Gereği Düşünüldü: Türk Milliyetçiliği Irkçılıktır!

Ne olmadığımızı anlatmaktan, ne olduğumuzu anlatmaya sıra gelmiyor bazen. İşte bu yazı da onlardan yalnızca bir tanesi. Türk Milliyetçiliği’ne bugüne kadar oldukça fazla suçlama yöneltildi. Bunların çoğunluğu, ideolojik çatışma gayesiyle yapıldı. İdeolojik çatışma gayesi taşımadan yapılan suçlamalar ise, iftiraların ve müfterilerin etkisinde kaldığı aşikâr, skolastik zihinlerden saçılıyordu. Daha kötüsü ise, kendisini Türk Milliyetçisi olarak tarif edenlerden bazılarının, yöneltilen suçlamaları haklı çıkaracak bir ideolojik sapmaya uğradığına şahit oluşumuzdur. Bu yüzden bilgi ve fikir eksikliğinin onulmaz tahribatına engel olabilmek için daha fazla gayret etmek gerektiği kanaatindeyiz.

                Türk Milliyetçiliği’ne yönelik suçlama ve iftiraların en önemlileri arasında hiç şüphesiz “ırkçılık” vardır. Bu yüzden ırkçılık ve Türk Milliyetçiliği arasındaki farkları bilimsel bir metodla ortaya koymamız gerekmektedir. Bunu yaparken, önce bir suçlama ve iftira olarak ırkçılığın neden, nasıl yöneltildiğini, kastedilen ırkçılık kavramının ne olduğunu, sonrasında da Türk Milliyetçiliği ideolojik çatısı altında olduğunu iddia edip de ırkçılık yapanları teşhir ederek ırkçılık kavramının ne olduğunu izah etmeye çalışacağız.

                Türk Milliyetçiliği’ne ırkçılık suçlamasını, ideolojik çatışma gayesi taşımadan yöneltenlere baktığımız zaman, bunlardan bazılarının suçlamalarını, aslında Türk Milliyetçiliği’ne değil, Türk Milliyetçileri’ne yönelttiğini görüyoruz. Şöyle bir ifade örnek olabilir: “Tamam Türk Milliyetçiliği kabul edilebilir, ama siz ırkçılık yapıyorsunuz!” Böyle bir suçlama, Türk Milliyetçileri’nin ideolojilerini ifade etmek noktasındaki eksikliğinden kaynaklanır ve bu telafi edilebilir bir durumdur. Hiç olmazsa bu suçlamayı yöneltenler, milliyetçiliğin ve ırkçılığın birbirinden farklı kavramlar olduğunu biliyorlar demektir. Bir de milliyetçilik=ırkçılık denklemine düşmüş zihinler vardır. Hiçbir bilimsel metoda dayanmayan bu denklem doğru değildir. Gözlem ve tespitlerimize göre bu denklemin doğruluğuna inananlar, iki kavramın da insanları böldüğü, ayrıştırdığı, ötekileştirdiği kanaatine ve insanın sadece insan olarak görülmesine, bütün insanların birbirine sevgi beslemesine engel teşkil ettiği kanaatine dayanıyorlar. Bu dayanak göz önüne alındığında da milliyetçiliğin ırkçılıktan farklı olmadığını ileri sürüyorlar.

                Bütün bu sıraladığımız kanaatlerin oluşmasında ırkçılık suçlanabilir belki, lakin milliyetçilik suçlanamaz. Çünkü Türk Milliyetçiliği’nin temelinde, Türk Milleti’ne yönelik derinden beslenen sevgi vardır, başka milletlere duyulan kin veya nefret değil. Bir ferdin kendi milletine yönelik sevgi besliyor olması ve milletinin menfaatlerini her hâl ve şart altında savunuyor olması; başka milletlere ve başka milletlerin fertlerine karşı kin ve nefret beslemesi veya kendi milleti haricindeki insanları sevmemesi anlamına mı gelir? Türk Milliyetçiliği için böyle bir durum asla söz konusu dahi olamaz.

