‘‘ Evet, İslamiyet, milli hüviyetimizi koruyarak, bizi âlemşümul bir davetle bağrına basarak her iki dünyada mutlu kılmak istemektedir. Barış budur.  ’’

‘‘ İslam dünyasını esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefi Türk devleti ve Türk milleti olmuştur. ’’

                                                                                                                                             Seyyid Ahmet ARVASİ

                Toplumların her dönem adları yaşayan tarihi ve manevi şahsiyetleri bulunmaktadır. Bu manevi şahsiyetlerin, milletlerin yollarını aydınlatacak derecede onlara eserler bıraktıklarını yaşayarak görmekteyiz. Aralık ayında Akif gibi Arvasi gibi değerlerini bedenen kaybeden milletimizin aslında en önemli kayıpları onların unutulması ve idrak edilememesi ile başlar. Akif bu konuda biraz daha şanslı olarak görülse de aslında bugün dahi onu eleştirenleri ve bir yerlere çekmeye çalışanları gördükçe onun ne kadar da anlaşılamadığına şahit olmaktayız. Peki ya Arvasi? Yıllarını verdiği kendi camiası bile onu ne kadar okuyup tanıyor? Veyahut Arvasi hoca ne kadar anlaşılabildi? Bu sorulara maalesef olumlu cevaplar verebilmek mümkün gözükmüyor. Bu yazımızda Seyyid Ahmet Arvasi’nin bugün dahi anlaşılamayan yönlerini ele almaya ve onun Ülkücü Harekete vermiş olduğu yönü değerlendirmeye çalışacağım.

                Ziya Gökalp’in temellerini Türkçülük olarak attığı ve Türk Milliyetçiliği olarak devam eden fikriyatın aksiyoner manada Ülkücülük olarak dile getirilmesinin Dündar TAŞER ile başladığı söylenir. (1) Ülkücülüğün tarihini incelediğimizde ise farklı seslerin çıktığını veya farklı kavramlara atıfların yapıldığını görmekteyiz. Türkçülerin, Nizam-ı Alemcilerin, Türk – İslam Ülkücülerinin ve günümüzde daha çok gündeme gelen Seküler Milliyetçilerin hareket içerisinde fikri manada birbirlerinden ayrıldıklarını gözlemlemekteyiz. Bu ayrımların bir kısmının Seyyid Ahmet Arvasi ile beraber başladığı vurgulanır. Kimi kesim bu hususta Arvasi’yi eleştirmiştir.

                Adına Türk İslam Ülküsü denilen kavramı sistemleştiren Arvasi hoca bu kesimler tarafından neden eleştirilmektedir? Ona yöneltilen eleştirilerin haklılık payları var mıdır? Bu soruların cevabını vermeden önce ona yönelen eleştirilerin nereden geldiğine bakmak gerekiyor. Alparslan Türkeş ile Hüseyin Nihal Atsız’ın arasının son dönemlerde yollarının ayrıldığı rivayet edilir ve buna sebep olarak Arvasi hoca gösterilmektedir. Burada belirtmek gerekir ki, Atsız dini reddeden biri değildi. Onun doğduğu ve yaşadığı şartlar ile Arvasi hocanın dönemi bir değildi. Atsız imparatorluğun dağıldığı, Osmanlı tebaasının isyanlar ile ayrıldığı ve Türk milletinin ölüm kalım mücadelesini verdiği günlerde milliyetçi olmuştur.  Atsız’ın millet tanımı ile ülkücülerin millet tanımı arasındaki fark aslında bize fikir ayrılıklarının nedenini gösteriyor. Atsız’ın millet sınırları bütün Türklüğü içene aldığı için Din mefhumu millet tanımı içinde yer almıyordu. Fakat ortada bir realite vardı ve mesele önce Türkiye içinde çözüme kavuşmalıydı. Din gerçeği ile alakalı olarak Prof. Dr. Yümni Sezen şöyle diyordu: ‘‘… Din gerçeği bilinmeden, din anlaşılamadan, milletten, milliyetçilikten söz açmak, meseleyi boşlukta bırakmaktır.’’ (2) Türkeş’in Arvasi hocanın görüşlerinden etkilendiği ise doğrudur. Çünkü bunu gerektirecek pek çok sebep vardır. İslam’a canı gönülden bağlı Türk Milletinin yalın bir Türkçülük davasının peşine düşmesi beklenemezdi. Hayatlarını memleketleri için, dini için veren Ülkücülerin davalarında İslam’ın yer almaması tahayyül edilebilecek bir durum değildir. Kavga günlerinde ölümün soğuk yüzünü her an hisseden neferler İslam’dan nasıl uzak durabilirdi. Ve İslam’ın sancaktarlığını yapmış bir millet gerçeği karşımızda durmaktadır. Bunların hepsini bir araya getirdiğimizde Türk İslam Ülküsü peşinden kitleleri sürükleyebilecek bir davayı teşkil etmektedir. Bugün ise iktidar olan siyasal İslamcıların eline terk edilen İslam davasının ne seviyelere düşürüldüğünü, İslam’ın siyasallaştırılıp onun istismar edildiğini ve liberal/kapitalist ve emperyalist düzene karşı hakiki mücadeleyi yapmayan/yapamayan güruhu hepimiz görmekteyiz.

