Tanıtımını yaptığımız eserin yazarı Prof. Dr. İsmail Yakıt 40 yılı aşkın etkin akademik çalışmaları boyunca İslam Felsefesi, Türk İslam Düşüncesi Tarihi gibi alanlarda birçok kitap, makale ve bildiri yayınlamıştır. Yazar bu son eserinde, Farabi, İbn Sina, Sühreverdi, Mevlana ve Mehmet Akif Ersoy gibi önemli şahsiyetlerin Türklüğünün neden tartışıldığını incelemiştir. Bu çerçevede zikredilen tanınmış kimselerin hangi sebep ve gerekçelerle Türklükleri konusunda tereddüt yaratıldığını izah etmiştir. Yazara göre, bu yüksek şahsiyetlerin Türklüğe mensubiyetlerini gölgeleme çabalarının geçmişte olduğu gibi günümüzde de bir takım siyasi ve kültürel geri planı mevcuttur.

Yazar eserinde bahsi geçen şahsiyetlerin fikirleri ya da kültüre katkılarının hangi millete mensup olduklarından daha önemli olup olmadığını tartışmaktadır. Ancak asıl meselenin hiç alakası olmadığı halde bu büyük Türk şahsiyetlerinin farklı kökenlere dayandırılmasının yersiz olduğunu belirtir. Sonuç olarak da bu iddiaların çürütülmesi gerektiğine inanmaktadır. Kanaatimce, bu eser bu bakış açısı ile günümüz kültür politikasında büyük Türk şahsiyetlerine sahip çıkma lüzumunu kamuoyuna inandırıcı gerekçelerle beyan etmektedir.

Kitapta kullanılan yöntemler arasında şahsiyetin etnik mensubiyetinin kendisinin söylemesi, güvenilir kaynakların etnik mensubiyet hakkında verilerin ağırlık kazanması, atalarının isimleri dâhilinde Türk isimlerinin olması gibi yöntemler ışığında bilimsel bir sonuca ulaşmak mümkün olmaktadır:

Farabi: Yazar ünlü filozof Farabi’nin özellikle internet ortamında İranlı olarak gösterilmesinden çekinilmediğini ifade ediyor. Farabi’nin doğum yeri olan Farab’ın Horasan’ın bir Türk şehri ve dedelerinin İran’da kesinlikle kullanılmayan Uzluğ, Tarhan (Tarkan) gibi Türk isimlerine sahip olduğuna dikkat çekiyor. Farabi’nin İranlı olduğunu savunanlar coğrafyanın statik, kavimlerin ise dinamik olduğu gerçeğini göz ardı ettiklerini de ifade etmiştir.

İbn Sina: Doğu’nun “eş-şeyhu’r-Reis” (Baş önder-emsalsiz), Batı’nın ise “Avicennae” olarak andığı ünlü fikir adamı, filozof ve hekimdir. İbn Sina aynı zamanda Ortaçağ’da hem Doğu’nun hem de Batı’nın tanınan en büyük hekim ve filozofudur. Celalettin Mevlana gibi aslen kadim bir Türk şehri olan günümüzde Afganistan sınırları içindeki en eski şehir olarak nitelendirilebilecek olan Belh’de dünyaya gelmiştir. Diğer tanınmış ilim ve bilim adamları gibi İbn Sina da eserlerini Arapça ve Farsça olarak kaleme almıştır. Bunun nedeni ise, Arapçanın bahsedilen dönemde ilim dili, edebiyat dilinin ise genellikle Farsça olarak kaleme alınmasıdır. Buhara’daki saraylarında Türk şairleri Farsça manzume yazarlarken, Türk hanedanı Sevük Tekin’in oğullarının Gazne’deki saraylarında Tuslu Firdevs’i Şehnamesi’nin yazıldığı gibi gerçekleri de bu sebebi açığa kavuşturmak için Prof. Dr. İsmail Yakıt eserinde sık sık bilimsel veri kaynaklarından yararlanmıştır.

