Meddah, ses sanatçısı, kültür elçisi, halk ozanı… Adının evveline daha nicelerinin yarenlik ettiği Büyük Usta Özay Gönlüm için; ne yazsak, ne söylesek az gelir. Yazacak kalem, edecek kelam O’nun samimi ağzını aktarmakta zorlanırken kulun kısıtlı bilgisi ile bir gönlü aktarması ne mümkün…
Ozanları, Tanrı’nın söylettiğine inanıldığındandır önceki zamanlarda ozan kopuzunu konuşturduğu vakit hanlar susarmış, kopuz susana kadar da konuşmak sanki harammış. Geçen zaman içinde mekânlar, kişiler değişmiş lakin kişilerin gönlü; gönlünün açlığı sürüp gelmiş. Gönül’ün aşı; ozanın ettiği kelam, sazından çıkan ses olmuş.
“Uza günlerim uza
Tanrım güç ver kopuza” diyen Kara Ozan’ı
“Ferman padişahınsa
Dağlar Bizimdir” diyen Dadaloğlu’nu nasıl unutmadıysak
İnanıyorum ki “Ninenin Mektubu” nu söyleyen Özay Gönlüm’ de zamanı aşacak, sonsuza ulaşmada gönül köprümüz olacaktır.
Musiki inkılabının tartışılıp Tek Sesli Türk Müziği’nin yasaklandığı dönemlerde Batı müziğinden rahatsız olan Türk Milleti farklı radyo frekansları üzerinden; Hint, Arap radyo yayınlarını dinlemeye başlamıştır. Toplumda Batı müziğinden doğan bu rahatsızlık Türk Milletini Arap ezgilerinin kasvetli havasını sürüklemiş, bizim bünyemizde tutmayacak arabesk aşısıyla allak bullak bir musiki yapının zuhur etmesine sebep olmuştur. Tam da bu dönemlerde kimine göre tesiri ile devrin Kara Ozan’ı, kimine göre Dadaloğlu ‘su Özay Gönlüm çalışmalarına başlamıştır. Kaybolmaya yüz tutmuş; deyişleri, türküleri, öyküleri gün yüzüne çıkarmış, derlenmiş, yorumlamıştır. Üç binin üzerinde bu yönde çalışması olan Özay Gönlüm halkın anlattığına göre kar kış demeden, durup dinlenmeden, dere tepe, dağ ova ayırt etmeden kimin bir bildiği var ise dinlemiş; sadece bir devrin değil bildiğimiz geçmişin bizlere ulaşmasında emek sarf etmiştir. İşin özünü vermeye çalışırsak bu durumu çileden daha yalın hangi sözcükle anlatabiliriz? Eğer bir yerde çile var ise müsebbibi aşktan gayrı ne olabilir? Özay Gönlüm’ ün aşkı küçük yaşlarda bir mızıka ile başlamış ardından “popüler” bir enstrüman olan mandolin ile devam etmiştir. Lisede eğitim aldığı vakitlerde müziğe olan ilgisini gören bir öğretmeni, Özay’ın keman çalması için onu teşvik etmiştir. Gönlündeki açlığı kemanla da doyuramayan Özay bağlamaya merak salarak “Usta” olmasının büyük adımlarını atmaya başlamıştır. Kendi kendine, hocasız bir şekilde sabahtan akşama, akşamdan sabaha büyük emekler vererek; evlerinin arka bahçesinde; kimi zaman ailesini uykusundan ederek, kimi zaman azar yemeyi göze alarak, bir başına bağlama çalmayı öğrenmiştir.
Bağlama ile aralarında öylesine kuvvetli bir bağ vardır ki yanı başında çocukları varken bağlamayı çocuklarına tercih edip, onu okşayıp sevmiştir. Bir de kendi üç sazlısı vardır. Yaren… Özay Gönlüm` ün; tambur, bağlama ve curayı aynı gövdede birleştirdiği sazdır. Tasarımını Özay Gönlüm` ün yaptığı yaren, ilk defa Cafer Açın tarafından imal edilmiştir. Saza bu ismi, 1976`da TRT`de Halit Kıvanç`ın sunduğu “Bir Kadın Bir Erkek Yarışması” nda izleyicilerin vermesi öngörülmüş, iki hafta sonraki programda zamanın Tefenni Kaymakamı Yüksel Ayhan`ın önerdiği “Yaren” ismi genel kabul görmüştür. Aslına bakılırsa adını bile halk koymuştur. Halkın sanatçısı burada da duruşunu ortaya koymuş “ben” den önce halkı tutmuştur.
