İMemleketimizde çok partili rejimintatbikine başlandığı günden beri, bilhassa 1950 yılından itibaren, bazışahıslar ve teşekküller tarafından muntazam aralıklarla adeta devri birşekilde ortaya atılan irtica iddiaları bir kere daha günün meselesi halinegetirilmek isteniyor. Bu konuda söylenenleri dikkatle takip edenler, ana hatlarıile hiç değişmeyen bir oyunun muhtelif temsillerini seyretmiş gibi oluyorlar.Oyunu tanzim edenler, sahneye koyanlar, oynatan ve oynayanlar – çok ehemmiyetsizbazı değişiklikler bir yana bırakılırsa- hep aynı kimseler. Perde, muayyengazetelerin en iri puntolarla verdiği, birbirine benzer başlıklarla açılır:“İrtica Hortluyor” “Bilmem falan şehirde yahut filan kasabada gericilikcereyanları başladı.” Hemen arkasından, gene muayyen başyazarlarla fıkracılarınpek acıklı feryatları başlar: “Nereye gidiyoruz? Sonumuz ne olacak? Tehlikebüyüktür. Vakit geçirmeden bu adamların başlarını ezmeliyiz, v.s.” Bunları,yine muayyen politikacıların şatafatlı nutukları takip eder: “İktidargericiliğe taviz veriyor. Devrimler tehlikede, v.s.” Nihayet bazı talebecemiyetleri temsilcilerinin, çok defa kaçınılmaz bir zaruret hissi içindesöylediği: “Gericiliği ezeceğiz. Devrimlerin bekçiyiz.” gibi sözler,umumiyetle, oyunun bittiğini ilan eder. On yıldır bu hususta çok şeyleryazıldı, çok şeyler söylendi. Buna rağmen, irtica sözü ile nasıl birzihniyetin kastedildiği, sarih olarak, hala bir türlü anlaşılamadı. Bazışahısları, teşekkülleri ve hareketleri mürtecilikle itham eden politikacı vegazeteciler irticadan anladıklarını açık bir şekilde ifade edemedikleri gibi,itham ettiklerinin ne sebeple mürteci olduklarını da ortaya koyamadılar, sadecebir takım klişe – tabirleri tercihle yetindiler. Oysa zaman zaman memleketçapında bir hadise haline getirilmek istenilen böyle hassas bir konuda, irticaolduğu iddiasını ileri sürenlerin irtica anlayışlarını bilmekte mutlak zaruretvardır. Çünkü irtica matematik mefhumların katiyetine ve herkes için müşterekbir manaya sahip değildir. Aynı dünya görüşüne mensup fertlerin irticaanlayışları arasındaki farkı ihmal etmemiz mümkün olsa bile, birbirine zıtdünya görüşlerinin bu mefhuma verdikleri manalar arasındaki ayrılığı daima gözönünde bulundurmak mecburiyetindeyiz. Aksi halde samimiyetlerinden vevatanseverliklerinden şüphe etmek istemediğimiz bazı kimselerin çok defayaptığı gibi, “İrtica ile mücadele ediyoruz” diyerek, mensubu olduğumuz vebenimsediğimiz bir nizamın asli kıymetlerini yıkmağa çalışmak gibi kötü birmaceraya sürüklenebiliriz. Bazı politikacılar ve gazetecilerle bir kısmı ilimâlemine mensup münevverlerin bu noktaya dikkat etmemeleri, söylediklerineinandırmağa, hatta bu kadarı ile yetinmeyip zaman zaman tahrik etmeyeçalıştıkları kimselere, bilhassa gençliğe karşı mesuliyetlerine müdrikolmamaları hazin bir keyfiyettir.
