Eski bir tarihçi sayılırım. Memleketimizde nüfusumuz sayısınca tarihçinin varlığı sebebiyle, bizde tarih disiplini üzerine akademik eğitim almanın güçlüğünü iyi bilirim. Bu güçlük, tarihin kendini öğrenmeye çalışanlara karşı mukavemetinden ileri gelmez. Zira kısmen değinilen konulara bakarak tarihin eğlenceli olduğunu dahi söyleyebilirim. O sebeple burada yaşanılan mesele, herkesin tarihçi olmasından ötürü kaynaklanan bilgiyi aktarabilme konusunda yaşanılan zorluktur. 

                Buna karşı herkesin bildiği ve müştereken kabul ettiği bir husus vardır. Bu, Fatih döneminde ordumuzun; toplarıyla, donanmasıyla, mancınıklarıyla İstanbul surlarına dayandığı günlerde, İstanbul içine sıkışıp kalmış Hristiyan Ortodoks din adamlarının “meleklerin cinsiyetini” tartışma hususu yapmış olmalarıdır.

                Meseleye eski bir tarihçi nazariyesi olarak benim gözümden bakmanızı istiyorum. 

                Fatih top döktürüyordur. Anadolu Hisarı yapılmaya başlanmıştır. On üç yaşında tahta geçtiği dönemde, kendisini tahkir edip küçük düşüren bütün beylere, paşalara ve hatta cihâna kuvvetini göstermek istiyordur. Galat-ı meşhur yayılmış söz üzere ya ben “İstanbul’u alırım; ya İstanbul beni alır!” yerine; “Ya şehir beni alır, ya ben şehri!” diyerek bütün kozlarını öne sürüyordu. Belki Osmanlı Hanedanlığı için bir ölüm dirim savaşı değil ama Fatih için ve Türk Devleti için bir itibar savaşıydı. 

                Bazı post-modern dünyada yetişen, aydın kesiminin esasında bu savaşın neticesinin çok da şaşırtıcı olmadığını, yani parlak bir zafer olmadığını gevelemeye çalışırlar. Ben de katılıyorum. Lakin onların modern yüzyılda yapmaya çalıştıkları gibi bu Bizans elçilerinin aksine, bu savaşta Türklerin zaferini küçültmek  benim baktığım nazariye Türk’ün karşısında bu Latin-Grek karışımı toplumu gözümüzde büyütmemek açısındadır. Zira Bizans daha doğrusu Roma dediğin nedir ki? Bütün cihan üzerindeki kükremeleri, Türk gelinceye kadar aks bulmuş tarihin hoş bir sâdasından ibarettir. 

                Her neyse… İşte devir bu devir. Türk Devleti’nin içi karışık… Düzmece Orhan’ın serbest bırakılma ihtimali, Erkân-ı Devleti düşündürüyor. Bir de ortalarda bir hadis dolaşıyor ki, “İstanbul’u feth olunursa kıyamet kopacağından” endişe ediliyor. Fakat Fatih’i, Büyük Türk yapan o hedeflediği ülkü yolunda sergilediği sebatı ve inadıdır. “Ya şehir beni; ya ben şehri alırım!” diye gürlüyor. Ordular hazır… Donanma hazır… Toplar hazır… Lağımcılar hazır… İaşe hazır… Akıncı Beğlerine, Beğlerbeğlerine haber salınmış. Yeniçeriler toparlanmış. Sipahiler çelik kılıç, okları ince temren… Sancaklar artık İstanbul’un surları önündeki Bizans askerinin kâbuslarından fırlamış gibi tam karşılarına dikilmiş.

                Tabi, Osmanlı bir anda surların önünde belirmedi. Adım adım, göstere göstere gelindi. Zaten bildiğiniz meseleler… Topların dökümü, Anadolu Hisarı’nın inşası Fatih’in geleceğini bildiriyordu. Anlaşmalar vardı. Bu da Sipahilerle, Bizans askerleri arasında çıkan ufak bir kavga bahane gösterilerek hâl edildi. 

                İşte burada Bizans’ın tutumu tarihi kaynaklarda, gayet realisttir. Ciddi tedbirlere ve siyasi hamlelere teşebbüs ederler. Katolik Kilise ile Ortodoks Kilisesi arasında sıcak hava estirilmek istenir. Kısmen başarılı olsalar da esasında beklenilen başarı elde edilemez. Can havliyle yaptığı işler, sonuçsuz kalır. Bir tek Venedik donanması, Batı’nın namahremine düşman eli değdirmemek için yelken açar. Doğu Roma artık, Türk’ün askeri gayretine ve başarısına teslim edilmiştir. 