                Arvasi hocanın ortaya koyduğu Türk İslam Ülküsü kimi çevrelerce sentezcilik olarak itham edilmektedir. Hatta bazı çevreler bu sentezin Batı menşeli olduğunu öne sürerler. Bu iddia eğer Batı’nın Ilımlı İslam projeleri ile ilişkili gösterilmeye çalışılıyorsa bu haksızlıktır ve iftiradır. Çünkü Arvasi hocanın ortaya koyduğu sentezden öte zaten var olan bir birlikteliğin ifade edilmesidir. İslamiyet’in ve Türklüğün ruh ve beden gibi bir bütünü teşkil ettiği gerçeği yüz yıllardır önümüzde durmaktadır. Gökalp millet kavramını izah ederken dini de içine katar ve şöyle der: ‘‘ Millet; dil, din, ahlak, ve sanat bakımından ortak olan, yani aynı eğitimi almış fertlerden oluşan bir topluluktur.’’ (3) Aynı makalesinde Türk köylüsünün milleti tarif ederken ‘‘ Dili dilime dini dinime uygun’’ dediğini aktarır. Bunun aksi elbette iddia edilebilir. Çünkü dinleri uyuşmayan aynı milletin fertleri karşımızda durmaktadırlar. Fakat hem Gökalp hem de Arvasi millet tanımını yaparken Türkiye içerisinde yaşayan halka vurgu yaparlar. Yine Gökalp, Turan ülküsünün neden uzak hedef içerisinde olduğunu izah etmeye çalıştığı ‘‘ Türkçülük ve Turancılık  ‘’ adlı makalesinde Türkçülüğü sırasıyla Türkiyecilik ( Türkiye Türklüğü), Oğuzculuk ( Türkmencilik) ve Turancılık olmak üzere üç dereceye ayırır. Ve Türkiyeciliğin bugün uygulanma açısından daha gerçekçi olduğunu ifade eder. Gökalp ile Arvasi’nin yaşadığı dönemin şartları çok farklıdır. Ve temelde bakıldığında benzer fikirlere sahiptirler. Bu fikriyatı sistemleştiren Ziya Gökalp, ‘‘ Türkçülerin gayesi muasır bir İslam Türklüğü meydana getirmektir’’ ve ‘‘ Türkiye’de Allah’ın kılıcı İslâmcıların kalemi ise Türkçülerin elindeydi ve bu ikisinin izdivacından Türk milleti doğdu ’’ derken Türk milletinin ‘‘Çağdaş Türk İslam Ülküsü ‘’ ile ileri milletler seviyesine ulaşabileceğini söyleyen Seyyid Ahmet Arvasi’ye hücum etmek haksızlık olacaktır.