Bu sebeple, daha ziyade, inkılâpların korunması mevzuunda büyük hassasiyet gösteren üniversite gençliğinin tefin ve takdirlerine esas olması gereken ölçüyü belirtebilmek ümidiyle, faydalı olacağını sandığımız bazı hususların kısaca izahına çalışacağız. Önce, batı medeniyetine, hür dünya dediğimiz ve bizim de dâhil olduğumuz âleme hâkim olan görüşün irticaya verdiği mana ile Atatürk’ün, “Türk âleminin en büyük düşmanı” olarak tavsif ettiği komünizmin irtica anlayışını ve aralarındaki farkı tayin etmek lazımdır. Çeşitli tariflerin yapılması mümkün olmakla beraber esas olarak, antikomünist -umumiyetle milliyetçi- görüş muvacehesinde irtica: Zamanın şartlarına göre, cemiyetin gelişmesine mani olmaya çalışan ve zararı yahut hiç değilse faydasızlığı sabit olmuş eski bir nizama dönülmesini isteyen sakat bir zihniyetin tezahürüdür.
Mazi ile ilgilenmek, geçmişin tecrübelerinden istifa etmek, hatta gerekirse daha eski bir sisteme dönmek mutlaka irtica işareti değildir. Aksi iddia edildiği takdirde, tarihin kaydettiği en büyük inkılâp hareketlerinden biri olan Rönesans’a, zamanından iki bin yıl öncesinin düşünce tarzını ve ilim anlayışını dirilmek noktasından hareket ettiği için, korkunç bir irtica hareketi gözüyle bakmak icap ederdi. Aynı zamanda, herhangi bir memlekette irticadan bahsedilebilmesi için, bu geri zihniyetin ferdi şuurun malı olmaktan çıkıp içtimai şuurun malı haline gelmesi iktiza eder. Asgari şart olarak, irtica isnadında bulunabilmeye haklı olmak için, böyle bir zihniyetin belli bir kitlede yaygın hale gelmiş olması lazımdır.
Bu görüşün kabul edebileceği irtica zihniyetinin birçok misallerini bulmak mümkündür. Biz burada, inkılâpçılık gibi gösterilmek istenmesine rağmen, hakikatte tipik birer irtica örneği olan iki misal vermekle yetineceğiz:
Dilde tasfiyecilik zihniyetine sahip olmak, irticadır. Çünkü tasfiyecilik daha önce tecrübe edilmiş, hiç bir faydası olmadığı, üstelik kültür anarşisine sebebiyet verdiği için, vazgeçilmiştir. Aynı tecrübeyi tekrarlamağa çalışmak irticanın ta kendisidir.
Prof. Mehmet Kaplan’ın geçen sayımızda neşredilen yazısında, bir felsefe doçentine ait olduğu tasrih edilen, şöyle bir paragraf vardır: “Bizim, yani genç neslin mazi ile hiç bir alakası yoktur. Bizi yalnız ve yalnız batı medeniyeti ilgilendirir. Halkla en ilmi şekilde de olsa, dinden ve tarihten bahsetmek tehlikelidir ve devrim-lere aykırıdır.” İşte, bu zihniyet de mutlaka mücadele edilmesi gereken bir irtica örneğidir. Çünkü mazi ile maziden hale intikal eden milli kıymetlerle, dinle her türlü alakayı kesmek şıkkı zaman zaman tecrübe edilmiş, çok kötü neticeler verdiği görülmüş ve vazgeçilmiştir.