                Evet, Doğu Roma can havliyle ciddi bir idare gibi davranarak bütün askeri ve siyasi hamlelere başvurdularsa da alt metinde şu konu çok dillendirilir. Denilir ki “Fatih top döktürürken, donanma kurarken, hisar diktirip boğazı kontrol altına alırken İstanbul surları içinde papazlar ” meleklerin cinsiyeti erkek mi, dişi mi?” diye tartışıyorlardı. 

                Yani sözün daha düzü; boş işlerle uğraşıyorlardı!

                Şimdi gelelim bize…

                Tarih; insanların zihnini bulandırma, zekâsını dumura uğratma, basiretini bağlama disiplini değildir. Hele toplum aptallaştırma, ahmaklaştırma, geri zekâlılar üretme fabrikası hiç değildir. 

                Zekâsı bir nebze gelişmiş aydınlarının bulunduğu toplumlar için tarih; gelecek tahayyüllerinde bir deney olanağı bulunmadığından dolayı, geçmişte yaşanmışlarla geleceği anlamaya yarayan bir fikir alanıdır. Disipliniyle akademik manada uğraşanlar için ise; olayları doğru tahlil ederek toplumu kendi ırkının geçmişi ve dünyanın geçmişi hakkında doğru bilgilendirme imkânı demektir. 

                Lâkin gel gör ki bizim memleketimizde hala 600 yıla yaklaşacak bir devirdir, Doğu Roma’nın mirası hâlâ tartışılmaktadır. Onların meleklerin cinsiyeti hakkındaki tartışmaları, bugün bizim karışımıza başka kısırdöngüler yani boş uğraşlar olarak çıkmaktadır. 

                Toplumun zihninin bir araç olarak düşünün. Süratini düşünce, bilim ve fikir sayın. Bu araç yükünü almış. Süratini almış. Rampa aşağıya hızla ilerlemektedir. Bir anda karşısında bir duvar örülmekte ve araç hızla bu duvara toslamaktadır. İşte tarihin bizde gördüğü vazife budur. Zekâyı, bir anda medya aracılığıyla örülmüş tarihin kısırdöngü tartışmalarına toslatmak. 

                Kimdir bu bize intikâl eden cinsiyeti tartışma konusu olan meleklerimiz?

    -Abdülhamit mi, Enver mi?

    -Vahdettin mi, Atatürk mü?

    -Atatürk mü, Enver mi?

    -Karabekir Paşa mı, Atatürk mü?

    -Cumhuriyet mi, hilâfet mi? 

    -Atatürk Müslüman mıydı, değil miydi?
                Dediğim gibi tarih, geleceğin inşasında geçmişten kalma tecrübelerle ileriyi aydınlatan müthiş bir kuvvettir. Bunu akıllı toplumlar geleceğini şekillendirmede, daha akıllı toplumlar ise aşağı toplumların zekâları gelişmesin diye eline tutuşturduğu kısırdöngü yaratan bir oyuncak olması için kullanır.

                Doğu Roma bir günde batmadı. Osmanlı da bir günde batmadı. Türkiye’de bir günde batmayacaktır. Fakat ahmaklıkların devamı mutlaka bu toplumu yıkılışa doğru itmektedir.

                Bizdeki ulemaya seslenmenin beyhudeliğini ancak hitap isrâfına yol açacağını biliyorum. Fakat yine de tarihe şerh düşmek nâmına söylüyorum:

      -Artık şu meleklerin cinsiyetini belirleyin de biz de işimize bakalım!

      Esas seslendiğim Milliyetçi Türkiye’nin savaşçılarına da öğüdüm şudur ki;

       -Bizim böyle kısırdöngüler içerisinde harcayacak vaktimiz yok! Önümüzde Türklüğün geleceğini inşa etmek için vermemiz gereken amansız bir milliyetler mücadelesi bizi bekliyor!

                Boş verin Roma’nın mirasıyla eğleşmeyi… Top dökün, donanmayı hazır edin, kılıcınızı bileyin, çıkınınıza iaşenizi doldurun, fişekliğinizi omzunuza dolayın, Anadolu hisarını yeniden inşa edin! 

     Çünkü kavgamız var!

Bir yanıt yazın