                Milliyetçilik fikrinin önemli tezlerinden birisi, her milletin kendi içinde –fertleri arasında- müşterek özellikler bulunduğu, farklı milletlerin de farklı özelliklere sahip olduğudur. Burada bahsedilen müşterek özellikler ve farklı özelliklerden kasıt; kültür, dil, inanç, zihniyet yapısı, ahlak yapısı vb. sosyolojik ve sosyal-psikolojik özelliklerdir. Milliyetçilik bu özellikleri tespit eder ve millet kavramını tarif eder.  Buradan çıkarılan netice şudur: Millet kavramını milliyetçilik icat etmemiştir.  Milliyetçilik; millet kavramını “keşfetmiştir”. Milliyetçilik; milletin millet olarak varlığını ve milleti millet yapan bütün sosyolojik ve sosyal-psikolojik unsurları doğru-iyi-güzel yönde muhafaza etme ve geliştirme arzusundadır. Milliyetçilik, millet kavramının keşfini yaparken çeşitli bilim dallarından yararlanır. Sosyoloji ve tarih, bu bilim dallarının en önemlileri arasındadır. Gerçekten de tarih, yine hem sosyoloji ilmi için, hem de milliyetçilik fikri için bir laboratuvardır. Bu tarih laboratuvarında sosyoloji ilminin merceğinde yapılan gözlemler, milletlerin birer canlı organizma gibi, tarihin olağan seyri içinde nasıl teşekkül ettiğini ve kendiliğinden varlığını/yaşamını korumak için nasıl mücadele ettiğini bize bildirmektedir. Yani suçlamada yöneltildiği gibi milliyetçilik insanları bölmez, ayrıştırmaz, ötekileştirmez. Bir ormandaki ağaçları ayrı ayrı incelemek ve her ağacın ayrı özellikleri olduğunu söyleyerek bu özelliklerin doğru, iyi ve güzel yönde muhafaza edilip geliştirilmesi gerektiğini söylemek, ormanı ve ağaçları bölmek, ayrıştırmak, ötekileştirmek demek midir?

                Bir ideolojik çatışma kastı ile Türk Milliyetçiliği’ne ırkçılık suçlamasını yöneltenler ise, ideolojik ve aksiyoner Türk Milliyetçiliği fikrini ve hareketini yok etmek veya en azından yıpratmak niyeti taşımaktadırlar. Bunların en önemlileri arasında hiç şüphesiz marksist-sosyalistler gelmektedir. Karl Marks’ın öğretileri doğrultusunda; insan toplumları için geçerli farklılığın sadece iki kutuplu sınıf farklılığı olduğunu düşünen marksist-sosyalistler, milletlerin –millet yapılanmaları ve millî mensubiyetin- burjuva palavrasından ibaret olduğunu ve milletler arasındaki sosyolojik ve sosyal-psikolojik farklılıkların, tarihin olağan seyri içinde kendiliğinden meydana gelmediğini ve “yapay” teşekkül ettiğini kabul ediyorlardı. Dolayısıyla bu, ilimden, vakadan, tabiattan kopuk, tümdengelimci ve skolastik zihniyetin dar sınıf şuurunda milletlerin bir gerçeklik olarak yeri yoktu. Peki, milletler aslında yoksa milliyetçilerin yaptığı şey neydi? Tabi ya, olsa olsa ırkçılık(!) Öyle değilse bile öyleydi artık. Olmayan bir şeyin, var olduğu zannedilerek bile olsa taraftarlığının yapılması olmayacak işti çünkü. Marks yanılacak değildi ya(!)

