Zamanı aşma cehdi göstermiş neslime ve gösterme iradesi taşıyanlara ithafen…
Geçmiş asırların gelecek asırlara bağlanacağı anları hayal edebiliyorsak, içimize gizlenmiş hazineyi hissetmeye başlamışız demektir. O hazine ki yaşadığımız hayatın kabusa çevrilmesinin de bir anlamda sebebidir. Yalnız bize ait olan bu hazine, cazibesiyle odakları üzerine çekerken, ona ulaşmak isteyen eller ise bizi böyle bir kâbusun içine soktu, hazineye ulaşamadıkları gibi sahibi olan bizlerin de faydalanamamasına sebep oldular. Bizim o kutsal hazinemiz kültürümüzdür. Zulme göz yummayan asaletimizdir, en önemlisi zamanı aşabilme cehdimiz, çağlar kapatıp çağlar açabilmemizdir…
Batı, kış günlerinin en karanlık günlerindeki soğukluğu ile bizim candan sıcak olan, samimi insanımızı hedef aldı. Bizi biz yapan insanımızı bizden uzaklaştırmanın yollarını aradı. Topla, tüfekle ya da tankla yapılacak bir savaşta başarının ihtimal dışı olduğu apaçık belli idi. Eski Yunan filozoflarından miras aldıkları, oturup düşünme kabiliyetleri ile emperyalizmin yeni bir türünü keşfettiler. Kültür emperyalizmi denen bu mücadelede hedef kitleye kültür ihraç ederek yüzyılların tecrübesi olan hazineyi yıprattıklarını öğrendiler. Asırlık çınar ağacının dallarına çivi çakıp tutunma aşaması olan kültür emperyalizmi ile tutunduğu dallara kendi düşünce disiplinlerini aşılayarak çınar ağacını değiştirmek gayesi güden dallar yeşerttiler. İşin sonucunda toprağı tutan köklerden bağımsız bir gövde, ondan da bağımsız bir dallanma meydana getirerek ne olduğu belirsiz bir tür meydana getirmeye çalıştılar. Hatta durum öyle noktalara geldi ki ağaç kurusun diye kökten gelen minerallerden hak iddia ederek ağaçtan daha büyük dallar meydana getirmeye çalışan yapraklar ve bir yiyene zararım dokunsun diyen zehirli meyveler yetişti. Bu saatten sonra ne çınar ağacı, çınar kaldı ne de dallarda yapraklar yeşil… İşte sonuç budur ve acı vericidir.
Dünya kahpeleştiyse bir kere, bu düzenin içerisinde var olmak kavgasında mı olmalıyız, yoksa hiç yokmuş gibi mi davranmalıyız? Biz niye geldik dünyaya ve biz niye biziz sorularına cevap verebiliyor muyuz? Korkarım bunları düşünmeyeli hayli zaman oldu ve biz kendimizi unuttuk. Hiç yokmuş gibi davranma yolu ile unutmak istedik, razı olduk kahpe dediğimiz düzene. Fakat şunu da unutmayalım, bu düzenin içerisinde var olmak kavgası verenler de var, onlar bu yazıyı okuyanların birçoğunun olması gereken diye düşündüğü var olmak isteyenlerdir. İşte tam bu noktada anlamsızlık dolu karanlık gözlerimi kapıyor ve aydınlık dolu gelecek gözlerimin önünden siliniyor. Sizlere soruyorum; her iki hareketi yapanlar da kendilerine göre haklıdır fakat doğru mudur? Var olma kavgası verenler de yokmuş gibi davrananlar da doğru değilse biz de ikisini birden eleştirip bir köşede mi bekleyeceğiz, yani hissiyatta kavgacı, icraatta yokmuş gibi davrananlardan mı olmalıyız? Korkarım bugün toplumumuzda her üç davranışı da gerçekleştirenler mevcuttur ve çıkmazlar arasında çıkar yol budur inancıyla akvaryumda gezinenlerdir. Bir pistin içerisinde çok hızlı koşanlar ile yavaş koşanların varacakları yer sonsuz bir döngü içerisinde aynı çizgi olan başlangıç ve bitiş çizgisidir. Yani hiçbir şeydir. Teşbihte hata olmasın bu piste düzen diyelim, düzende var olmak için var gücüyle koşanların da zaten başarılı olamayız diyerek yürüyenlerin de varacakları hiçbir yer yoktur.
Masanın üstünde bizi hapsettikleri akvaryumu masadan düşürürsek kurtuluruz; fakat bize günümüzde olduğu gibi siz, bizi ateşe atmak istiyorsunuz, yok etmek istiyorsunuz diyenler de olacaktır. Çünkü onlar geçtikleri yolları unutup, koşarak ya da yürüyerek başarılı olacaklarına inanmış insanlardır. İnsan psikolojisi bu verdiği emeğin hep bir karşılığını beklemektedir. Kaybedeceğini bile bile kumar oynayan hastalar insanoğlunun taraftar ruhunun en iyi göstergesidir.
