Şahsiyet bir ferdin kendi özelliklerinin, yeteneklerinin, tecrübelerinin, karakterlerinin; mensup olduğu milletin kültür unsurları ve inançlarıyla yoğrulup yaşama biçimine dönüşmesidir. Kültür unsurlarını tarihin, inançları da iman ettiği mutlak varlığın tayin edeceğini söylersek şahsiyeti; “Tarihin ve Allah’ın, ferde tayin ettiği misyonu; ferdin kendi özellikleri ile yaşama dökmesidir. “şeklinde tanımlayabiliriz.

                Bir önceki yazımızda nesillerin tarih oluşturmasından bahsetmiştik. Bu yazımızda ise nesillerin şahsiyet oluşturması üzerinde duracağız.

                İnsanlar ölümlü varlıklardır. Sınırlı bir ömrü olan insanlar, nesiller oluşturarak arkalarında biyolojik olarak devamını bırakırlar. Bu yüzden nesilleşmek insanların ölümsüzlüğüdür. Ölümsüzlüğün sırrına eren nesiller yalnız maddi olarak değil, manevi olarak da bir sonraki nesillere miras bırakırlar. Bu miras; örf, adet, din, dil, ahlak, estetik ve ülkü gibi kültür unsuru ve inançlardır. Bu mirasa sahip olan yeni nesiller, kendinden önceki nesillerin devamı olabilir; çünkü fertler ancak kendinden olanlara bu mirası bırakırlar.

                Fertlerin nesiller meydana getirmesi milleti meydana getiriyordu. Bu fertlerin şahsiyetlerinin nesilleşmesi de kültürü meydana getiriyor. Yani bir millet kendi şahsiyetini nesillere aktardığı ölçüde milli kültürünü muhafaza edebiliyor. Milli kültürünü nesillerine aktaramayan millet de şahsiyetsiz nesiller yetiştirerek yok olmaya doğru gidiyor. Bu sebepten gelecek nesilleri kendinden olmayan bir millet, yaşayamaz.

Kendi şahsiyetini oluşturamayan millet biyolojik bir yığından ibarettir. Biyolojik olarak yığınlaşmış nesiller, kendine başka milletlerinin kültürlerinden bir şahsiyet biçmeye çalışır. Bir adım daha ileriye gidersek, milleti; fertlerin nesil oluşturmasıyla değil de, şahsiyetlerin nesiller oluşturması şeklinde ifade edebiliriz. Yani şahsiyeti nesilleştirdiğimizde kültür sahibi nesiller yani millet meydana gelir. Bu gözle bakarsak şahsiyetin önemi apaçık ortadadır.

Milleti, şahsiyet sahibi nesiller bütünü olarak tarif ettiğimize göre; millet için bu kadar önemli olan bir şey nasıl oluşur?

Şahsiyet kültür unsurları ve inançların fert kabiliyetleri ile yoğrulması idi. Kültür unsurları dediğimiz örf, âdet, din, dil, ahlak, estetik ve ülkü gibi unsurlar olduğuna göre bu kavramlar üzerinde durmak gerekir.

Örf’ü kendiliğimizden uyduğumuz kurallar ve ilkeler, âdeti de öteden beri yapıla gelen hareketler ve davranışlar olarak tanımlayabiliriz. Örf ve Âdetler toplumun nesilden nesle aktardığı alışılmış kurallar ve davranışlardır.

Ahlak ise bir toplum içinde ferdi, mecbur hissettirme ve ideal olanı göstermesi bakımından toplumun nesiller boyunca iyiyi ve doğruyu ferde yükleme niteliğidir. Başbuğ Alparslan Türkeş’in ‘’ Ahlaksız kişi, ahlaksız toplum mutlu olamaz. Böyle bir toplum kalkınamaz, böyle bir toplum yüksek düşünceler, kutsal inançlar uğruna fedakârlık ve feragat gösteremez.’’ derken ahlakın, doğruyu ve ideali gösterirken inanç ve vazife yükleme vasfına dikkat çekmiştir.

Estetik ise sanatta ve yaşamda güzel duygusunu oluşturur. Estetik dediğimizde musikiden mimariye, edebiyattan diğer zanaat dallarına kadar güzel duygusunu oluşturan her şeyi içine dâhil edebiliriz. Güzel duygusunu bize veren, içinde yetiştiğimiz toplumun güzel olarak kabul ettiği değerlerdir. Bu sebepten estetik milletlerin güzellik duygusunun dışa vuruş şeklini ifade eder.