                 Yine bir ideolojik çatışma kastı ile Türk Milliyetçiliği’ne ırkçılık suçlamasını yöneltenler arasında; siyasî ümmetçi/siyasal İslamcı ideoloji ve onun mensupları bulunmaktadır. Bunlar da tıpkı marksist-sosyalistler gibi milliyetçilik=ırkçılık denkleminin mahbesindedirler. Yine aynı şekilde millet kavramının gerçekliğini kabul etmeyen bu ideoloji ve mensupları, ilimden, vakadan ve tabiattan kopuk, tümdengelimci ve skolastik bir zihniyet taşımaktadırlar. Neden mi? Çünkü bunların, ilmi “dünyevî ilimler” ve “uhrevî ilimler” olarak ikiye ayıran bir zihniyetin takipçisi olduklarını görüyoruz. Burada bu ayrımın doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmayacağız. Lakin bu ayrımı yaptıktan sonra dünyevî ilimleri gereksiz görüp görmezden gelerek uhrevî ilimlere yönelmiş bir zihniyetle karşı karşıyayız. Siz dünyevî ilimleri görmezden gelerek uhrevi ilimlere yönelirseniz, “gerçek” kavramından zuhur eden bilgileri bulmadan “hakikati” aramaya kalkmış olursunuz ki hakikati arayıştaki vasıtalardan birini kaybetmişsiniz demektir. Yani ne demek istiyoruz? Eğer “dünya hayatı gelip geçicidir” diyerek, dünyevî ilimler dedikleri ilimleri görmezden gelirsek, bizzat Allah-u Teâlâ tarafından kâinatta ve dünyada kurulan düzeni anlayamayız. Yani bu dünyevî ilimler denilen, pozitif/tecrübî ilimler ve sosyal bilimler, bize bu düzenden bilgi verirler. Bu yüzden; kâinattan ve dünyadan, yani maddenin/eşyanın kaide ve kanunları ile insan olmanın tabiatından doğmuş olan sosyal yapıların kaide ve kanunlarından gelen bilgilere “tekvinî ayetler” denmektedir ve bu ayetler de “Oku!” emrinin icra hedefindedir. Şimdi meselenin asıl konumuzu ilgilendiren kısmına gelelim; tarih ve sosyoloji ilmini inceleme sahanıza sokmazsanız, millet kavramının ve milletlerin de tekvinî ayetlerden olduğunu göremezsiniz. Milleti oluşturan sosyolojik ve sosyal-psikolojik unsurları anlayamazsınız. Peki, sonra ne olur? Ne olacak, milliyetçilerin ırkçılık yaptığını zanneder, onları ırkçılıkla suçlarsınız. O kadarla kalsa iyi, onlara “gavmiyetçi kâfir” etiketini basıverirsiniz. (Bir yazım hatası yok, gerçekten bir zamanlar siyasî ümmetçiler, Türk Milliyetçileri’ni aynen bu şekilde, “gavmiyetçi kâfir” diye suçluyorlardı.) Neticede ümmetten başka bir cemiyet biriminin varlığının kabul edilemeyeceği zannına kapılmışsınızdır bir kere ve milletlerin varlığından bahsetmek artık gözünüzde ırkçılıktan başka bir şey değildir. İşte siyasî ümmetçiliğin/siyasal İslamcılığın içine düştüğü zihniyet bu şekilde.

                Mesela şöyle der bu siyasal İslamcılar: “Öteki tarafta sana Türk müsün diye sormayacaklar, Müslüman mısın diye soracaklar.” Bu ifade bir tuzak içeriyor elbette. Mensup olduğun milletin ismini bir kimlik olarak ifade etmek, Müslüman olmanın engeli midir? Değildir. Peki, varlığı ilimle sabit bir cemiyet birimi olan milletin varlığını ve kimliğini göz ardı etmemizi mi söylüyor İslam bize? Böyle bir durum mevzubahis olsa idi, Hz. Peygamber Arap milletinden olduğunu beyan ederken, biraz önceki tuzaklı ifadeyi Efendimize de yöneltebilirler miydi? Hazreti Peygamber, ashabından bazılarını, mensup oldukları milletin ismiyle çağırırken, İslam’a, İlahî emirlere aykırı mı davranıyordu? Mesela, Bilal-i Habeşî, Selman-ı Farısî, Süheyl-i Rûmî gibi örnekler mevcut. Şimdi, Hazreti Peygamber ırkçılık yapıyordu diyebilir miyiz?

