Türk Dil Kurumunun Uydurmaca Anlayışı

Cumhuriyetimizin banisi ve TDK’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra, dil meselesinin büyük bir çıkmaza girdiği ve bunda da baş sorumluların Türk Dil Kurumunda yer aldığı su götürmez bir gerçektir. Bizi bu kanıya bir kez daha vardıran şey, özellikle yaptığımız son incelemelerde bir dönem kurumun dil politikası gereği uygulamaya koyduğu tasfiyeci hareketin ürünü olan uydurma kelimelerin bugün de muhafaza edildiğini görmemiz oldu. Bu tasfiye ve uydurmaca kavramlarına değinmek gerekiyor; şöyle ki bugün yaşayan dilde karşılığı olmayan ölü kelimeleri halkın yabancı olduğunu dahi bilmediği canlı kelimeler yerine kullanmanın bir dil ırkçılığı olduğunu belirtmek gerekiyor. Bizim bu bahsi açarken Atatürk noktasından yola çıkmamızın sebebi de aslında bu yanlış yolun tutulmasıyla ilgilidir. Gazi Paşa’nın efsanevî eserinin has be has adı olun Nutuk’un Söylev olarak da bilinmesi işte tamamen bu zihniyetin ürünüdür. Eminiz ki bu eser Söylev olarak kaleme alınacak olsa idi Atatürk Nutuk değil Söylev olarak yazardı.

Mustafa Kemal Atatürk şahsi servetinden önemli bir kısmı bağışlamasına rağmen, kurumun onun fikir dünyasını nasıl reddi-i miras ettiğine tekrar değineceğiz; şimdi TDK’nin tasfiye siyasetine kurban gitmiş bir sözcük üzerinden ıstırabımızı dile getirmeye devam edelim. Hepimizce iyi bilinen “onur” kelimesini duymuşuzdur. İlgili olarak, “onur duymak” veya “onuruna dokunmak” deyimleri de muhakkak kulağımıza çalınmıştır. Pekâlâ; hiç düşündük mü bu “onur” sözcüğünün ilk olarak nereden nasıl geldiğini. Milletimizin türküsünden yeminine kadar girip kültürleşmiş olan “şeref” sözcüğüne tercih edildi “onur” ilk defa, sırf Arapça kökenli diye. Oysaki yine Arapça kökenli olan ve “şeref” ile aynı anlamı taşıyan “haysiyet” kelimesi yerine de kullanılması gerektiği söylenen “onur” sözcüğü “şeref” ile “haysiyetin” mahiyetinden oldukça uzaktı. Daha da absürdü “onur” sözcüğünün de Türkçe kökenli olmamasıydı; evet “onur” sözcüğü Fransızca “honneur” kelimesinin Türkçenin fonetiğine uygun düşürülerek “onur” şeklinde alınmasıyla dilimize girmişti. Üstelik anlamı ancak “kibir” ya da “izzetinefis” manalarına gelebilecek kavramları karşılıyordu. Dilimizin zenginliğinden sadece küçük bir parça olan “şeref” yahut “haysiyet” ise değer, saygınlık, itibar gibi “kibir” ile “izzetinefis” kavramlarından çok farklı manaları ihtiva ediyordu. Ve tekrar söyleyelim ki; Türk millî kültürünce fethedilerek Türkçeleştirilmiş olduğu halde Arapça kökenli diye atılma teşebbüsünde bulunulan “şeref” ve “haysiyet” kelimelerinin yerine, Türkçe karşılık olarak önerilen “onur” kelimesi bas bayağı Fransızca kökenlidir.

Uydurmacada Türkiye Radyo Televizyon Kurumu

Türk devleti adına radyo ve televizyon yayınlarını gerçekleştirmek amacıyla kurulan TRT’nin öyle bir dil düsturu olmalı ki; Türk milletinin dilinin en doğru ve en güzel biçimde kullanılmasında, Türkçenin en başarılı örneği kurumda sunulmaktadır diyebilelim. Bizim, Türkiye’nin koca çınarı TRT’yi tamamen yabana atmak gibi bir niyetimiz yoktur. Aksine; yılların birikimiyle hâlen daha televizyon yüzü veya radyo sesi olmaya devam eden sadece spikerlerinin Türkçeyi ne denli güzel konuştukları ortadadır. Yaptığımız son araştırmalarda, kuruma ait radyo ve televizyon kanallarında hazırlanan bilhassa haber programları yahut içeriklerinin paylaşımında kullanılan dilin, Türk Dil Kurumunun bir dönem uygulamaya koyduğu ve veri tabanında geçerliliğini koruyan tasfiyeci anlayıştan hareketle şekillendiğini gördük. İşte bu yüzden Türkçenin nasıl konuşulduğu üzerine değil; hangi anlayışla konuşulduğu üzerine belirledik; daha çok TRT’nin televizyon haberleri olmak üzere radyo haberlerini de takip ederek sıkça tercihte bulunulan kelimeler üzerinde bir çalışma yaptık.

