Türk milleti, bütün dünyanın tanıması gereken eşsiz kahramanlar, bilim adamları, filozoflar, sanatçılar yetiştirmiştir. Ne yazık ki bu değerleri ne kendi insanımıza ne de dünya insanlarına tanıtabilmişiz. Bu tanıtımı, sanatın her kolu ile başta devlet olmak üzere herkes yapabilmelidir. Özellikle bu görev film yapımcılarının, tiyatrocuların, yazarların, öğretmenler ve basınındır.

Milli Mücadele’ye katılıp da adları tarihe altın harflerle yazılması gereken fakat isimleri unutulan yüzlerce kahramanımız var. Ayşe Çavuş, Demirci Mehmet Efe, Torosların Kartalı Kılavuz Hatice, Şerife Bacı, Gökçen Efe, Çete Ayşe, Çakırcalı Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Antep savunmasının kahramanlarından Cücüş Baba, Şahin Bey, Hayme Ana bu kahramanlardan sadece birkaçıdır. Milletimize gururla anlatacağımız, dünyada eşi benzeri olmayan, bağımsızlık mücadelesi veren kahramanlarımızdan birisi de  ‘Kara Fatma’ lakaplı Fatma Seher’di.

Erzurum’da ilkokul sıralarında okurken sevgili öğretmenlerim Nene Hatun’dan bahsederdi. Evine gitmiştik, büstünü görmüştük. Kara Fatma’nın ise sadece ismi geçerdi. Kimdir, nedir, necidir bilmezdik. Zaten ‘Kara Fatma’ bilinseydi bu eşsiz kahramanın adı şehirde bir meydana, bir caddeye veya bir okula verilirdi. Onu tanımamak bizim ayıbımızdı, hatamızdı; hatalarımızı ise biz sürekli tekrar ediyorduk. Tarihimizi araştırıp dersler çıkaramadık, ibret alamadık. Tıpkı Mehmet Akif Ersoy’un, “Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” dediği gibi. Tarihin sadece zafer sayfalarını anlatmak hoşumuza gidiyordu bizim.

Emperyalist güçlerin yapmak istediği Osmanlıyı acze düşürmek, ortadan kaldırmak ve Türk topraklarını paylaşmaktı. Yaralı aslana son tekme atılacaktı. Türk milletinin inançlı milisleriyle Kuvâ-yi Milliye güçleri Anadolu’nun ortasına sıkıştırılmıştı.  Kara Fatma milisleriyle bu çemberi kırmaya çalışanlardandır.

Eşi Binbaşı Derviş Bey, Sarıkamış Savunması’nda şehit olunca Kara Fatma,  çocuklarını aldığı gibi İstanbul’daki kardeşlerinin yanına gider. ‘Deli Sülo’ lakaplı kardeşi Süleyman da Kasımpaşa’nın ünlü kabadayısıdır ve çetesiyle işgal güçlerine karşı direnmektedir.

Kara Fatma oğlu Seyfettin ve kardeşi Süleyman ile…

Fatma Seher ve kadın arkadaşları da katılır çeteye. Bu zilleti görünce dayanamaz: “Kadın isem Türk değil miyim, elbet bize de düşecek bir vazife vardır!” diyerek, Sivas’a, Mustafa Kemal’le görüşmeye gider. Burada, “Kadın isem Türk değil miyim?” diyecek kadar Türklük bilincine sahip bir insanın mücadele azmi, insanı heyecanlandıran, etkileyen, hayranlık uyandıran bir anlayıştır. Fatma Seher’in en önemli özelliği bu olsa gerek. Çok büyük zorluklar, imkânsızlıklar içerisinde Sivas’a gider, Mustafa Kemal’le tarihi görüşmesini yapar ve ondan görev ister:

 “Paşam, şehit eşimi toprakta, iki yetimimi İstanbul’da bırakıp sizinle görüşmeye geldim. Bu aziz vatanı kurtaracak sensin, bütün millet senin emrini bekler… Edirne’de düşmana karşı geri hizmette bulundum, yaralı askerleri sırtımda taşıdım, kadınları topladım, askere çorap ördük, mintan diktik ama yetmedi bana, vatan için görev isterim senden Paşam, düşmana karşı vuruşmak isterim. Kocamın bıraktığı yerden ben devam etmek isterim… İş göster bana, emret!”