Dili; hem farklı kelime ve sesleri kullanmamız hem de farklı iletişim yöntemleri olduğunu kabul etmemiz sebebiyle bir kültür unsuru olarak, duygu ve düşüncelerimizin açığa vuruluş şekli olarak tanımlamamız doğru olacaktır. Nicolas Ostler kültür ve dil arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklıyor: ‘’ Lisanımız, bizi bir kültür sürekliliğin içine yerleştirir, bizi geçmişle bağdaştırdığı gibi gelecekte aynı dili konuşacak yoldaşlarımıza yarattığımız anlamı taşır. ‘’ Nevzat Kösoğlu ise: ‘’ Bizim, dünyamızda olmayan varlığın, dilimizde yeri yoktur. Bu, duygu ve düşüncenin gücü ile dilin gelişip, zenginleşmesi arasındaki açık ilişkiyi ortaya koyar. ’’ Dil hakkında söylenen bu sözler, dilin yalnız kelimeler mozaiği olmadığını bize açık olarak anlatmaktadır. Bu sebepten dil, kültürümüzün taşıcısı olma şerefini, muntazam bir şekilde üstlenmiştir.

Din ise kültüre katkısı bakımından, bağlanılan bir inancın insana kattığı ahlâki ve vicdani değerler ile yükümlülüklerin bütünü olarak tanımlanabilir. Burada dini ele alırken dinlerin asıl fonksiyonlarından ziyade kültürümüze olan etkisinden bahsediyoruz. Bu konuda Nevzat Kösoğlu hocamız şunları söylemekte: ‘’ İnançlar ve bunlara dayalı ahlak ilke ve değerleri, toplumsal yapının iskeletini oluşturur. Hayatın maddesi karşısında toplumlar, bu iman ve ahlak yapısına sadakatteki dirençlerine göre yaşama biçimlerini şekillendirirler. Yaşamak, üretmek zorunda olan insan, yaşadığı hayat şartlarını, iman ve ahlakın ölçüleri ile biçimlendirir yahut bu ölçülerden belli nispetlerde sapar. Toplumun iskeletini oluşturan bu inançların da esasını dini inançlar teşkil eder.’’ Kültüre katkısı bakımından din, Kültür yapımızın iskeletini oluşturmasıyla, çok büyük öneme sahiptir.

Ülküler insan ömrüne sığmayan, nesillere miras bırakılan yüce hedeflerdir. Ülkülerin nesilden nesle miras yolu ile bırakılması, ülküyü milletlerin ülküleri haline getirir. Şahsiyetimizdeki tecrübelerin açığa çıkarılması, benliğimizin bir hedefe kanalize edilmesiyle olabilir. Hedeflerimiz kendi ömrümüzle değil de nesiller ile ifade edilirse; bitmeyen, tükenmeyen bir azimle, medeniyete verilen ürünler milletlerin şaheseri olabilir.

Kavramlarımızın doğruluğu bir yana bu kavramların bir şahsiyeti oluştururken yaptıkları etkilerin gerçekliği ile ilgilenelim. Arvasi Hoca: ‘’ İnsan ferdi, yüksek bir biyolojik ve psikolojik potansiyele sahip olmakla beraber, grup dışında kalsa idi yabani kalacaktı. İnsan fert ve zümreleri grup içinde gelişerek şahsiyet ve üslup kazanabiliyorlar. Hiç şüphesiz, fertler ve zümreler, gelişmelerini tamamladıktan sonra, kültür hayatına değerli katkılarda bulunabilirler.’’ der. Daha iyi anlaşılacağı gibi milli kültür şahsiyeti oluşturur, şahsiyette milleti meydana getirir. Aynı kültür unsuru ve inanç çevresinin, nesilleşerek meydana getirdiği milletin, fertleri arasındaki bağ, tanımladığımız kavramların güçlülüğü ile doğru orantılıdır.

Kültür dediğimiz kavram bir toplumun tarihsel gelişim süreci içerisinde nesillerden nesillere aktarılan her türlü değer, tecrübe ve yaşayış olduğuna göre bir milletin kültürü de her zaman değişir ve gelişir. Kültürün değişimi, millet ömründeki dönemeçler ile mümkün olacağından, milletin farklı zamanlardaki tecrübelerini oluşturan intibaklar milletin kültürünü güçlü kılmaya yarar. Dolayısıyla nesillere aktarılan şahsiyet sürekli gelişmek durumundadır. Değilse, kültürel tahrip var demektir ve bir şekilde bu tahribin düzeltilmesi gerekir. Bu sebepten kültürü sağlam olan millet güçlü, şahsiyetini gelecek nesillere aktarabilen millet de ebedi olur.

Türk milliyetçiliği, milletin, kendini var eden değerler ile birlikte, korunmasını ve geliştirilmesini ifade ettiğinden; Türk milletinin tarihi misyonunu terkip halinde nesillere aktararak, Türk milletinin ebedi bekasını gaye edinmiştir. Türk milletinin bekası, Türk şahsiyetinin ebediyen nesillere aktarılmasıyla olacağından; Türk milliyetçiliği şahsiyet temelli bir fikir sistemidir.

Bir yanıt yazın