                Onu anlayabilmek için elbette onun okumak gerekmektedir. Onunla ilgili bu yazıyı kaleme almaya başladığımda üzülerek gördüm ki, bugün kitapları yeterli derecede ilgi görmüyor, hakkında yeterli makale yazılmıyor ve çalışma yapılmıyor. Adına yapılan bazı belgesellerin ise pek çok sansürden geçtiğine de şahit oluyoruz. Onun kısıtlı imkânları ile ve dönemin zorluğu da göz önüne alındığında hakkı yenilmeyecek derecede bizlere eserler sunduğunu ve nesillere yeni ufuklar açtığını ve Türk gencinin tehlikeli fikirlerden, inançsızlıktan kurtulması büyük gayretler gösterdiğini görmekteyiz. O sağlam karakterli ve imanlı bir şahsiyet idi. Mensup olduğu aile asırlardır ülkemizde yaşamış ve örnek gösterilmiş çok değerli kişilerin yetiştiği güzide bir ailedir. Onun yaşantısı ve çizgisi baba ocağından aldığı feyiz ile şekillenmiştir.

                O İslamiyet’i çok iyi özümsemiş ve Arap olmasına karşın Türk milletine hayranlıkla bakmış ve ona mensubiyet şuuru ile yaklaşmıştır. Yine ailenin mühim şahsiyeti Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin ‘‘ Osmanlı zaten öldü, Türk diye bir şey kalmadı’’ denildiğinde ‘‘Dünyada iki Türk kalsa biri ben olurum ’’  dediğini biliriz. Arvasi sadece bir eğitimci değildi. O hem sosyoloji ile ilgilenmiş hem de Avrupa’daki fikir akımlarını yakından takip etmiştir. Ve nesilleri etkileyebilecek kadar da ilmi derinliğe sahipti. Ona asrımızın YESEVİ’Sİ denilmesinin pek çok sebebi vardır muhakkak. Onun yaşadığı dönemler ülkemizin ideolojik saldırılar ile tehlikeler altında olduğu zamanlardı. Türk gençliğini maneviyatsız, ateist akımlardan korumak için yazmaya, anlatmaya ve aksiyoner olarak mücadele etmiştir. Hem Müslüman hem Milliyetçi hem de Medeniyetçi olunabileceğini göstermiş ve toplumun ayrışmaması için emekler sarf etmiştir. Bu sebepten ötürü ona asrın YESEVİ’Sİ denilmiştir.

                Millet ve milliyet gerçeğinin İslamiyet’e aykırı olmadığını İslam’ın kavmiyetçiliği reddettiğini söylemekteydi. Ona göre millet ırki bir kavram değil sosyolojik bir gerçek idi. Türk milliyetçiliğinin sorgulandığı ve İslam’a aykırı olduğu konusunda sürekli eleştirilerin geldiği bir dönemde Arvasi hocanın ortaya koyduğu görüşler gerçekten önem teşkil ediyordu. O milliyetçiliğini şöyle tanımlıyordu: “Ben, İslâm iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyetçilik şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında Şanlı Peygamberimizin “Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır” tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım”. Onun Türk milletine duyduğu sevginin temelinde Türklüğün İslam’a olan hizmetleri yatmaktadır. Ve Müslüman Türk milletinin Emperyalizm’in karşısında vermiş olduğu mücadelenin aynı zamanda İslam’ı da ilgilendirdiğini biliyordu. Arvasi, Türkiye’nin içine düştüğü zor ve çetin dönemlerden Milliyetçilik ile ve milliyetçiler ile çıkılabileceğine inanmış bir şahsiyetti. Aynı zaman da şiirlerini araştırdığımızda onun dış Türkler ile de ilgilendiğini anlamaktayız. Aşağıdaki mısralar ona ait:

Tuna neden köpürmüş,

Kırım neden inliyor?       

Nerde parlayan kılıç, nerde o akıncı ced?  

Şimdi Hazar uzaktan feryadımı dinliyor  

Ayrıldı mı Kafkaslar yurdumdan ilelebet?”