Kavgamız düzende var olmak değil de kendi düzenimizi kurmak içinse ihtiyacımız olan zamanı aşma cehdidir. Burada kavgaya tutuşacağımız düzeni iyi tanıdığınızı ve ne yapacağınızı iyi bildiğinizi göz önünde bulundurarak zamanı aşma cehdi diyorum. Bilmiyorsak önce öğrenmenizi tavsiye ederim yoksa siz de bir sonsuz döngüde koşarken mesafe aldığınızı sanacaksınız. Koşu bandında koşarak kilometrelerce koştuğunuz doğrudur; fakat mesafe almış sayılmazsınız. Neyse fazla uzatmadan biz konumuza geri dönelim ve içimizdeki cevheri birlikte keşfedelim.
Bayram Kiriş ağabeyimin: “Dünyanın Güneş etrafında dönmesi veya Ay’ın dünyamız etrafındaki hareketiyle meydana gelen değişiklikler sebebiyle idrak edebildiğimiz kavram” şeklinde açıkladığı zaman, anlam dünyamızda bildiğimiz bir kavram olmakla beraber karanlık tarafları ile anlamakta zorlandığımız bir kavramdır. Yaşadığımız dünyanın bir mekân boyutu olmakla birlikte bir de zaman boyutu vardır. Aslında bizim sınırlı bir varlık olmamızın sebebi olan bu iki boyut, sınırsız olanın da bir delilidir. Nasıl mı? Biraz düşünürsek zaman ve mekân bizim ölçebilme kabiliyetimiz dahilinde olan boyutlardır. Bayram Kiriş ağabeyimin söylediği gibi Güneş’in ve Ay’ın hareketlerinden tespit edebiliyoruz ve ölçü birimleri oluşturarak kavramlaştırıyoruz; bu da bizim zamanı ölçebilmemizi ve anlamamızı sağlıyor. Zaman olmasaydı, doğum ve ölüm olur muydu? Olmayan bir boyutun ölçüsü olur mu? Tabi ki olmayan bir boyutun ölçüsünden bahsedemeyiz. Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir yani bağımsızdır diyoruz. Bu cümlenin ne anlama geldiğini hiç düşündük mü? Biraz düşünmeye çalışırsak, Rabbimizin zamanı yaşamadığını görmüş oluruz. Zamanı yaşamaz; çünkü zamana tabii değildir. Zamanı yaratan odur ve bizim için yaratmıştır. “O, ol der ve olur.” Ayeti Rabbimiz için ol dediği anda olurken, bu oluşta, zamanla aynı anda yaratıldığı için bizim idrakimiz ol denileni olmaya başlar olarak algılar. Biraz kafa karıştırıcı ama insan aklının somut algısının aşılması anlamamızı sağlayacaktır. Aklımızı soyut düşünmeye alıştırmalıyız. Zamanın izafi olmasının sebebi işte budur.
Zaman izafi ise aşılması mümkün demektir. Peki nasıl aşacağız sorusunun cevabı ışık hızını geçmek midir? Hatta kutuplarda zaman daha yavaşken, Ekvator üzerinde daha hızlıdır. Daha az zaman harcamak için kutuplara mı gitmeliyiz? Kafa karıştırıcı olan ise bunların hiçbirinin çözüm olmadığıdır. Ölüm bir gerçektir ve eninde sonunda gelecektir. İnsanoğlunun yıllarca çözümünü aradığı ölümsüzlük bu dünyada imkânsız olan bir gerçektir. Eğer bir zaman varsa bunun sonu elbet gelecektir. Öyleyse biz zamanı aşmayı deneyelim…
Her gece sessizce düşünüyorum, hayatın manasını bize maddeler aleminde aratan hakikati düşünüyorum. Bir an içine saklı, yıllarca on binlerce asrın görünmeyecek kadar küçük olan bir kesitinde yaşıyoruz. Maddenin sürekli kendini yenilediği bir alemde ölümsüzlüğü düşünmek ne kadar boştur, bir bilseniz. Eğer bize sonsuz bir irade verilseydi, yıpranan bedenimizin nasıl çürüyüp maddeye karışacağını da görecektik ve görmemeyi her an dileyecektik. Tanrımızın bize verdiği yetilerin sınırlı olmasının da bir güzelliği olduğunu bilmeliyiz. Böyle bir alemde mükemmeli arayan bir akıl ve nefis ile birlikte mükemmel olmak bizi böyle bir yaşantının içerisinde yok edebilirdi. Bizlerde bir damla olan bir güzelliğin, tamamını aramak üzere gönderildik şüphesiz. Sebebi bilinmez ama bize verilen bir damla güzelliğin artabildiği ve azalabildiği bir alemdeyiz. Bizler buna imtihan diyoruz ve mükemmeli arıyoruz.
