‘’ Kıbrıs Girit Olmasın!… ‘’ Bu ifade, Rauf Denktaş’a ait bir kitabın ismidir. Türk Dünyasının abide şahsiyetleri arasında daha yaşarken yerini almış olan Rauf Denktaş öyle bir isim koymuş ki kitabına, okumaya bile hacet bırakmıyor neredeyse. 2004 yılında kaleme aldığı bu kitabında, önce Türk Dünyasına, sonra bütün dünyaya ‘’ Kıbrıs Girit Olmasın ‘’ diye seslenen Rauf Denktaş, Rumların ENOSİS hayalinden ve Türk düşmanlığından asla vazgeçemediklerini anlatıyor. Akritas Planı ve Annan Planıyla adanın iki kesiminde yapılan referandumu da tartışmaya açtığı kitabında Denktaş, bütün dünyayı uyarıp duyarlı olmaya çağırıyor. On iki yıl önce yayınlanmış bu kitabı anlatıp, okumayan mutlaka okusun demekten ziyade, Kıbrıs Harekâtının 43. yılını yaşadığımız şu günlerde kitabın isminde belirtilen tehlikenin halen daha bütün sıcaklığı ile güncelliğini koruyor olmasını anlatmak, tehlikenin farkında olmayanlarda milli farkındalık oluşturmak amacı ve Rauf Denktaş yaşasa idi, onunda böyle bir şey yapmamdan memnun olacağı inancıyla, bende yazıma bu başlığı uygun gördüm. Zira Türkiye’de vaktiyle bir nesil, Kıbrıs için düzenlenen mitinglerde insanların evlerine kadar gelen, ‘’ Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacak ‘’ ve ‘’ ya taksim ya ölüm ‘’ haykırışlarıyla büyüdü. O neslin babası ve dedesi olan nesil ise,    ‘’ Girit bizim canımız, feda olsun kanımız ‘’ diye haykırarak büyüse de, Girit’in semasında Türk bayrağı, gökkubesinde ezan sesleri baki olamadı.  Günümüzde ise; yine Kıbrıs’taki Türk varlığı üzerinde Rum-Yunan ikilisi ve arkalarındaki haçlı emperyalizmi dünkü planları yapmaya ve oyunları oynamaya devam etmesine rağmen, ne yazık ki o bütün dünyada ses getiren Kıbrıs mitingleri ve o mitinglerin soylu haykırışlarıyla büyüyen bir nesli yok!

Oysa ancak milli refleksleri uyuşturulmuş olan bir toplum milli meselelerde topyekûn hareket edemez. Uyuşturulmuş milli refleksler, felaket başa gelince uyanır çoğu zaman. Ama şurası da var ki, milli felaketler tarih boyunca hep geliyorum demiştir. Bu tarihi gerçeğe, Türk tarihinden birçok örnek vermek mümkündür. Türk tarihi aynı zamanda felaketin geldiğinin görülmesi ile harekete geçilip gerçekleşen nice olay ve zafer ile doludur. Mevzumuz dâhilinde buna verilebilecek en güzel örnek, Türkiye’nin 1974’te gerçekleştirdiği Kıbrıs Harekâtıdır. O dönem, Kıbrıs’a Türkiye’nin askeri müdahalesine sebep olan olayların Kıbrıs Türklüğü ve Türkiye aleyhine yakın gelecekte doğuracağı sonuçlar TSK tarafından öngörülmüş, bir rapor halinde hükümete sunulmuş, neticede Kıbrıs’ın Türk kimliği kurtarılmış ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki bugünkü stratejik avantajı elde edilmiştir. Aslında Kıbrıs’a çözüm, Türkiye’nin söz konusu müdahalesi ile gelmiş ve o günden bugüne kadar süren bir sükûnet sağlanmıştır. Ancak Türkiye’nin bu meşru müdahalesini ve sonuçlarını bir türlü kabul etmeyen Rum-Yunan ikilisi ve arkalarındaki Batılı ülkeler, adanın iki devletli ve iki toplumlu yapısını daima çözümsüzlük olarak göstermiş ve 1974’ten sonraki süreçte Kıbrıs’ı masa başında Türklüğünden koparmaya çalışmıştır. Bu anlamda referanduma götürülen Annan Planı, Kıbrıs Türklüğünün yakın geçmişte karşı karşıya kaldığı en ciddi tehlike olmuştur. O dönem, Annan Planının Kıbrıs’taki Türk varlığı için bir felaket doğuracağını gören Rauf Denktaş, tek başına bu plana karşı çıkmış ve referandum sürecinde planın reddedilmesi için mücadele etmişti. Kıbrıs Türklüğü bugün yine felakete sürüklenmek, haçlı zihniyetinin yıllardır özlemini duyduğu ve asla vazgeçmediği emellere kurban edilmek istenmektedir.