Özay Gönlüm bizden çıkmış, bize bizi anlatmıştır. Şık takım elbise ve yeleği, kolunda tesbihi, sazının altında bacağına serili mendili, ayağında çizmesi ile Ege yöresinden derlediği türküleri ama illa ki “Ninenin Mektupları” ile. O nine ki torununa yazdığı mektuplarda her zaman bir ileti saklar. Kimi zaman “gocuman memleketlerde; cicili bicili, boyalı moyalı, şıngırdak fıngırdak, kirpikleri takma, saçları sokma, onlan bunlan düşüp kalkma, gözleri elde, etekleri belde, artanı da yerde, sıska mıska, şıbıldak gibi bazı, çirkin mirkin hanımlar, gızlar” dan uzak durmasını bir büyüğü olarak nasihat ederek, kimi zaman “Alceen gızın soyu sopu belli, saçı sırma telli, eline el değmemiş, kötü süt emmemiş, sevisi derinde, eti butu yerinde olmalı. Dizine otutturuverdin mi kucağın dolmalı, domuz hem evlenince pazara kadar değil, mezara kadar varmalı. Ee hanım dediğini de alaya kattın mı, koluna taktın mı yakışmalı, duvara attın mı yapışmalı. Bu sözlerimi eyi dinle bakem, bi kulağından sok da öte kulağını tıka, çıkıvermesin len. Senin nazlı Eminen ne güne duruyo?” diye seçilecek eşteki dikkat edilmesi gerekenlere vurgu yaparak, kimi zaman kırmızı fistanını giyip “Şööle cami duvarına doğru yukarı çıkıyodum. Elimi ardıma kodum. Bizim Zartlak Osman pencereyi açmış, bende şööle oturdum. Bi de iradyoyu sonuna kadar açtıttırmış da havaları dinliyon deyyodum. Beni görüvedi, “Ninee!” dedi. “Eeey!” dedim. “Gel de bi açcık oynayıvee” dedi. “Beni mi deyyon ay oğlum” dedim. “Heee” dedi. “Uleen” dedim, “Benden geçti gari a yavrim. Sen o karını, Gıygıdı İbram’ın gızını bi cıscıbıldak soy, köyün delikanlılarını ünle, onların garşısında böyle şakkıdı şukkudu bi oynatıve!”.” diye hazırcevap oluşumuzu bize göstererek ama en çok da “Sen olmayınca yokluğun köz oluyo yüreciğimde. Gel gari yavrım. Yollara bakıttırma, gözümüzden yaş akıttırma. Gel gari yavrım, gel gari! He hey.” Diyip aile bağımızın kuvvetini vurgulayarak kulakların yanında gönüllerde de iz bırakmıştır.
“Yâren” ini yanına katıp; Amerika’dan, Asya’ya; Avrupa’dan, Avustralya’ya kadar; onlarca ülkede konser veren Özay Gönlüm’ ün; yediden, yetmişe; doğudan, batıya; kuzeyden, güneye; yurt içinde ve dışında; onu bilenin, onu sevmesine sebep; tüccar olup ithalat ihracat zanaatkârı olmak yerine halk sanatçısı olmayı tercih etmesi olmuştur. Ege ağzının insanlarca da kabul görmesine vesile olmuş Özay Gönlüm; Sobalarda Kuru Meşeler yanarken ciğerimizi yakmış, İki Keklikle yüreğimizi dağlamış, Elif Deyip Be Deyip gözlerden yaş akıtmış, Çözde Al Mustafa Alisiyle, Hop Diri Diri Dat Diri Dit Diri Dom’ uyla gönlünden kulaklarımızı, oradan gönlümüze coşkunca akmıştır.
Meydana, liseye, hastaneye adı verilen; heykeli dikilen, sık sık anması yapılan; dedelerin, ninelerin adını duyduklarında dikkat kesildiği Özay Gönlüm’ ün gençlerle de buluşturulduğu günlere, yeni ufuklara ulaşmak temennisiyle…