Cumhuriyeti anlamak ve önemini kavramak için, 29 Ekim 1923’e kadar, özellikle son iki yüz yılda neler yaşandığını, ülkemizi cumhuriyetin ilanına iten koşulları bilmek büyük önem arz etmektedir. Türk milleti, Birinci Cihan Harbinde sadece harp kaybetmedi; ciddi şekilde aydın kaybına da uğradı. Tıbbiyelerden mühendis mekteplerine varana kadar neredeyse bütün yüksekokulların sınıflarını boşaltmıştı cihan harbi. Genç nüfusun büyük bir çoğunluğu, Çanakkale’den Yemen’e, Kafkaslara kadar uzanan cephelerde şehit düştü. Bununla birlikte, Anadolu’daki yetişmiş en iyi zanaatkârlar, çiftçiler de şehit oldu. Çanakkale ve Kut-ül Amare zaferlerine rağmen, harbin sonunda mağluplar arasındaydık. İmzalanan Mondros Mütarekesi ile aziz vatan toprakları, galiplerin işgaline bırakılmıştı.
İngiltere ve galip müttefiklerinin gerek gördüğü her yeri işgal etmesi, bazı bölgeleri de, aslında İngiliz’lerin Anadolu’daki kara gücü işlevi gören Yunanistan’a işgal ettirmesi, Ege bölgesinde direnişleri başlatmıştır. Anadolu halkının direnişi, Ege’den ibaret değildi. Ancak, başsız ve bütünsel bir konuma sahip olmayan Anadolu direnişinin vatanı düşman çizmesi altından inlemekten kurtarması imkânsızdı. İşte bu durum, 1919 Mayıs’ının 19’unda Samsun’dan Mustafa Kemal güneşini doğurdu. Şüphesiz ki Mustafa Kemal Paşa, Trablusgarp’ta, Çanakkale’de, Filistin cephesinde askeri cevherini ispatlamış, iyi yetişmiş bir kurmay subaydı. Zekiden öte, O bir dâhiydi. 23 Nisan 1920’de, Ankara’da, Milli Mücadeleyi yürütecek olan meclisi kurması, ufuktaki Türkiye’nin de rejimini müjdeliyordu. TBMM, kurulduktan sonraki ilk zamanlarında, saltanatı açık olarak reddetmemiştir. Bu doğaldır, çünkü meclisin öncelikli ve yoğunlaştığı hedefi ülkenin işgalden kurtarılmasıydı. Kaldı ki söz konusu hedef, TBMM’nin temel varlık sebebiydi. Ancak henüz milli mücadele devam ederken, zaman içinde cumhuriyet fikri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Zira mecliste, meclis tarafından seçilen bakanlar vardı. Meclis her şeye hâkimdi. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’da meclisin emrindeydi ama aynı zamanda meclis reisiydi.
Bu durum, 1923’ün 29 Ekim’inde, egemenliğini halktan alan, halkın kendi kendini yönettiği bir cumhuriyete dönüştü. Bu dönüşüm, engellenemez ve gerekli olan bir dönüşümdü. Çünkü ortada çökmüş bir imparatorluk ve halkın kurduğu, halk ile beraber İstiklal Harbi’ni gerçekleştirip kazanan bir meclis vardı. Gazi Paşa ve silah arkadaşları, şeklen var olan bu sistemin adını cumhuriyeti ilan ederek koydu. Tıpkı Milli Mücadele gibi, cumhuriyetin ilanı da kolay olmadı. Çünkü, cumhuriyeti ilan eden birinci meclisin milletvekilleri içinde halifeyi ve padişahı isteyenler de vardı. Burada yine ortaya çıkan şey, Atatürk’ün zekâsıdır. Zira ondan başka kim bu kadar farklı yelpazedeki sivil ve askeri isimleri bir araya getirip, Milli Mücadeleyi gerçekleştirebilirdi? Bu noktada Atatürk’ten yansıyan bir başka durum da, onun ileri görüşlülüğüdür. Milli Mücadelenin daha en başlarında, İstiklâl Harbi’nin birçok komutanı bile İstanbul’u geri almayı aklından geçirmiyordu. Anadolu’nun bir kısmını kurtarabilmek, onlar için bir ümitti ancak. Oysa o büyük Gazi, karşı tarafın açığını görüp verdiği, ‘’ Ordular! İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri! ‘’ emrinde olduğu gibi, cumhuriyeti de kendi ileri görüşlülüğünün eseri olarak Türk milletine armağan etmişti.