Bu konu, pek tabii, çok daha geniş izah ve tahlillere müsaittir. Ancak, demir perde dışındaki dünya ve dolayısıyla memleketimize hâkim olan ve insanlığa “İstihsal unsuru” olmanın çok üstünde haysiyet tanıyan telakki karşısında irticanın manası, kısaca, bundan ibarettir. Buna karşılık, komünizme göre irtica, yukarıdaki tarifin tamamen dışında kalan, apayrı bir mefhumdur. Marksizm’in hedefi, bilindiği gibi, işçi diktatörlüğünün kurulmasıdır. Ve marksizme göre, işçi diktatörlüğünün tahakkukuna engel olan veya daha açık bir ifade ile işçi diktatörlüğünün kurulması için sarfe dilen gayretlere iştirak etmeyen her hareket, her düşünce irticadır. Kapitalist nizama ait müesseseleri korumaya çalışmak, bu nizamı yıkmak için yapılan faaliyetlere mani olmak irticadır. Kapitalist nizamın yıkılması için, gene komünistlere göre, bu nizamın en kuvvetli müessesesi olan milletin yıkılması şarttır. Bu sebeple, milli şahsiyeti muhafazaya matuf çalışmalar, irticadır. Milleti yıkmak, milleti millet yapan müesseseleri yıkmakla mümkündür. Ve yine aynı sebeple komünistler nazarında: Allah’a inanmak, dindar olmak, cemiyette dini hayatı müdafaa etmek irticadır. Tarihi sevmek, tarih şuuruna sahip bulunmak, ataların hatırasına bağlı kalmak, irticadır. Aile müessesesine kıymet vermek, ahlaki endişelere sahip olmak, irticadır. Hülasa, milliyetçi olmak ve milli şahsiyetin muhafazasını arzu etmek, bu uğurda çalışmak, komünizmin anlayışına göre irticadır. Çünkü biraz önce de belirttiğimiz gibi, komünizmin hakiki hasmı millettir. Ve yine onlara göre, millet sevgisi dünya işçilerinin birleşmesine mani olan menfur bir histir.
Biri hür dünyaya, diğeri komünizme ait olan ve birbirleri ile hiç bir yakınlığı bulunmayan bu irtica anlayışları dışında üçüncü bir anlayış daha vardır ki, sadece memleketimize mahsustur. Hiçbir kitapta yeri olmayan, makul bir tarzda izahı için yapılan gayretleri daima semeresiz bırakan bu üçüncü fikre göre: Batı medeniyetini yalnız ilmi ve tekniği ile değil, kül halinde kültürü ile yaşama tarzı ile adetleri ile ahlak anlayışı ile benimsemeyen, şarka, hele İslam dünyasına ait bazı kıymetlerin muhafazası gerektiğini söylemek cüretini gösteren bir zihniyet irticadır. Bu zihniyetin mümessillerine, kıymetli bir fikir adamımızın ifadesi ile “Devrimbaz” diyoruz.
Şimdi, on yıldan beri sık sık ortaya atılan irtica iddialarına, birbirine benzemi- yen bu görüşlerden hangilerinin ve ne ölçüde amil oldukları hususuna geçebiliriz.
Nutuklara, mitinglere, bazı başyazı ve fıkralara sebep olan irtica gürültüleri arasında öyle görülüyor ki, şimdilik, en büyük pay batı medeniyeti ve kültürünü topyekûn ithal etmemize, bize ait ne varsa hepsini kovmamıza taraftar olanlara, yani “devrimbaz”lara aittir. Fikirlerinin ilmi zihniyetle alakalı olmaması, itiraza uğradıkları ve fikir planında mücadele yapamadıkları zaman, kelimeleri bile değişmemiş malum klişe cümlelerle çok defa hüsnüniyet sahibi, vatansever, kolayca tahrik edebilmeleri bu zümrenin imtiyazıdır. “Devrimbaz”lar, sözleri ve davranışlarına göre hüküm vermek icap ederse, batı medeniyetinin ilmi ve tekniğinden çok, şekli ile ilgilidirler. Gayeleri, gerek İslamiyet’ten, gerekse daha önceki tarihimizden zamanımıza intikal