Kendi kendimi yetiştirmek zorunda olduğum, işkence derecesinde ağır cehd ve zahmetlerle dolu ilk gençlik çağımda, beni hayata hazırlayan kitaplardan biri de Sir John Lubock’un “Hayatın İdaresi” adındaki eseridir.

Dün eski kitaplarımı karıştırırken onu buldum. Üstündeki tarihe göre, tam kırk iki sene evvel, on beş yaşımda okuyup birçok satırlarının kenarlarını çizdiğim kitap.

Rastgele bir sayfa açtım. Bir İngiliz metropolidinin beşyüz sene evvel kitaplar hakkında yazdığı şu satırları tekrar okudum:

“İşte değneksiz, acı söz söylemeden, öfkelenmeden, hediye ve para istemeden bize bilgi veren hocalar… Onlara yaklaşırsanız, uyumadıklarını görürsünüz. Sual sorarsanız, sizden bir şey gizlemezler. Eğer bir şey bilmezseniz, sizinle alay etmezler.”

Başka bir İngiliz de şöyle diyor:

“En iyi arkadaşlarım kitaplarımdır. Onların bulunduğu yerde istediğim gibi eğlenmeme müsaade ediniz. Orası benim için bir hükümdar sarayı, her istediğim saatte dünyanın bütün sanatkârları, filozofları ve ilim adamlarıyla konuşabileceğim bir yerdir. Bazan da krallar ve imparatorlarla konuşurum. Fikirlerini tenkit ederim. Eğer meşru değilse, zaferlerini tezyif eder, haklarında şiddetli hükümler veririm. Haksız dikilen heykellerini kırarım. Boş ve devamsız bir servet kazanmak için, beni bu endişesiz zevkten ayırmak kabil midir? Asla! Sizin bütün düşünceleriniz para toplamak, benimki de okumak ve bilgilerimi arttırmak olsun.”

Bununla beraber, Makolay gibi (İngilizce imlâsını hatırlayamadım) servet ve şöhret sahibi, nüfuzlu ve sıhhatli adamlar da vardır ki, hallerinin tercümesinde en mesut saatlerini kitaplarıyla geçirdiklerini itiraf etmişlerdir. Bir kız çocuğuna yazdığı mektupta da şöyle diyor:

“Pek hoş mektubuna teşekkür ederim. Sevgili küçük kızımın bahtiyarlığına sebep olduğumdan dolayı ben de bahtiyarım. Onun kitapları sevdiğini görmek kadar beni memnun eden bir şey olmaz. Zira, benim gibi büyüyünce görecektir ki, kitaplar pastalardan, şekerlerden, bütün oyuncaklardan ve dünyanın en büyük kralı olacaksın deseler, istemezdim. Okumayı sevmeyen bir kral olmaktansa, tavan arasında kitap yığınları ortasında oturan bir fakir olmayı tercih ederdim.

*

Fakat bizim gençlerimiz okusunlar? Arap harfleri bilmedikleri için, yüzlerce yıllık muazzam bir kültür mazisi onlara kapalıdır. Divân edebiyatını okuyamazlar. Tanzimat, Edebiyatı Cedîde, Fecriâtî, onlar için, bir liralık kitapların cılız ışığı altında, karanlıkta kalan bir his ve heyecan âlemidir. Nâimâ’yı müstehzî üslûbunun ve dilinin hususiyetleri içinde okuyamazlar. Peçevî’ye, Evliya Çelebi’ye ve daha nicelerine karşı idrakleri kördür.

Baştanbaşa yanlış tercümelerle dolu yabancı eserlerin dışında, bir gencin millî düşüncenin köklerine, millî heyecanın tarihine ve gelişme safhalarına bağlayacak eserler nerde?

Bu soruya hiçbir Maarif Vekili cevap veremezse, onun dilini bağlayan şeyin, aptalca bir Vekillik gururu değil, imkânsızlık olduğundan şüphe eder misiniz?

Peyami Safa, Eğitim Gençlik Üniversite Objektif: 07, s: 40

Bir yanıt yazın