 İşte o an Mustafa Kemal elini omzuma koydu ve

“Bundan sonra düşman senden korksun, bütün kadınlarımız senin yiğit, ak yüreğini taşısın, Kara Fatma…”

Erzurumlu Fatma Seher’in ‘Kara Fatma’ oluşu Sivas’ta böyle başlamıştır.

Daha sonra ise Mustafa Kemal bir kâğıda bazı notlar yazarak Kara Fatma’ya vermiş:

“Haydi, göreyim seni, verdiğim talimatı unutma, bir an evvel İstanbul’a git, hazırlan ve işe başla!” demiştir.

Kara Fatma oğlu Seyfettin ile…

Kara Fatma İznik Kocaeli Bölgesinde silah arkadaşları ile…

Kadın ve erkek 700 civarında milisiyle İnönü, Eskişehir, Afyon, Kütahya Muharebeleri’ne katılır. Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde Trikopis’e esir düşer. Başkumandan onu görünce, hayret ve şaşkınlıkla; “Sen Kara Fatma!” diye üç kez ismimi tekrarlayınca, Kara Fatma da, “Anadolu’daki Kara Fatmaların en kuvvetlisi benim!” der. On dokuz gün esir kaldıktan sonra yara bere içerisinde kaçmaya muvaffak olur.

Milli Mücadele yıllarının efsanevi kadın kahramanı, dünyada eşine benzerine rastlanılmayan cesaretin, özverinin, korkusuzluğun, vatan ve millet aşkının timsali olan Kara Fatma,  binlerce hatırayla dolu cephe hayatında romanlara, filmlere konu olabilecek bir hayat yaşamıştır. Onu ve on bir yaşlarındaki evlatlığı Fatma’yı hayatları boyunca etkileyecek anılardan birisi de İzmit dolaylarında geçmiştir.

Fındıktepe 11.Yunan tümeni tarafından işgal edilmişti. Tepe’yi ele geçirme görevi Kara Fatma’ya verilmiştir. Genel taarruz yapılır. Küçük Fatma erlere matara ile su dağıtırken, bulunduğu yere şarapnel mermisi düşer, Fatma’nın sağ elinin parmakları kopar. Bu savaşta Kara Fatma ise göğsünden vurulur. Hücum devam eder ve tepe alınır. Fındıkepe’de Türk bayrağı dalgalanırken kardeşi Mehmet çavuşun kollarına yığılıp kalır… İzmit-Kızılay Hastahanesi’nde gözlerini açtığında, kızı Fatma da yanındaki yatakta yatmaktadır. Hemen kızını sorar. İyi olduğunu öğrenir ancak asıl haber kendisiyle ilgilidir. Doktor, “Konuşup kendinizi yormayın!” der, “Göğsünüze bir şarapnel isabet etmiş, nefes alırken canınız yanacak. Bir süre, iki üç ay at binmek, yorulmak yok, şarapneli çıkaramadık, o madalyanız oldu artık, zarar vermez size, merak etmeyin!..”

Kara Fatma üzülmüştür, kendisine yakışan bir cevap verir: “Gâvur hep içimde mi duracak!”

