehlikeli değildir.
Şurası da bir hakikattir ki, Türk milliyetçileri dalkavukluğu yenmeden Türk toplumu bu düşmandan kurtulamaz. Türk milliyetçileri dalkavukluğu nasıl yenecektir peki? İçindeki dalkavukları döverek mi? Bu çare, çare değildir, çünkü o zamanda dalkavuk düşmanı dalkavuklar türeyebilir ve yeni nesil dalkavukluk yaratmanın bir anlamı yoktur. Peki, nedir çaresi, Türk milletinin ve dolayısıyla Türk milliyetçilerinin düşmanı olan dalkavukluktan kurtulmanın? Dalkavukluğu bugün yenmenin yolu, davamıza, yani Türk milliyetçiliğine dalkavukluk yapmaktan geçiyor. Kendimizi, kişileri ve kurumları yüceltmek yerine, davamızı yüceltmek, dava yükselirse bende yükselirim diye düşünüp bunu ilke haline getirmek, şahsi çıkarlar yerine davamızın çıkarlarını düşünmek, davamızın büyüklüğüne hayranlık duymak ve bunu yansıtmak, dalkavukluğu yenmenin formolüdür. Türk milliyetçileri davalarına dalkavukluk yaptığı takdirde, aşınmaya uğrayan Tük milliyetçiliğinin kadim değerleri de yeniden ortaya çıkacak ve yaşanmaya başlayacaktır. Unutulan o değerler, yaşanıp, yaşadıkça, dalkavukluk sürgüne gidecek, dava ise Ağrı Dağı’na çıkacaktır.
Atsız hoca, Türk milletinin içerdeki bir diğer düşmanı olarak, komünistleri belirtmiştir. Ne var ki komünistler ve komünizm, tarihe Türk milliyetçiliğine yenilmiş ve tehdit olmaktan çıkmış bir düşman olarak tarihteki yerini almıştır. Türk milliyetçileri sadece kendisinin değil, aynı zamanda bütün insanlığın düşmanı olan komünizmi, davalarını yücelterek, davaları uğruna ölümü göze alarak yenmiştir. Bugün ise dalkavukluğu yenmek için ölmeye gerek yoktur. Ama dalkavukluk karşısında Türk milliyetçiliğinin bütün değerlerine sımsıkı sarılmaya ihtiyaç vardır. Öyleyse yapmamız gereken, Türk milliyetçiliğini yeniden dalkavukluğun düşmanı haline getirmektir. Yaşasın Türk milliyetçiliğine dalkavukluk!