Sühreverdi: Güney Azerbaycanlı olan bu meşhur Türk filozofunun kitap ve risale halinde olmak üzere doksanın üzerinde eseri mevcuttur. Fuzuli, Şehriyar ve Nebati gibi Türklüğü tartışılmayan bir coğrafyanın çocuğu olan Sühreverdi siyasi gerekçelerle geçmişte ve günümüzde Türklük camiasının dışında gösterilmiştir.

Mevlana: Birçok millet tarafından paylaşılamayan Mevlana, eserlerini Farsça olarak kaleme aldığı için İranlı, Belh şehrinde dünyaya geldiği için Afgan olarak tanıtılmaya çalışılmıştır. Özellikle İran Mevlana’yı bir İranlı olarak tanıtmak için önemli bir gayret sarf ederek kendi kültür ve edebiyatında yer vererek uluslararası arenada Mevlana’yı bir İranlı olarak kabul ettirmiştir. Keza ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, dünya çapında isim yapmıştır ve eserleri onlarca dile çevrilmiştir, eserlerini Rusça yazmıştır fakat bu durum onu Rus yapmamaktadır. Yazarın sunduğu kanıt derecesindeki veriler ise kitabın açığa çıkan gerçeklerin beyanını kabul niteliğindedir. Mevlana’nın atalarının yaşayıp kendisinin de dünyaya geldiği Belh şehrini ünlü vatan şairi Namık Kemal “Türkistan-ı Kebir” olarak ifade eder. Bu şehrin 10-13. yüzyıllar arasındaki etnik nüfusu Türk’tür, konuşulan dil ise Doğu Türkçesi diyebileceğimiz Kaşgar Türkçesi, yani Türkçenin Hakani lehçesidir. Türklerin eserlerinin dönemin ve bilimin şartlarına göre Arapça ya da Farsça olarak kaleme alınmış olması, Türkçenin yazı dili olarak gelişmesinin de geciktiği gerçeğini açıklamaktadır.

Mehmet Akif Ersoy: 1873 yılında İstanbul’da dünyaya gelen ünlü şair Baytarlık mezunu olup Arapça, Farsça ve Fransızcayı çok iyi bilmektedir. Mehmet Akif Ersoy da bazı çevreler tarafından Arnavut olarak tanıtılmak istenmiştir. Sebep olarak ise; Arnavutluk’un Osmanlı’dan ayrılışını isyan eden 06 Mart 1913 tarihli şiiri öne sürülür. Hâlbuki ünlü şair bu şiirinde ifade ettiği gibi kendini milletten ayrı saymanın, ülkeyi küçülteceği, milleti böleceği, bundan faydalanan tek tarafın da düşman olacağını anlatmaya çalışmaktadır. Vatanperverliği tam ve tezatsız bir vatanperverlik olarak nitelendirilirken 1921 yılında “Ordunun Duası” adlı şiirinde oldukça açık bir şekilde Türk’e vurgu yapmaktadır:

‘’Türk eriyiz, silsilemiz kahraman

Müslüman’ız Hakk’a tapan Müslüman’’

 

Kısaca özetlemek istersek Prof. Dr. İsmail Yakıt bazı kimseler tarafından Türklüğün aşağılanıp ırkçılık olarak görüldüğü bir ülkede, yapılan yaygın propagandaların aksine Türklüğün birleştirici bir unsur olduğunu bu eseriyle de ortaya koymuştur. Yazar merhum Alparslan Türkeş’in Kürtlerle ilgili sıklıkla dile getirdiği; “Kürtler ne kadar Kürt ise, biz de o kadar Kürt’üz, ben ne kadar Türk isem, Kürtler de o kadar Türk’tür… Biz et ile tırnak gibiyiz…” anlayışıyla aynı kanaattedir. Yaygın kimliksizleştirme ve kişiliksizleştirme operasyonlarına maruz kalan Türk gençlerinin bu hacimce küçük fakat içerik olarak önemli eseri okumalarını salık veriyoruz.

 

İsmail Yakıt

İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2017, 120 sf, ISBN978-605-155-532-4

Bir yanıt yazın