                 İslam milliyetçiliği yasaklamaz, bilakis milliyetçiliğe ruhsat verir. İslam ırkçılığı ve ırkçılıkla beraber kabile-aşiret-dar kavmiyet asabiyesini yasaklar. Tabi bu kavramlar arasındaki, özellikle milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki farkı anlayabilmek, millet ve ırk kavramlarını birbirinden ayırabilmek için biraz sosyal bilimlerle ilgili olmak gerekir. Ama onlar dünyevî ilimlerdi tabi, dünya gelip geçicidir, gerek yok böyle ilimlere(!)

                  Siyasî ümmetçi ideolojiden hareketle millet kavramını görmezden gelirseniz; Türk Milleti’nin adını -sırf ayıp olmasın diye- “bu millet”e çevirmek zorunda kalırsınız. Yine millet kavramını kabul etmediğiniz için artık gözünüz “bu millet”in içindeki ırklara ve etnik unsurlara takılmaya başlar. Artık “bu millet” sizin için bir ırklar ve etnik unsurlar mozaiğidir. Sonra da Türk Milleti’ni otuz altı etnik unsura bölerek ırkçılığın ‘daniskasını’ siz yaparsınız da haberiniz olmaz. Müslümanları ümmet çatısı altında toplayacağım derken, Müslüman Türk Milletini paramparça edersiniz. (Söz açılmışken: “Ne mozaiği ulan!” diyen Başbuğ Alparslan Türkeş’e selam olsun!)

                  Şimdi Gelelim Asıl Irkçılara

 Ne acıdır ki bunların birçoğu Türk Milliyetçisi olduğunu söylüyor. Bu yüzden milliyetçiliğin ve ırkçılığın farklarını ortaya koyarken, ırk ve millet kavramlarını da inceleyeceğiz. Tabi burada kullandığımız ırk kavramı ve ırkçıların da kullandığı ırk kavramı; antropolojik ırktır, antropoloji bilimi kullanılarak tarif edilir. Tamamı ile soy, gen, kan ve fizikî özellikler gibi unsurlar kullanılarak tasnif edilen ırklar, insanın maddî boyutu ile yani bedenî özellikleri ile antropolojik manada incelenir.

                  Antropolojik manada ırkları birbirinden ayırırken kullanılan ölçülerden biri olarak, insan bedenindeki bazı kemiklerin hacmi üzerinden yapılan tasniflerle karşılaşmaktayız. Özellikle kafatası ölçüleri, yatay düzleme göre uzun veya kısa kafatası gibi bir ölçü ile birbirinden ayrılan ırklar vardır. Türklerde kafatası genel olarak kısadır. Farklı fiziksel özelliklerin de dikkate alınabildiğini belirtmekle beraber, ırklardaki en genel ayrımın ten rengi farklılıklardan ve belirli ten rengine sahip olmanın getirdiği farklı fizikî özelliklerden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Ord. Prof. Dr. Sadri Maksudî Arsal hocaya göre bu tasnifte dört temel antropolojik ırk gözümüze çarpmaktadır: Beyaz ırk (Avrupalılar), sarı ırk (Asyalılar), kırmızı ırk (Amerikalı yerliler), siyah ırk (Afrikalı zenciler). Bugün var olduğunu bildiğimiz ırklar da bu ırkların altında çeşitlenmiştir.