Kara Fatma Üsteğmen ve Bölük Komutanıdır…

Kara Fatma bir eylem kadınıdır. Eğitim görmese de içindeki cevher, ailesinden aldığı kültür onun bir fikir, bir filozof kadın olmasını da sağlamıştır. Milli Mücadele bitmiş, İstiklal Harbi kazanılmış ve Cumhuriyet kurulmuştur. 1930 yıllarında onu ziyarete gelen bir gazeteciye verdiği beyanat bu gün dahi kimsenin düşünemeyeceği, söylemeye cesaret edemeyeceği sözlerdir. İleri görüşlülük, geleceği okuma ve gelişmişliğin nasıl olacağını kısa, özlü olarak anlatıyor: “Çocuklarımız mutlaka okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu’da erkek ve kız çocuklar okuyacak olurlarsa Anadolu’nun hali değişecek, Türkün yüzü gülecek, işi düzelecek, bütün batıl düşünceler ortadan kalkacaktır. Bugün Anadolu’da bir ailede iki erkek varsa yanı başında on da kadın vardır, bunun için kadın-erkek hep beraber çalışmalıdır. Bunun kimseye bir zararı yoktur; belki faydası vardır. Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini kaybetmez! Zira memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki, bunlar arasında peçe ve çarşafı düşünecek halde değiliz!”

Eylem kadını, direnişçi, aynı zamanda filozof yaradılışlı olan Kara Fatma Cumhuriyet kurulduktan sonra kendisine bağlanan Üsteğmenlik maaşını, “Vatana hizmetin bedeli olmaz!” diyerek kabul etmez ve Kızılay’a bağışlar. Bu günlerden sonra kimsesizlik,  yoksulluk günleri başlar. İstanbul-Kasımpaşa’da yaşamaktadır. Başını sokacak evi dahi yoktur. Hastalığı artmıştır. Zaman zaman günlük işlerde çalışmayı denemiştir. Komşularına muhtaç durumdadır. Komşuları sahipsiz Kara Fatma’yı evine en yakın Galata’daki Rus Manastırı’na yatmaya ikna eder.

Milli Mücadele’nin efsane komutanı Üsteğmen Kara Fatma Rus manastırında…

Evet, bir süre burada kalır; ama ne kadar kaldığı, sonraları ne yaptığı belli değildir. Yokluk, açlık, muhtaçlık bir süre devam etmiştir. O yıllar tesadüflerle hayatından kesitler öğreniyoruz. 67 yaşına geldiğinde Hürriyet Gazetesi onun Darülaceze Hastahanesi’nde yattığını duyurur. Ne yazık ki hastaneye yatırılışından on bir gün sonra hayata gözlerini kapadığını yine aynı gazeteden öğreniriz.

Kara Fatma’nın Darülaceze’deki son günleri ve gazetedeki ölüm haberi…

Vatansever bir insanın hazin öyküsü böyle noktalanıyor tıpkı diğer varlığından dahi haberdar olmadığımız milli kahramanlarımız gibi!

1888 yılında Erzurum-Aşkale’de dünyaya gelen efsane kahraman Kara Fatma, 2 Temmuz 1955 tarihinde çok sevdiği vatan topraklarında kimsesiz ve yoksulluk içerisinde hayata veda ediyor.

Bu gün yaşadığımız bu toprakların vatan olmasında kardeşleriyle, çocuklarıyla kanları pahasına mücadele ederek savaşan bu yürekli, korkusuz insanın payı vardır her ne kadar bizler bilmesek de…

Türk Devleti’nin sonsuza kadar özgürce ve bağımsız yaşamasını amaçlamış bir hedefi vardı. Başka da bir amacı yoktu. Bağımsızlığı için mücadele eden Kara Fatma’nın ibret alınacak hayatı genç nesillere filmlerle, romanlarla, tiyatro oyunlarıyla mutlaka anlatılmalıdır. İsimleri meydanlara, caddelere, okullara verilmelidir. Heykelleri, hayatını anlatan anıtsal eserleri yurdun her yerine, şehitliklere inşa edilmelidir. Bu yüce gönüllü insanlara vefa borcu ödenmelidir.

Kahramanlar geçmişin hafızalarıdır, kahramanlarını hatırlamayan, unutan milletler hafızalarını da silmiş olurlar.

Unutulmamalıdır ki kahramanlarını hatırlamayan, unutan milletler kahraman yetiştiremez!

[1] Konu hakkında daha geniş bilgi: DAĞISTANLI Mehmet,”Ben Kara Fatma”, Salkımsöğüt Yayınları,2014

 

Bir yanıt yazın