Sormak nedir? Aslına bakılırsa bir önceki cümlede yaptığım eyleme verilen isim olarak örneklendirmemiz mümkündür. Bu eylemin özne kısmı arandığında; sözcük kökeni olarak aynı tohumlar ile toprakta yeşermiş olan soru karşımıza çıkıyor. Peki ortada -özne olan- bir soru varsa ve bu soru artık sorgulanmaktan çıkıp artık bir sorun olarak karşımıza gelmiş -ete kemiğe bürünmüş- ise ne yapmak gerekir? Cevabını aramamız gereken kısım bu noktadan sonra ivedilikle bizim ‘Bismillah’ dememizi beklemektedir. Lüzum görülen yani bize lazım olan; önce iç muhasebe yapmak, akl-ı selim ile düşünerek olayları tahlil etmek ve bu sorunun çözüm yollarını aramaktır. Çünkü; soru, sorun olma gününü görmeden; aciliyetle düşünçe dünyasının içerisinde enine boyuna ölçülerek ona göre bir şekle sokulmalıdır. Ancak bu şekilde önümüze bir harita koyduğumuzda yolumuzu bulabiliriz.
Bazı zamanlarda sorun doğmasına sebep vermeyecek soruların zamansız bir biçimde sorulmuş olması sorunun güneş parlaklığında karşımıza gelmesine sebebiyet verir. Bu durumda asıl özneyi yani soruyu dillendireni vebal altında bırakır. Çünkü söz ağızdan çıkana kadar siz söze; çıktıktan sonra ise söz size hükmeder.
Peygamber Efendimiz (sav) iç muhasebe hususunda, ‘bir iş murat ettiğin zaman akıbetini iyi düşün. Doğru ise ona giriş, eğer eğri ise ondan vazgeç’, buyurmuşlardır. Eğer ki biz usumuza takılan bir soruyu ölçüp tartıp bir dirhem yol alamıyor; hatta zaman geçtikçe bu soru büyüyor; soru büyüdükçe de biz bu halde küçülüyorsak burada sorunun oluşum safhası başlamış demektir. İşte tam bu aşamada konuyu danışmak, görüş almak gerekmektedir. Bir konuyu danışmak, görüş almak neyin anlamıdır diye düşünecek olunduğu vakit her şahsın usuna istişare sözcüğünün gelmesi pek tabiidir. İşte daha evvel de belirtildiği üzere istişareyi gerçekleştirirken yanlış bir zaman seçimi ile başlangıç yaparsak istenmeyen bir sonuç doğumu ile karşılaşabiliriz. Bu yanlış zaman seçimine; kişi, tanım, izah, üslup yanlışları da eklenecek olursa çözüm caddesine girmek bir tarafa dursun; sorun çıkmazında bir bataklığa saplanmış halde bulmak kaçınılmaz olacaktır. Bundan yola çıkarak; zaman, kişi, mekan, tanım, izah ve üslupta; iyi, güzel ve doğru çizgisinden zerre sapmamamız gerekmektedir. Çünkü istişare yolu tek yöndür. Bir kez girildiği zaman geri dönüşü mümkün olmamaktadır.
İşleri danışarak yapmak Yüce Dinimiz İslamiyet’in temel ilkelerinden biridir. Kuran-ı Kerim’de Alemlere Rahmet Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e dolayısı ile tüm inanmışlara hitaben; ‘(yapacağın) iş(ler) hakkında onlara (ashabına) danış. Azmedip karar verince de Allah’a dayanıp güven…’(Al-i İmran 3/159) buyrulmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav) bu emre uyarak yapacağı işleri ashabı ile görüşmüş, onların fikirlerini almış, alınan kararları da uygulamıştır. Örnekleyecek olursak; Uhud Savaşı’nı savunma mı, yoksa meydan savaşı mı yapılması hususunu ashabına danışmıştır. Kendi düşüncesi, Medine’de kalıp savunma savaşı yapmak olduğu halde, istişare sonucu; sahabenin çoğunun görüşüne uyularak Medine dışına çıkılmasında karar kılınmıştır. Bu savaş sonrasında Müslüman Ordusu savaşı kaybetmiştir. İstişare ile alınan karar sonucunda savaş kaybedilmiştir. ‘Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır’ hadisi elbet bu olayda büyük bir anlamlandırma görevi üstlenmiştir. Savaş kaybedilmiştir kaybedilmesine fakat istişarede elbet hayır vardır. Bu hayır; Peygamber Efendimizin görüşlerine olan saygının daha da artmasının sağlanması olarak karşımıza çıkar. Bu durumun da İslamiyet’e geçişi hızlandırdığını görülmektedir. İslamiyet’in hayrını bilen daha sonraki İslam Devleti, Devlet Başkanları; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali efendilerimiz de Resulullah’ın yolunu yol etmişlerdir.