Kıbrıs’ta Türklüğü imha etme planı, Ocak 2017’de Cenevre’de yeniden masaya yatırılmıştır. Kıbrıs’ta kapsamlı çözüm hedefi ile Ocak 2017’de Cenevre’de ilk oturumu başlayan Kıbrıs görüşmelerinin ikinci oturumu ise Haziran 2017’de İsviçre’nin Crans-Montana şehrinde yeniden başladı. Temmuz ayı içerisinde sonlanmış olacak ikinci oturumda da Rum-Yunan ikilisi yıllardır uyguladığı taktikle masaya oturdu. Söz konusu taktik, Kıbrıs ile ilgili kendi emellerini toplantının gündemi haline getirmek ve haliyle Türk tarafı bu emellere mesafeli durunca, Türkiye ve KKTC’yi bütün dünyaya Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün adresi olarak göstermektir. Buna karşılık ise, Türkiye ve KKTC yönetimi Rum ve Yunan tarafının ENOSİS kokan isteklerine soğuk baksa da, savunma pozisyonundan çıkıp, atak pozisyonuna geçecek karşı tezleri ortaya koyamaz bir halde masada yer aldı. Oysa Kıbrıs görüşmelerine Türk tarafı, 1974 sonrasında KKTC’nin varlığının kabul edilmemesi dışında adada bir sorun bulunmadığı, 1974 öncesinde yapılan ittifak anlaşmalarını Rum-Yunan ikilisinin bozduğu, bu durumunda Türkiye’nin adaya askeri müdahalede bulunmasını zorunlu hale getirdiği temelindeki tezlerle masaya oturması ve bu noktada asla esneklik göstermemesi gerekirdi. Aksi takdirde, Crans-Montana’daki oturumda olduğu gibi, bundan sonraki görüşmelerde de masaya Kıbrıs Türklüğünün imha planına karşı çıkmak için oturmaya ve bütün dünyaya Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün tarafı olarak yansıtılmaya devam ederiz.