Tasfiye hareketinin zararını bir şekilde kanıksamış olduğunu gördüğümüz TRT’de gözümüze ve kulağımıza en çok çarpan sözcükler “onur” ve “konuk” şeklinde oldu. Bunlardan “onur” kelimesine üst başlıkta yeterince değinmiştik; oradan hareketle birkaç kelâm daha edelim. Kelimenin “şeref” yerine teklif edildiğini ama tutamayacağını belirtmiştik. Çünkü “kibir” anlamına gelen “onur” sözcüğü “şeref” yerine konulsa bile, bugüne değin; şerefi üzerine söz veren, şerefi uğruna ölen, şerefine kadeh kaldıran, şeref misafiri ağırlayan Türk milleti bütün bu deyimlerde “şeref” sözcüğünü bırakıp “onur” sözcüğünü benimsemez. Kaldı ki Türkçe ekler getirildiğinde de rezalet ayyuka çıkıyor; zira şerefsiz kavramı bir hakareti karşılarken aynı ek ile onursuz kavramını kullandığımızda bu kibri olmayan mütevazı insan manasına geleceğinden hakaret olmaz. Biz TRT’yi takip ederken özellikle son referandum arifesindeki haber programlarında, sıkça “onur konuğu” diye bir deyime rastladık; süreç boyunca birçok siyasîyi ya da bürokratik temsilciyi “onur konuğu” olarak konuşturmalarındandı bu. Arapça “misafir” yerine kullanılan “konuk” kelimesinden önce Türkçe zannedilen “onur” kelimesi getirilerek yapılıyordu bu deyim. Ne var ki kültürümüzde asırlara mal olmuş “şeref misafiri” buz gibi Türk ve Türkçeydi. TRT’ye gelen o şahsiyetler de “onur konuğu” gibi basit ve anlamsız biçimde değil “şeref misafiri” gibi ağır ve manalı biçimde nitelenmeyi hak ediyorlardı. Bir diğer noktada “onur konuğu” derken “onur” sözcüğünün “kibir” anlamını taşıdığını, “şeref misafiri” derken “şeref” sözcüğünün “itibar” manasına geldiğini unutmamak lazımdır.

Sonsöz: Raporumuzun başında Türk Dil Kurumunun Mustafa Kemal Atatürk’ün manevî mirasını koruyamadığından söz etmiştik; sonsözümüz bununla alakalı olacak. Gazi Paşa’nın, yaşayan Türkçenin kullanımını teşvik etmek için ortaya attığı Güneş – Dil Teorisini, özleştirme kisvesi altında uydurmaca anlayışa ters düştüğü için yol tutmayan kurum, zamanla bu hatasından dönse de bir kere yapılan yanlış, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu gibi Türk milletinin cumhuriyet hafızası olan yerlere kadar zuhur etmiştir. Belki de TDK’de açılıp TRT’de derinleşen bu tasfiye yarası, feryadı duyan yetkin bir ismin, Atatürk’ün dil mütehassıslarına ettiği “Akademik çalışmalarınıza müdahale olunmayacak; sizin de mesailerinizi, ilmin son verilerine uydurmanız gerekir.” sözünü hatırlamasıyla kapanabilirdi. Dil meselesi artık bizim meselemizdir; Türkçeciler bunu görev telakki etmiştir.

Not: Bu yazı hayatını ve çalışmalarını sadece ve sadece Türk milliyetçiliği ülküsü ile Türk dili araştırmalarına vakfettiği halde belki de hiçbir dönem akademisyen kaprisliğine kapılmadığı için kıymeti yeterince bilinememiş olan 1996’da rahmet-i rahmana uğurladığımız Merhum Dilbilimci Prof. Dr. Necmettin Hacı Eminoğlu’na ithaf edilmiştir!

Kaynaklar
* AYVERDİ, Semiha, “Türk Dilinin Çilesi”, Milli Kültür Meseleleri ve Maarif Davamız, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1976
* ERÖZ, Mehmet, “TRT’nin Himmetiyle –Millet-ten –Ulus-a”, Türk Kültürü Araştırmaları, Kutluğ Yayınları, İstanbul 1977

Bir yanıt yazın