İstişare hususunda danışılacak kişi veya kişileri seçerken; akıllı, tecrübeli, sağlam fikirli, ihlaslı ve dost kişilerden seçilmesine özen gösterilmelidir. Akılsız, tecrübesiz, bozuk fikirli, sahtekar ve düşman kişiden danışman olmayacağını bilmek önemlidir. Bunları göz ardı etmek de istişareyi manasızlaştıracaktır.
Kuran-ı Kerim’in kırk ikinci suresinin adı da Şura’dır. Şura istişarenin anlamdaşıdır. Bu surenin 36. ve 39. ayetleri arasında Allah’ın mükafat vaat ettiği insanların on özelliği zikredilmektedir. Bu özelliklerden biri de; onların işlerini aralarında danışarak yapmalarıdır diye geçmektedir. Bununla birlikte bir işe istişare ile koyulan insan; yanılma ve başarısızlığı en alt düzeye indirmiş olur.
Atalarımız ‘işlerini danışarak yapan dağları aşar,danışmayan düz yolda şaşar’ diyerek istişarenin gerekliliğini çok net bir biçimde dile getirmişlerdir. Herkesin malumu Türk’ün özü sözü, sözü de özüdür. Buradan hareketle istişare etmek sadece dinimiz İslamiyet tarafından değil aynı zaman da kültürümüzce de daha evvelden benimsenmiş, bir çözüm metodu olarak kullanılmış, hatta devlet kararlarının alındığı toyun oluşturulmasında da asli unsur olmuştur.
‘Şaşkınlık
içindesin, sendeki bu çile ne?
Eğer bin bilsen bile,
sormalısın bir bilene’ diye geçen iki dize bize hem bu konuya ne kadar çok önem
verdiğimizi hem de iki ömür sahibi olsak bile belki erişemeyeceğimiz bir
tecrübeyi bize gün gibi sunması açısından hazine hükmündedir.
“En akıllı insan, meşverete en çok saygılı ve başkalarının düşüncelerinden de en çok yararlanan insandır. İş ve plânlarında kendi fikirleriyle yetinen, hatta onları zorla diğer insanlara da kabul ettirmeye çalışanlar, önemli bir dinamizmi elden kaçırdıkları gibi, çevrelerinden de sürekli nefret ve istiskal görürler. Evet, bir insanın teşebbüs ettiği herhangi bir işinde en güzel neticelere ulaşmasının ilk şartı meşveret olduğu gibi; onun kendi gücünün kat kat üstünde önemli bir kuvvet kaynağına sahip olmasının yolu da başka değil yine meşverettir. Evet, herhangi bir işe teşebbüs etmeden evvel, her türlü danışma ve araştırma yapılmak sûretiyle, sebepler bazında ve tedbir plânında kusur edilmemelidir ki, neticede kaderi tenkit ve çevreyi suçlama gibi, musîbeti ikileştiren zararlı davranışlara girilmesin…
Evet, herhangi bir işe azmetmeden evvel, âkıbet güzelce düşünülmez, bilgi ve tecrübe sahipleriyle de görüşülmezse, hayâl kırıklığı ve nedâmet kaçınılmaz olur. Önü-arkası düşünülmeden içine girilmiş nice işler vardır ki, iki adım ileriye götürülememiş olmaktan başka, müteşebbislerin hem itibar kaybetmelerine, hem de inkisârlarına sebep olmuştur. Bir sistem olarak İslâm nizâmını ayakta tutan dinamiklerin başında şûrâ gelir. Ferde-topluma, devlete-millete, ilme-maarife, iktisâdiyâta ve içtimâiyâta ait meselelerin çözümünde en önemli misyon ve vazife şûrâya aittir. Günümüze kadar da bu hep böyle süregelmiştir. Yer yer onu ihmal edenler olmuş ise de, büyük ölçüde, değişik ad ve ünvanlarla devam ettiren millet ve toplumların sayısı da az değildir. Aslında, bugüne kadar onu görmemezlikten gelen veya gözardı eden hiçbir topluluk iflah olmamıştır.”(1)
İstişare etmek sünnettir. Hatta ibadet ölçüsünde bir muamelede olduğunu da yine Şura Suresi’nden hareket ile söylememizden doğal bir durum yoktur. Bizler biliriz ki Hakk’ın yolu bizim için hayırlı olan yoldur. Bu yolda istişare etmek de önemli bir taştır. Bu taş eğer Hakk’ın yolunda bulunuyorsa bu taştan yararlanmak; şahsın da, devletin de, milletin de muhakkak hayrına olacaktır. Vesselam.
(1): www.sorularlaislamiyet.com ‘dan yararlanılmıştır.