‘’Tabutluktan Gurbete’’ giden yoldan Ordinaryüs olarak dönen büyük fikir ve mücadele adamı Reha Oğuz Türkkan’ı yâd etmek ve bilhassa onu anlayarak açtığı ufku genişletmek her Türk milliyetçisinin en önemli hedefi olmalı. Her ne kadar yazının amacı Türk milliyetçilerinin Reha Oğuz Türkkan’ı ne kadar tanıyor olduklarını sorgulamak olmasa da yazıya böyle bir giriş yapmak şahsen büyük gördüğüm vebali yüklenmemek kaygısından. Nitekim Türkkan, psikologluktan, tarihçilikten, hukukçudan, yayıncılıktan, sosyo-etnografyacılıktan yahut bir romancıdan, senaristlikten, fütüristlikten hatta bilim insanı olmaktan da çok öte bir kişilik olarak kendisine Türkçülük tarihinde önemli bir yer edinmiştir. Bu denli büyük insanların hayatlarının kesit noktalarını bilmekten ziyade fikirlerine yönelmeyi önemsesem de Türkkan’ın hayatı inandığım bu yargıyı bozmakta, bu sebeple ilk olarak onun kısa bir biyografisini sunmayı zorunlu görüyorum.

                1920 yılında İstanbul’da doğan Reha, Türkçü bir ailede yetişme fırsatı bulmuştur. Babası Halit Ziya Bey mühendislik eğitimi almış aydın biri olmanın yanı sıra Kurtuluş Savaşı’nda da bizzat Yörük Ali Efendi’nin yanında Yunanlılara karşı savaşmış bir isimdir. Damat Ferit hükümetinin düştüğü gün doğması hasebiyle oğluna ‘’kurtulmuş’’ manasına gelen Reha ismini vermiştir.[1] Eğitim hayatına Kadıköy’de bir Fransız okulda başlayan Reha liseyi ise yatılı olarak Kabataş Erkek Lisesi’nde okumuştur. Bu dönemde Türkçülük fikri yeşermeye başlar. 1934 yılında Atatürk’ü görüşünü, onunla yaptığı sohbeti hiçbir zaman unutmaz çıktığı televizyon programlarında muhakkak bu görüşmeyi anlatır. Kabataş’ta geçirdiği iki yılın ardından Galatasaray Lisesi’ne yazdırılır. Büyüdüğü ortam olan Büyükada’da azınlıkların içinde yaşaması onda milliyetçilik duygularının daha da büyümesine sebep olmuştur. Babasının Ankara’ya tayin olmasıyla birlikte Ankara’ya göç etmişler burada da Gazi Lisesi’ne kaydolmuştur. Reha isminin yanı sıra Türk tarihine atıfla Oğuz ismini de benimsemiş, soyadı kanunuyla babasının da ikna ederek ‘’Türkkan’’ soy ismini almıştır. (Türkkan 2009, 9-17)

 1937 yılında, lisedeki son senesinde arkadaşlarıyla gizli bir Türkçü cemiyet kurarak teşkilatçılığa da atılımını yapmıştır. Teşkilatlarının ismini Ergenekon olarak koymuşlar, Gürem adını verdiklerini cemiyet armasını ise bir yay ve üç ok olarak tasarlamışlardır. Zamanla bu teşkilata Hikmet Tanyu, Ceyhun Atıf Kansu gibi isimler de dahil olmuştur. (Özcan 2010) Kurmuş oldukları teşkilatı dergi çıkararak daha da aktif hale getirmişlerdir. Ergenekon dergisinin her sayısında ayrı başlıklara yer verilmiştir.  İlk sayıda ‘’Her ırkın üstünde Türk Irkı’’ başlığı yer alırken ‘’Ülkümüz Irkdaşlarımızın Saadetidir’’ gibi açıkça Turancı başlıklarda yer almıştır. Pek tabii bu söylemler sol cenahın korkulu rüyasını haline gelmiş, ‘’faşizm’’ Türkçülerle özdeşleştirilmiştir. Buna karşılık Reha Oğuz Türkkan’ın 1938-1940 yılları arasında Fransa’da Sorbonne Üniversitesi eğitim gördüğü Avrupa’nın bu yıllarına şahit olduğu hatta Fransa’dan Alman saldırısı üzerine ayrıldığı da o cenahça bilinmemektedir. Nitekim Reha Oğuz Türkkan daha 2. Sayıda ‘’Faşizm Tehlikelidir’’ başlığı altında bir yazı kaleme alarak; ‘’Kandaşlarım! Avrupa seyahatımın dönüşünde, bu hakikati bütün dehşetiyle anlamış bulunuyorum. Türkiye’de Faşizmi ve- bilhassa NASYONAL-SOSYALİZM’i- taklide kalkışmak, fevkalâde tehlikeli ve hainâne bir teşebbüstür. Hatta Nasyonal-Sosyalizm, bizim için, komünizmden daha yakın ve korkunç bir tehlikedir.’’ Diyerek uyarıda bulunmuştur. (Kaya 2005, 75) Ulu önder Atatürk’ün ölümüyle ve İkinci Dünya Savaşı’na giden yolda Türkçülerle arasına mesafe koyan İnönü’nün, dergiyi kapatmasıyla yayın hayatına son veren Ergenekon’un yerine Reha Oğuz, 1939 yılında Bozkurt dergisini çıkarmaya başlamıştır. Bu derginin de aynı akıbete uğramasıyla birlikte 1942 yılında Gökbörü dergisini yayınlamıştır. Bu dergi tüm çevrelerde o kadar çok rağbet görmüştür ki 2 bin satışa ulaşmıştır. Hatta Reşat Nuri Güntekin gibi milliyetçiliğe mesafeli isimler dahi bu dergide yazı yazmışlardır. (Bora 2017, 275)