eden bütün milli kıymetleri yıkmaktır. Meselelerin ilmi ölçüler dâhilinde münakaşa ve tahliline asla tahammül edemezler. Kendileri gibi düşünmeyenleri, ilmi deliller öne sürerek cevaplandırmak yerine, “Bunlar devrim aleyhdarıdır, gericidir” gibi klişe sözlerle itham emek itiyadındadırlar. Devrimbazlar öyle tiplerdir ki, sosyologlar kadar psikologları da ilgilendirecek şekilde hareket ederler. Öyle garip iddiaları vardır, öyle bir tezatlar âlemi içindedirler ki, normal bir zihniyetin samimi mümessilleri olarak kabul edilebilmeleri mümkün değildir. İnkılâpçılık ve laikliğin anayasamıza girmiş prensipler olduğunu daima hatırlatmak isterler ama milliyetçiliğin de bir anayasa prensibi olduğunu akıllarına bile getirmezler. Çok defa, inkılâp aleyhdarlığı ile hiç bir münasebeti bulunmayan fakat bu şekilde istismara müsait olan en küçük hadiseleri memleketin en mühim meseleleri haline getirmek gayesindedirler. (Devrimbaz)lara sorarsanız, memleketin en samimi milliyetçileri olduklarını iddia ederler. Ama milliyetçiliğin de, inkılâpçılık gibi, bazı icapları olduğunu daima unutur, milletin tarihi değerlerine, örf ve âdetine, dinine mütemadiyen tecavüz ederler. (Devrimbaz) lara göre, mücerret inkılâp fikri bir yana, sadece tatbikatla ilgili bazı noktaları tenkid etmek bile “gericiliktir”. İnkılâp adı ile yapılan işlerin şu veya bu tarafını beğenmemekle inkılâp aleyhtarlığının ayrı ayrı meseleler olduğunu anlamak istemedikleri gibi, inkılâba muarız fikirlerin yalnız irticadan ibaret olmadığını da idrak edememiş gibidirler. Mesela her türlü nizama düşmanlığı sebebiyle anarşizmin, cemiyetin menfaati adına ferdi hürriyetin tahdidini kabul etmediği için liberalizmin, cemiyeti cebri olarak ve kanunlara dayanarak değiştirmediği zararlı gördüğü için tekâmülcülüğün, esas itibariyle, inkılâp fikrine aykırı görüşler olduğunu, fakat hiç birinin irtica ile ilgisi bulunmadığını devrimbazlara izah imkânsızdır. Aslında, tarafsız bir görüşle incelendiği zaman, “gericilik” yaygaralarının inkılâp endişesinden çok bir takım belli maksatlara ulaşabilmek için çıkarıldığı da kolaylıkla tespit edilebilir. Öyle ki, politikacı, “irtica var, mürtecilere taviz veriliyor. Biz asla taviz vermeyeceğiz diyorsa, bunun gerçek manası “reylerinizi bana verin” demektir. İrtica düşmanlığı ve onunla ilgili olarak inkılâp dostluğuna o kadar sihirli bir kuvvet nazariyle bakılır ki, bütün ömrü başarısızlıkla dolu bir politikacı bile “İrticanın başını ezeceğiz” demekle, bir anda büyük adam haline geleceğini sanır.
Gazetelerin irtica iddialarında, biraz sonra belirtmeye çalışacağımız sebeple beraber, satış endişesi de rol oynar. Acı da olsa kabul etmek mecburiyetindeyiz ki, büyük şehirlerde çıkan gazetelerimizin ekserisinde milli endişelerin yeri çok azdır. Satışı azalan, okuyucularının rağbetini kaybeden bir gazetenin başvurduğu başlıca çarelerden biri, bol sayıda – gericilik ve devrim- başlıkları atmaktır.
İlim ve fikir âlemine mensup bazı şahısların irtica hikâyelerine iştirak etmelerinde, kendi sahalarındaki kifayetsizliklerinin büyük payı vardır. Bekleneni veremeyen, tabiri caizse sahasının “otoritesi” haline gelemeyen kimseler kurtuluşu inkılâp ve irtica otoritesi olmakta arıyorlar.