Şurası gün gibi ortadadır ki; önce Cenevre’de, sonra Crans-Montana’daki görüşmelerde tarafımıza dayatılan, Kıbrıs’ın Sevr’idir! Ağustos 1920’de Türkiye Türklüğüne biçilen kefen olan ve TBMM’nin bir paçavradan ibaret görüp, tanımadığını bütün dünyaya ilan ettiği Sevr Antlaşmasının bir benzeri, bugün Kıbrıs Türklüğüne kefen yapılmak istenmektedir. Bugün Kıbrıs’ta; Annan Planı’ndan daha ağır şartların uygulanması, KKTC’den Rum tarafına toprak verilmesi, Türk askerinin KKTC’den çekilmesi, petrol ve doğal gaz rezervlerinin Rum tarafına verilmesi, ABD’nin deniz ve hava üssü kurması, Türkiye’nin güneyindeki yetki alanının 12 mil geri çekilmesi, KKTC vatandaşlarının taşınmazlarına Rum kesimi tarafından el konulması, Türkiye’den gelen Türklerin geri gönderilmesi ve Türklerin adada azınlık durumuna düşürülmesi kabul ettirilmek istenmektedir. Bu durum, Kıbrıs Türklüğüne Sevr antlaşmasının bir benzerinin dayatılması değildir de nedir? Bu, Kıbrıs Türklüğünün imha planı değildir de nedir? Bu, Kıbrıs’ın Girit gibi olmasını amaçlamak değil de nedir? Böyle bir gündemi olan masaya oturmak ise, Türkiye ve KKTC yönetimi için zül olmalıydı. Eğer 1920’de TBMM, dünyaya Anadolu’da çözümsüzlüğün tarafı olarak gösterilmekten korkup, Sevr antlaşmasına razı gelseydi, Edirne’den Kars’a bu mübarek vatan Türk olarak kalabilir miydi? Eğer Kıbrıs’ın Sevr’i olan bu durum, bugün ya da yarın kabul edilecek olursa, 1974’te Mehmetçiğin Girne’den Anadolu’ya bağladığı yol kesilecek, Kıbrıs Harekâtının Genelkurmay Başkanı olan Org. Semih Sencer’in, harekâtın gerekliliğine dair dönemin CHP-MSP hükümetine sunduğu rapordaki öngörülen milli felaket gerçekleşecektir. Türk askerinin adadan çıkması durumunda, bir daha adaya asla gidemeyecek, çünkü yakın gelecekte adada kurtarılacak bir Türk varlığı olmayacaktır. Çözümsüzlüğün tarafı olmayacağız gerekçesi ile 1974’te meşru bir savaşta kan ile aldığımız toprakları masa başında vermemiz, Türk tarihinin en rezil, dünya tarihinin ise en komik antlaşmalarından biri olacaktır. Bütün bunlarla beraber, Kıbrıs’ın masa başında kaybedilmesi durumunda, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’i unutması mecburiyet haline gelecektir. Türkiye bugün, Irak ve Suriye’de yaşanan iç savaş dâhilinde güneyinden çevrelenmiştir. Kıbrıs’ın elden gitmesi halinde ise, Türkiye’nin çevrelendiği bölgelere Doğu Akdeniz’de dâhil olacaktır.

Kıbrıs Harekâtının hemen öncesinde, Türkiye’nin her ilinde Kıbrıs Türklüğüne destek amacıyla günlerce süren mitingler yapılmıştı. Türk milletinin ve Türk gençliğinin milli reflekslerinin uyanmasını beklemeden, uyandırmalı ve Kıbrıs’ta Türklüğün imhası ne zaman nerede masaya konulursa, bu mitingler yeniden düzenlenmelidir. Türk sesinin gelmediği, Türk yüreğinin çarpmadığı yerlerin değil, tarihte Türk ve halde Türk olan Kıbrıs’ın düşmesi halinde Türkiye’nin düşeceği gerçektir. Bu gerçeğe sahip çıkacak bir kamuoyu desteği oluşturulamazsa, milli felaket kapıdadır.

-Kıbrıs, Piyale Paşa’nın yadigârı, Osmanlı leventlerinin, TMT mücahitlerinin ve şanlı Mehmetçiğin kanının karşılığı, Turan ülkesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Türk’ün kanı ile alınmıştır, Rum’un menfaatlerine peşkeş çekilemez!

-KKTC, şehitlerin ve gazilerin emaneti, Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş’ın mücadelesinin eseridir. Türk kanı ile var olmuş bir devlet, haçlı emperyalizminin emellerine kurban edilemez!

     -KKTC’yi yaşatmak, bir şeref meselesi, tarihe, Türklüğe ve hatta insanlığa karşı sorumluluktur.

     Öyleyse, kalk ayağa ey ehli vatan!

     Kal ki, şehitlerimin kemikleri sızlamasın!

     Kalk ki, Kıbrıs sularında ecdadımın destan iniltileri susmasın!

     Kalk ki, Beşparmak Dağlarında Türk destanı ebediyen yaşasın!

     Kalk ki, Kıbrıs semasında Türk bayrağı, gökkubesinde ezan sesleri baki kalsın!

     Kalk ki, Kıbrıs Girit olmasın!

     Kalk ki,  Türk Kıbrıs, Türk olarak kalsın!                     

Bir yanıt yazın