İnönü hükümetinin Gökalp’in milliyetçilik anlayışını reddeden katı tutumuna karşılık Türkkan bir kez daha teşkilatçı kişiliğini ortaya koyarak Kitap Sevenler Kurumu’nu kurmuştur. Bu kurum Ziya Gökalp’in eserlerini yeniden baskıya koyarak hükümete açık bir mesaj vermiştir. Gökalpsiz bir Türk milliyetçiliği tasavvuruna şiddetle karşı çıkılmıştır. (GÜLER 2017, 57) Bu gibi faaliyetlerle Hüseyin Nihal Atsız Bey’in Türkçülük alanında edebi anlamda yaptığı katkılara bu dönemde Reha Oğuz bilimsel bir katkı sunmak için çaba göstermiştir. Aldığı nitelikli eğitim sayesinde bu çabasında muvaffak olmuştur.

                1944 yılında hükümetin Türkçülere karşı başlattığı operasyondan Reha Oğuz da nasibini almıştır. Dergileri defalarca kapanan üstelik İnönü’ye yüz yüzeyken dahi karşı çıkmaktan geri durmayan Türkkan, zaten çoktan beridir hükümetin radarında olan bir isimdi. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine yakın yaşanan Boraltan Köprüsü faciasının yaşanmasından önce Yalova’da İnönü’yü gören Reha Oğuz, Boraltan Köprüsü’nde Türkiye’ye sığınan Azerbaycan Türklerini hükümetin Ruslara geri vereceği dedikodusunu kastederek; ‘’Paşam sizin hakkınızda böyle bir iddia dolaşıyor herhalde doğru olamaz değil mi… Eğer böyle yaptıysanız tarihin en büyük lekesini alıyorsunuz’’ söylemi İnönü’nün hafızasından hiç silinmemiştir. 1944 yılında yargılanan Reha Oğuz en çok işkenceyi gören isimlerden biri olmuştur.[2] İdam ile yargılanan 1947 yılında Askeri Yargıtay’ın verilen kararı bozması üzerine tahliye edilmiştir. Bu tahliyelerin 1947 yılına denk gelmesi ise tesadüfi olamaz. Nitekim 1944 yılında Türkçülere yapılan tasfiye harekâtı 1947 yılında sol düşünceli akademisyenlere yapılmıştır. ‘’Bir sağdan bir soldan’’ düşüncesinin izleri bu yıllara dayanmaktadır. (Dural 2011, 311-351)