Bunların yanı sıra, hatta daha geniş ölçüde, irtica gürültülerinin asıl tahrikçileri komünistlerdir. İrticaa verdikleri manayı yazımızın başında belirttiğimiz komünistler, kanunların müsaadesizliği yüzünden, anlayışlarını açıkça ortaya koymak ve irtica-inkılâp mücadelesini Marksist esaslara göre yapmak imkânından şeklen mahrumdurlar. Bu sebeple, şimdilik, “devrimbaz”ların safında yer almayı maksatlarına uygun bulmuşlardır. Hakikatte komünistlere göre, Avrupai şekli ile bile olsa kapitalist nizama ait müesseseleri kabul ettikleri için, “devrimbaz”lar da mürteci sayılır. Buna rağmen, onlarla işbirliği yapmalarında bazı ince hesapların yeri vardır. Zira komünistler gayet iyi bilir ki, komünizmin yayılması için, milli hüviyetini kaybetmiş bir cemiyet kapitalist vasfını muhafaza etse bile, milli hüviyetini kaybetmemiş bir cemiyetten çok daha müsait bir zemindir. Dikkat edilirse, komünistlerin Avrupa’nın ilim anlayışı ve tekniğinden çok insanlarının yaşayışına, kılık kıyafetine, örf ve âdetine ve ahlak ölçülerine iltifat ettikleri görülür. İnkılâbı medeniyetten ziyade harsa bağlamak istemeleri, Avrupa’nın kültür kıymetlerini beğendikleri için değil, milli harsla yabancı harsın çatışmasından istifadeyi düşündükleri içindir.
“Devrimbaz”ların himayesi ve inkılâpların dokunulmazlığına sığınan komünistlerin asıl gayesi kendi irtica ve inkılâp anlayışlarını, mümkün olduğu kadar, “dev- rimbaz”ların anlayışı kılığına sokup meşru ve muteber bir hale getirmektir. Maksatlarına, mutlak manada olmasa bile, büyük ölçüde ulaşmışlardır. Devrim adına dine hücum edilmesinin, dinin ehemmiyetini işaret edenlere mürteci denmesinin, tarihe, örf ve adetlere, milli ahlaka kıymet verenlerin irtica ile itham olunmasının başka bir amille izahı güçtür. Politikacı ve gazetecilerle ilgili değiliz. Fakat samimiyetlerinden şüphe etmediğimiz gençlerin “gericiliği” telin eder ve devrimlere bağlılıklarını belirtirken çok hassas davranmalarını, irtica ve inkılâbın muhtelif ve birbirine zıt manalarını daima hatırlarında bulundurmalarını temenni ederiz.
İrticai demokratik ve milliyetçi görüşe uygun bir şekilde anlayanların durumuna gelince: “Devrimbaz’ların ve komünistlerin irtica telakkileri karşısında, milliyetçilerin kaderi, bilhassa son yıllarda, hayli üzücü bir seyir takip etmiştir. Aslında, milliyetçi bir nizamda yaşadığımız ve bu husus anayasamızla da tevsik edildiği için, memleketimizde hâkim olması gereken irtica anlayışının milliyetçilerin anlayışından ibaret bulunması ve diğer görüşlere katiyen itibar edilmemesi icap ederdi. Hakikatte, milliyetçi ilim ve fikir adamları ve teşekküller herhangi bir irtica tehlikesi ile karşılaşıldığı zaman daima gerekli hassasiyeti göstermişlerdir. Fakat bilhassa on yıldan beri, “devrimbaz” ve komünistlerle bazı politikacılar, kendi görüşlerinin sakatlığının anlaşılması ve menşeinin farkına varılması tehlikesini önlemek için, irtica, antikomünist ve milliyetçi görüş içindeki manasını veren kimseleri “mültecilikle” itham etmişler, ellerindeki vasıtaları daima kötüye kullanmak suretiyle aralıksız bir iftira kampanyası açmışlardır. Ama biz, milletin aklıselimine inanan insanlar olarak, iftiraların matbuatta kaldığına, bazı gafil yarı münevverler ve iyi yetiştirilememiş bir takım gençler dışında, halka asla intikal edemediğine ve edemeyeceğine eminiz. Yeter ki, komünist ve devrimbaz olmayan hakiki milliyetçi ve inkılâpçılar fikirlerini daima sarahatle ifade etsinler. Bu milleti, şahsiyetini muhafaza suretiyle yükseltecek fikirlere ve bu fikirlerin sahiplerine yapılan hücumlara cesaretle ve ilmin rehberliği altında karşı koysunlar. Sun’i olarak yaratılmak istenen baskı havasının tesirinde kalmasınlar.
Galip Erdem, Milli Hareket Dergisi, Ocak 1970, Sayı 31