Beraber biraz düşünelim, kendimizin zamanı nasıl algıladığını tasavvur edelim… İnsan olmasını isteği bir şey için çok çalışabilir; fakat başka bir insan onu çok kısa bir süre içerisinde yapabilir. Örnek verecek olursak bin kişinin çalıştığı tekstil fabrikasında bir işçinin, beş dakikada bir havlu yaptığını düşünürsek, fabrika sahibi, bir emri ile bin havluyu beş dakikada paketletip satabilir. Böyle bir durumda bir işçi bin havluyu beş bin dakikada yapabilecekti; fakat patron bir organizasyon kurarak beş dakikada bin havlu üretebiliyor. Öyleyse patron işçiye göre zamanı bin kat daha hızlı kullanıyor demektir. Basit bir örnek verdik ve bunu daha da açmayı düşünüyoruz…
İnsanoğlu, zamanın kendisini sürekli yendiğini fark etmiş ve hep ölümsüzlüğü aramıştır. Bu arayışın sonu insanca bir ölümsüzlüğe varmıştır. İnsanın tek başına bir anlam ifade etmediğinin, bir kişiyle yapılacak bir işin yardımlaşma ile daha hızlı yapılabileceğini kavramıştır. İnsanı sosyal bir varlık yapan şey; insanın tek başına zaman ile mücadelesinin mümkün olmadığıdır. Sosyal yardımlaşma ve dayanışma, cemiyeti meydana getirmiştir. İnsanoğlu bir yandan sosyal dayanışma ile cemiyeti meydana getirirken, diğer yandan bu dayanışma üslubunu nesillere aktarmayı başarmıştır. Nesillere aktarılan bu hafıza, kültürleri meydana getirmiş, oluşan bu kültür cemiyetin millet diye anılmasına sebep olmuştur. Artık o cemiyetin bir kimliği vardır. Kendisini kendisi yapan bir kültürü vardır. Konuyu yine kültüre bağladın diye sitem etmeyin, kültür insanoğlunun zamanı aşmasını sağlayan en güçlü mefhumdur. Kültür, nesillerin nesillere aktardığı hafızadır. Kendi kültürüne küfreden zatların, yanıldığı nokta işte budur. Çağa ayak uydurmaya çalışan, çağı yakalamak isteyen bir kişinin, hafızasını çöpe atarak çağı yakalaması, zamanı aşması mümkün değildir. Onlar kendilerini kandırmaktan başka yazımızın başında bahsettiğimiz, ağaçtan daha büyük olmak isteyen dallar ve yapraklardır. Ürettikleri şey de zehirli bir meyvedir.
Peki bireysel olarak zamanı aşabilmenin yolları var mıdır? Elbette vardır, bu aşabilme bizim sosyal hayat içerisinde başarı kazanabilmemizi etkilemektedir. Bildiğiniz gibi bir gün yirmi dört saattir. Bir günü yetmiş iki saat olarak düşünmeye çalışın. Günlük uyumanız gereken saat en fazla sekiz saattir. Çalışıyorsanız ya da okula gidiyorsanız. Onu da çıkarın, sekiz saatte onu düşürürsek. Yirmi dört eksi on iki, geriye sekiz saat kalır. Bir günü yetmiş iki saat düşüneceksek sekiz saat yirmi dört saat yapar. Yani her geçen yirmi dakikanın sizin için bir saate mâl olduğunu düşünün ve bir dakikanızı dahi boşa atmayın. Bunun daha iyi oturması için, bir saate yapabildiğiniz bir işi daha kısa süre içerisinde yapmaya çalışın, günde bir saati yollarda harcıyorsanız bunu kısaltmaya ya da yanında başka işte koyarak telafi etmeye çalışın. Kitap okuma sürenizde, daha fazla sayfa kitap okumak için antrenmanlar yapın. Böylece zaman algınız aynı kalsa da kendinize ayırdığınız zamanları en verimli şekilde değerlendirmiş olacaksınız.
Ey zaman! Sen nasıl bir mefhumsun ki düğümler hep sende kenetlenir. Sakın bildiklerimi size anlattığımı düşünmeyin. Ben de sizlerle birlikle düşünüyorum ve aklıma gelenleri sizlerle paylaşıyorum. Şu an benim tasavvurumdasınız ve benim ol dediklerimi okuyorsunuz. Benim senaryomda olsanız da ben de sizlerle beraber düşünerek sizleri de bu senaryoya dahil ediyorum ki senaryonun sonunda ortak bir tasavvur oluşturmuş olabilelim. Aslında ne demek mi istiyorum. Siz bu yazıyı okurken eğer benimle birlikte düşünerek okuyabildiyseniz, benim bu yazıyı kaleme aldığım an’a geri dönmüş oluyorsunuz. Biraz önce ben de sizinle düşünüyorum ve siz de bu senaryodasınız demiştim. Siz buradaysanız, zamanı ve mekânı aşmışsınız demektir. Aynı zamanda şu an ben de sizinle beraberim. Bu yazıyı okuyup benim de zamanı ve mekânı aşmama yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim. Allah bize, son nefesinde: “Altmış beş yıllık ömrüme beş yüz yıl sığdırdım.” diyen Galip Erdem ağabeyin zaman tasavvurunu kazandırsın…