                Tahliye edilmesinin ardından artık bir ayağı yurt dışında olan Reha Oğuz tam anlamıyla kendini ilme adamıştır. Giriş paragrafında belirtilen bütün ilmi yönlerini kazanarak Ordinaryüslük sıfatına değin ulaşmıştır. Amerika’da kaldığı seneler boyunca New York Columbia University ve The City University of New York’ta öğretim üyeliği yapmıştır. 1960-1969 yılları arasında Amerika’da 124 öğretim merkezi kurmuştur. ‘’Sorularla Programlı Öğrenme’’ tekniğinin Amerika’da üç kurucusundan biri olarak yer almış ve ansiklopedilere girmiştir. 1975-76 yıllarında YAYKUR Açıköğretim Üniversitesi’ni kurmuş yine 1976 yılında NASA’da danışman olarak görev almıştır. Türkçe, Fransızca ve İngilizce Olmak üzere 43 kitap, 9 film ve 6 televizyon senaryosu bulunmaktadır. [3]  Çıkarmış olduğu dergiler dışında Türk Yurdu, Orkun gibi dergilerde de makaleler kaleme alan Türkkan, Tercüman gazetesinde de yazılar yazmıştır. Genç yaşından itibaren kitap yazmaya başlayan Reha Oğuz’un; Türkçülüğe Giriş (1940), 4 İçtimai Mesele, Ahlak-Müsavat-Hak-Milli Menfaat (1941), Milliyetçilik Yolunda (1944-Eser 1940’lı yılların sonunda Kızıl Elma adıyla Türkçü bir dergi, Yalan Söyleyen Tarih Utansın adıyla bir seri kitap yayınlayan Mustafa Tatlısu’nun sahibi olduğu Müftüoğlu Yayınevi tarafından neşredilmiştir), Irk Muhite Tabi midir? (1939), Solcular ve Kızıllar (1943), Kızıl Faaliyet (1943), Kuyruk Acısı (1943), İleri Türkçülük ve Partiler(1946), Yılmayan Millet (1956), Yenilenmiş Türk Destanları ve Hikayeler (1977), Biz Kimiz (1987), Türk Milliyetçiliğinin Kısa Tarihi (1992), Yükselen Milliyetçilik, 21.Yüzyıl Milliyetçiliği (1995), Kızılderililer ve Türkler (1998) belli başlı eserleridir. (Özcan 2010) Bunlar dışında ise 1944 hadiselerini anlattığı ‘’Tabutluktan Gün Işığına’’,  anılarını neşrettiği ‘’Arayan Adam’’ ve hızlı okuma teknikleri üzerine yazmış olduğu ‘’Etkin Hızlı Okuma’’ isimli eserleri mevcuttur.

                Reha Oğuz Türkkan birçok bilim dalında gerek yurtdışında gerek yurtiçinde öncülük yapmıştır. Gelecek Bilimi olarak çevirebileceğimiz Fütüroloji de bunlardan biridir. Fütürizm Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü’nde  felsefik anlamda gelenekçiliğin tersi olarak[4] yorumlansa da Reha Oğuz Türkkan’ın düşünce dünyasında gelenek temellerinden bağımsız değildir. Türkkan Gelecek Bilimi’ne (Fütüroloji), Yahya Kemal’in ‘’Kökü mazide olan atiyiz’’ mısrasını referans olarak göstererek yorumlamaktadır. (Türkkan 2000, 18) Buna göre gelenekten kopmayarak fakat hamasetten uzaklaşarak geleceği düşlemek hatta onu kurgulamak gerekmektedir. Bunun içindir ki teknolojik gelişmelere ayak uydurmak ve yeni buluşlara imza atmak gerekmektedir. Siyasal anlamda da gelecekte karşılaşılabilecek sorunlara şimdiden çözüm üretmek yahut gelecekte çıkacak fırsatlara göre hazırlanmak gerekmektedir. Dış politikada gelecekte çıkabilecek anlaşmazlıkları önceden görerek müdahale etme şeklinde ifade edilen ‘’proaktif’’ politika da Gelecekbilimi’nin bir türevi olsa gerek. Yalnızca devletlerin değil fertlerin de bu düşünceden faydalanması mühim görünmektedir.  Aslında bu ihtiyaç (geleceğe hazırlıklı olma) insanlık tarihinde çok önceden beri bulunmaktadır. Kahinlerin, falcıların, burçcuların varlığı tam da bu yüzdendir. Gelecek hülyasından etkilenen ya da yaklaşan tehlikelerden ürken devlet adamları maiyetlerine bu tür meslekten insanları almaktan geri durmamıştır. İşte var olan bu ihtiyacı bilimsel temeller oturtmak, elde mevcut olan veriler üzerinden geleceğe yatırım yapmak Gelecek Bilimi’nin temel amaçlarındandır. Nitekim Türkkan da bu konu hakkında ‘’1960’lardan beri dünya artık o dünya değil. Hele 21. Yüzyıl hiç değil. Her şey çok hızlı ve çok temelden değişiyor. Karmakarışık, bambaşka bir alem geldi ve daha da ürkütücü şekilde gelecek. Fırtınalı denizde küreğini, dümenini kaybetmiş insanlar gibi olmamak için (fertçe ve milletçe) -neler olacak değil- neler olabilir diye ciddi düşünmek lazım.’’ (Türkkan, 19)