Osmanlı’dan cumhuriyete, yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş bir Anadolu ile yoksul ve geri bırakılmış bir toplum aksetmişti. Ülkenin sanayi ihtiyacı ile, cumhuriyetten önceki son on yılda neredeyse aralıksız savaşmış, bu savaşlarda varını yoğunu tüketmiş halkın eğitim ve sağlık ihtiyacı adeta bekâ sorunu gibi ortada duruyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları, perişan hâldeki ülke ve milletin ihtiyaçlarını görmüş, kolay kolay her siyasi ve askeri kadroların cesaret edemeyeceği bir fedakârlıkla askeri harcamaları kısmışlar ve kaynakları daha çok ülkenin ve milletin iktisadi ve sosyal kalkınmasına yöneltmişlerdir. Türkiye bu sayede dünya ticaretine entegre olmuştur. Cumhuriyet, imparatorluktan kalan okulların üstüne çok daha iyilerini ilave etti. Bu okullardan yeni nesil bilginler, entelektüeller yetişti, cumhuriyet aynı zamanda bir seferberlik olduğunu gösterircesine. Köylümüz fakirdi. Türk köylüsü, cumhuriyet ile birlikte, önceki eziklikten ve fakirlikten kurtuldu. Cumhuriyetin en önemli başarılarından biri de, getirdiği hukuk sistemi ile hayatı kolaylaştıran yaşamı biçimi sunması ve kadın aydınlanmasını yönlendirmeyi ve sistemleştirmeyi başarmış olmasıdır.
Cumhuriyet’in başarı ve kazanımları ile birlikte hedefleri, cumhuriyetin anlamını da ortaya koymaktadır. Cumhuriyet, Atatürk’ün dediği üzere, fazilettir. Başka bir ifade ile üstünlüktür. Medeni ve uygar olma ideasındaki bir toplumun vazgeçilmez ihtiyacıdır. Her türlü baskıcı, kısıtlayıcı, meşrutiyetini halktan almayan kişi ve sistemlerin üzerindedir cumhuriyet. Onun içindir ki; fikri hür, vicdanı hür nesiller ister. Cumhuriyet bir insan hakkıdır. Cumhuriyetten yoksun olan bir halk, köle bir halktan farksızdır. Cumhuriyeti olmayan insan, hürriyeti olmayan insandır. Ancak maalesef ki, cumhuriyetin sahip olduğu felsefenin toplumda henüz yerleşmeye başladığı bir süreçte Gazi Paşa’nın vefat etmesi, cumhuriyetin hedeflerini sekteye uğratmıştır. Çünkü Türk istiklâl ve cumhuriyetine yönelik Türklük hasımlarının taarruzu, Gazi’nin vefat ettiği gün, Milli Eğitim sistemi üzerinden başlatılmıştır.
Cumhuriyet, geri kalmamıza; aydını, münevveri, devlet adamı, askeri ve sivil bürokrasi kadroları ile Osmanlı’nın son iki yüzyılı boyunca kafa patlatıpbulduğumuz çarenin adıdır. 19. yüzyılı en iyi okuyan Türk milliyetçilerinin, aziz milletine armağanı, Türk milletin imanını, kanını, cesaretini, izzetini temelinde bulunduran çınardır. Onun içindir ki Atatürk, Cumhuriyetin temel dayanağını Türk topluluğu olarak göstermiştir. Atatürk, Türk topluluğunun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyetin de o kadar kuvvetli olacağını belirtmiştir. Ve onun içindir ki cumhuriyet, Türk milletini muasır medeniyetler seviyesinin üstüne layık görmüştür. Haçlı zihniyeti ile bezeli Batı emperyalizmine tarihinin en büyük yenilgisi yaşattığımız zaferin tacı olan cumhuriyetin kurucu fikri olan Türk milliyetçiliği olduğu gerçeğinin bilinci ile, cumhuriyeti yozlaşma tehlikesinden kurtarmak, cumhuriyetin içi boşaltılan meziyetlerine yeniden ve doğru şekilde işlerlik kazandırmak, cumhuriyetin felsefesini yeniden ortaya çıkarıp, dayanağı olan Türk topluluğuna önemini yeniden kavratmak, yani cumhuriyeti kurtarmak ve yeniden kimsesizlerin kimsesi yapmak Türk milliyetçilerinin en yakın kızıl elması olmalıdır. Eğer Cumhuriyet’i kurtaramazsak, milletimizi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarmak mümkün olamaz. Çünkü cumhuriyet yok olursa, istiklâlde yok olur. Türkmilliyetçileri asla unutmamalıdır ki; Atatürk ve beraberinde cumhuriyeti kuran Türkçü kadrolar, Milli Mücadele sırasında ve cumhuriyetin kuruluşu ile milliyetçi olmamış, milliyetçi oldukları için milli mücadeleyi gerçekleştirmiş ve cumhuriyeti kurmuşladır. Türkiye Cumhuriyet’i, kurulduğu dönemdeki Türk milliyetçilerinin, kendilerinden sonraki Türk milliyetçilerine emanetidir. Onun için; cumhuriyeti kurtarmak ve yaşatmak, geleceğin Türk milliyetçilerine emanet bırakmak, üzerimizdeki değişmeyen milli vazifedir. Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur. Yaşasın Cumhuriyet!