                Onu yakinen tanıma fırsatını bulan Sakin Öner ağabeyimiz onun şahsiyeti ile ilgili şu sözleri söyler: ‘‘Arvasi, çok yönlü bir şahsiyetti. Bir fikir ve dâva adamı olmasının ötesinde eğitimci, şair ve yazardı. Büyük bir idealist ve eylem adamıydı. Çok kültürlü gerçek bir entelektüeldi. Bir “Mektep adam”dı. Tavizsiz bir Müslüman ve şuurlu bir Türk milliyetçisiydi. ’’ Onun yaşantısı ile ilgili hatıraları okuyup dinlediğimde, sağlam karakterli, lider özellikli, olaylara sakinlikle ve olgunlukla yaklaşan, çevresine karşı samimi ve içtenlikle davranan, kalp kırmamaya özen gösteren bir kişiliği görmekteyiz. Hayatın ona vermiş olduğu bütün zorluklara karşı sabırla mücadele eden, inancından taviz vermeyen bir dava adamı.

                Onun tam olarak anlaşılamayan diğer bir yönü de Şair kimliğidir. İlk olarak 1955 yılında ‘‘ Sır ’’ adlı şiir kitabını yayımlamıştır. Daha sonraki dönemlerinde düz yazıya geçiş yapsa da o duygularını şiirler ile ifade etmeye devam etmişti. Birde onunla ilgili en büyük ön yargı da Türk Milliyetçiliği konusundaki fikirlerinin 1970’li yılların sonunda geliştiğine dairdir. Fakat 1965 yılında yayımladığı ‘‘ İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri ’’ adlı eser onun bu fikriyata uzak olmadığının kanıtıdır.  Arvasi hocanın yazdığı diğer kitapları ise  ne kadar da derin bir bilgi birikimine sahip olduğunu ve ona entelektüel tanımlamasının yapılabileceğini göstermektedir.

                Sözü bitirirken, S. Ahmet Arvasi,ülkemiz  ‘‘ kızıl ’’ ve ‘‘ kara ’’  emperyalizmin etkisi altına alınmak isterken Türk gençliğinin manevi burhanlara düştüğü bir dönemde yazıları ile eylemleri, söylemleri ile mücadele verdi. Gençliğin aradığı bir mütefekkir oldu.  Ve onun ortaya koyduğu fikirler Türk milliyetçiliğine yeni değerler katmış ve pek çok kesime ulaşmasına yardımcı olmuştur. Onun en büyük dertlerinden biri gençlerin imanlı bir şekilde yetiştirilip, İslam’a ve Türklüğe faydalı hizmetler yapmalarını sağlamaktı. Bu yönüyle eğitimcilikten vazgeçmeyip son nefesine kadar bu uğurda hizmetler vermiştir. O yaşadığı dönemde  İslam davasının sancaktarlığını Türk milletinin yaptığına inanır ve ona karşı yapılacak her türlü hamlenin İslam’a karşı olacağını düşünürdü. Bu yüzden Seyyid Ahmet Arvasi neden Türk milliyetçisi oldunuz sorusuna şu cevabı verirdi: “Ben Afrika’nın ortasında doğmuş bir zenci olsaydım ve bu aklım da bende olsaydı yine Türk milliyetçisi olurdum. Çünkü ben Amentü’ye iman ettiğim gibi iman ediyorum ki, Türk milletinin de İslâm aleminin de mazlum milletlerin de kurtuluşu Türk milliyetçilerindedir, Türk – İslâm ülkücülerin-dedir’’

Kaynakça:

  1. Ahmet Çağlar, Aleni Bir Sitem: Davanın Muhtırası, Yeni Ufuk Dergisi, s.9 Kasım 2015
  2. Prof. Dr. Yumni Sezen, Turan Yazgan’ın Ardından, Din Miilet ve Siyaset, Age. S.21
  3. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s.28, Akvaryum yay. 2011 İstanbul

Bir yanıt yazın