                Tam da bu kaygılar nedeniyle Dünyada ve özellikle Amerika’da geleceğe yönelik bu araştırmalar 1961 yılından itibaren bir bilim dalı haline gelmiş ve üniversitelerde kürsüler açılmıştır. Reha Oğuz Türkkan da ABD’deki World Future Society’nin profesyonel üyeliğini yapmıştır. Orada gördüğü bu bilimsel dalı Türkiye’ye getirmek için çaba göstermiştir. ‘’Bir gün rahmetli Prof. Hakkı Dursun Yıldız arkadaşımla bu konuda dertleşiyordum ve bu istisnai Türkçü’’ bana hak veriyordu! Nitekim Marmara Üniversitesi rektörü olur olmaz beni çağırdı ve bir bölüm kurmamı istedi. Ne yazık ki ömrü vefa etmedi, yerine gelenler hiç ilgilenmediler… Gene bir kıpırdanma oldu: İsstanbul Üniversitesi’nde Bilim Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Ekmeleddin İhsanoğu, lisansüstü öğrencilerine, konusu bana kalmış bir sömestrlik ders vermemi istedi (1998’de). Ben de Türkiye’de ilk defa (vakfımızdaki kurslar dışında) onlara Gelecekbilimi dersi verdim. Aynı yıl Kazakistanda’ki Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin Ankara Şubesi, bu sefer doktora öğrencilerine ve sarahaten Fütoroloji kursu vermemi istedi verdim.’’ (Türkkan, 19) Bu derslerin ya da bu bilimin 2017 yılına gelindiğine hatta belki de Reha Oğuz Türkkan’ın vefatıyla akamete uğradığı görünmektedir.

                Geleceği kurgulamak, ona hazırlık yapmak gelişmiş toplumların/devletlerin bir özelliğidir. Çünkü gelişmiş toplumlar soyut düşünceye daha yatkındır ‘’bilim gözlüğü’’ ile meselelere yaklaşabilirler, gelişmemiş toplumlar ise somut düşünceye daha yatkındır bilimsel pencereleri olmadığı için somut olarak duyumsayamadıklarını tahayyül etmekte bir hayli zorlanırlar. (Öksüz 2017, 279-309)  Onlar için asıl olan şey anlık olarak karşılaştıkları sıkıntılardır. Gelecek somut olarak elde bulunan bir şey olmadığı için onu öngörmekte hayli zorlanırlar. Pek tabii bu da dertlerin katmerlenmesini getirir. Türk toplumunu da bu gözle değerlendirmekte fayda var.

                Gelecekbilimi dediğimiz olgu aslında Türk milliyetçiliğine/Ülkücülüğe yabancı olmaması gerekmektedir. Bir kere Ülkücülük ifadesinin kelime tanımı dahi bunu yansıtmaktadır. Nitekim ülkü ifadesi ulaşılması gereken amacı ifade etmektedir. Türk tarihinde ‘’kızılelma’’ düşüncesiyle de kendisine yer edinmiştir. Ancak bu düşüncenin günümüz itibariyle hamasi söylemlerden öteye gitmediğini görmek pek de zor değildir. Ülkücülük ya da Ülkü yalnızca hedef olarak görülebilecek bir düşünceyi yansıtmamalıdır. Ülkü’yü edindikten sonra ona ulaşmak için hazırlık yapılmalı, tasarılar geliştirilmelidir. Buna ulaşmanın yolu da bilimsel metotlardan geçmektedir. Aslına bakılırsa Türk tarihi daima öngörülü bireyler yetiştirmiştir. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda yaptığı hamleler, Türkiye Cumhuriyet’i Devleti’ni ortaya koyduğu temellerde bu öngörü daima kendini göstermektedir. İstikbalin göklerde olduğuna dair söylemi bu öngörünün bir yansımasıdır. Yine onun SSCB’nin 20. Yüzyılın sonlarına doğru yıkılabileceğini öngörmesi[5] ve milletine bu duruma karşılık hazırlık yapılmasını salık vermesi de büyük Mareşalin vizyoner devlet adamlığına dalalettir. ‘’Gençliğe Hitabesi’’ ise geleceğe ait öngörülerini yeni nesillere aktarılabilmesi gayesini gütmektedir.

Alparslan Türkeş’in oluşturduğu 2023 ideali bu ideale ulaşmak için oluşturduğu Dokuz Işık Doktirini de bahsetmiş olduğumuz olguya en değerli örneklerden birini yansıtmaktadır. Nitekim o da yalnızca bir ideal belirlemek ile kalmamış o ideale/ülküye/amaca nasıl ulaşabileceğinin yolunu çizmeye gayret göstermiştir. Hayalperestliğe kapılmadan eldeki verileri en akılcı bir biçimde yorumlayarak, fırsatları ve tehditleri devlet aklıyla öngörerek milletine 21. Yüzyılın haritasını oluşturmuştur.

                Son olarak Türkkan’ın söylemine yer verelim: ‘’Biz, Türkleri önümüzdeki 10-15 yılda bekleyen korkunç tehlikeler ve fevkalade fırsatlar var. Hazır ve uyanık olmazsak tehditler gerçek olur, fırsatlar da kaçar. İşte Küreselleşme/Globallaşme kapımızda. Avrupa Birliği de, daha girmeden şartları, şurtları ve karışmalarıyla karşımızda. ‘McDonald’laşma denilen tek kültür yozlaşması yayılıyor. Dünya siyasetinde ve uluslararası ekonomide de, bilgisayarlı, internetli rüzgarlar Devlet-Millet varlığını kemiriyor, sınırlar, egemenlik haklarını allakbullak ediyor. Ne olacak? Ne olabilir? Stratejimiz ne olmalıdır? Bu can alıcı konulara tekrar eğilmek üzere Allah’a ısmarladık.’’ (Türkkan, 19)

Başvurular

Bora, Tanıl. Cereyanlar. İstanbul: İletişim, 2017.

Dural, Baran. Pratikten Teoriye Milliyetçi Hareket. İstanbul: Bilge Karınca Yayınları, 2011.

GÜLER, Kadir Kaan. Alparslan Türkeş, Türk Milliyetçiliği Fikri ve CKMP. Ankara: Delidumrul, 2017.

Kaya, Murat. “Reha Oğuz Türkkan and Pan-Turkist Movement in Turkey (1938-1947), Master tezi, Boğaziçi Üniversitesi ATA Enstitüsü, 2005

Öksüz, İskender. Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörler. Ankara: Panama Yayıncılık, 2017.

Özcan, Ömer. «Reha Oğuz Türkkan.» Türk Yurdu, 2010.

Türkkan, Reha Oğuz. Arayan Adam. Cilt 1. İstanbul: Pozitif Yayıncılık, 2009.

Türkkan, Reha Oğuz. «Yarınımız.» Orkun, Haziran 2000: 18-19.

İnternet Kaynakları:

[1] Kral ve Ben 22. Bölüm Futurism (Gelecek Bilimi), https://www.youtube.com/watch?v=G94P6VbmzVY erişim tarihi: 03.08.2017

2 https://www.youtube.com/watch?v=2o70jn1NCOY, erişim tarihi: 06.08.2017

3 http://www.hizliokuma.com/rot.asp, erişim tarihi: 06.08.2017

4 http://www.tubaterim.gov.tr/, erişim tarihi: 06.08.2017

5 http://www.hurriyet.com.tr/siyasi-analizci-mi-nostradamus-mu-12920, erişim tarihi: 06.08.2017


[1] Kral ve Ben 22. Bölüm Futurism (Gelecek Bilimi), https://www.youtube.com/watch?v=G94P6VbmzVY erişim tarihi: 03.08.2017

[2] https://www.youtube.com/watch?v=2o70jn1NCOY, erişim tarihi: 06.08.2017

[3] http://www.hizliokuma.com/rot.asp, erişim tarihi: 06.08.2017

[4] http://www.tubaterim.gov.tr/

[5] http://www.hurriyet.com.tr/siyasi-analizci-mi-nostradamus-mu-12920, erişim tarihi: 06.08.2017

Bir yanıt yazın