                Bilimden öğrendiğimiz bir şey var; canlı türleri kesinlikle çeşitlenmez, lakin türler içindeki ırklar çeşitlenebilir. Özellikle bu çeşitlenmedeki en önemli unsur, belirli coğrafî ve iklimî şartların etkisidir.  Ten rengindeki farklılıklarda da bu etki söz konusudur. Yine coğrafî özellikler, insanlardaki ve diğer canlılardaki fizikî görünümü değiştirebilmektedir. Şöyle bir örnek verebiliriz: Türkistan’da kalan Türkler genel olarak hala çekik gözlü, beyaz tenli, siyah saçlı ve vücutlarındaki kıl yoğunluğu az insanlar iken, İran-Irak-Doğu Anadolu coğrafyasına geldiğimizde Türklerin genel olarak gözleri çekik olmayan, ten rengi esmerleşmiş, siyah saçlı, vücutlarındaki kıl yoğunluğu fazla insanlar olduğunu görmekteyiz. İyice batıya geldiğimizde sarı saçlı mavi gözlü Türklere rastlayabilmekteyiz. Bu durum sadece farlı ırklardan kız alıp vermekle açıklanabilir mi? Alakası bile yok. Burada “modifikasyon” dediğimiz ilmen ispatlı bir gerçeklik vardır. Yani coğrafyanın uzun bir süre içinde nesillere bıraktığı etki. Tıpkı ayılardan boz ayı ırkına mensup bazı ayıların kutuplarda yüz elli bin yılda kutup ayısı ırkını ortaya çıkarması gibi. Burada da modifikasyon vardır. (Lütfen adaptasyonla karıştırmayınız.)

                 Türklerin -Doğu Türkistan’dan Balkanlar’a kadar müşahede ettiğimiz- fizikî görünüm farklılıkları, elbette ki Türklerin içinden farklı ırkların türediğini göstermez. Lakin bu durum, fizikî özelliklerin Türk ırkını tarif etmede ölçü olarak kullanılmasındaki yetersizliği gösterir. Kadim tarihte doğduğu coğrafyadan hiç ayrılmamış, halen günümüzde de doğduğu coğrafyada yaşayan ırkların tarifi için fizikî özelliklerin bir ölçü olarak kullanılması yeterli olabilir. Ancak Türkler için, yani kadim tarihte doğduğu coğrafyadan çıkıp eski dünyanın yarısından fazlasına yayılmış bir ırkı tarif etmek için fizikî özelliklerden daha fazla ölçüye ihtiyaç vardır ki burada da “soy” kavramıyla karşı karşıya kalmaktayız. Türk ırkçıları da belli bir dönem fizikî özellikleri Türk ırkını tarif etmede bir ölçü olarak kullanmaya çalışmış, lakin bundan vaz geçip soy kavramını vurgulamaya ağırlık vermişlerdir.

                 Milliyetçilikte de soy kavramı önemlidir. Milliyetçilik, ırkçılıktan farklı olarak –daha önce de değindiğimiz gibi- fertleri millete bağlayan, müşterek sosyolojik ve sosyal-psikolojik unsurları inceler. Soy kavramı da milliyetçilikte, bu sosyolojik ve sosyal-psikolojik unsurları nesillere aktaran ve günümüze taşıyan bir silsile olarak önem kazanır. Bu doğrultuda Türk Milliyetçiliği’nde; Türk Milleti’ne özgü bu sosyolojik ve sosyal-psikolojik unsurları taşıyan ve yaşayan, bu unsurları aktaran soya bağlılık hisseden ve kendisini Türk Milleti’nin bir mensubu olarak gören herkes, soyuna ve ırkına bakılmaksızın Türk kabul edilir. Bu tanım, Gazi Paşa’nın “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünde vücut bulmaktadır. Bu tanımın dışında kalanlar ise soy olarak Türk ırkına mensup olsa bile Türk Milleti’nin dışındadır. Örneğin Macarlar (Hungary), Türk ırkına mensuptur, lakin Türk Milleti’nin dışındadırlar. Çünkü Macarlar; soy olarak Attila’nın devleti ile Avrupa’ya göçmüş Hun’ların soyundan gelmektedir. Lakin Türk Milletine özgü sosyolojik ve sosyal-psikolojik unsurları taşımamakta, bu unsurlara ve Türk Milletine bir bağlılık hissetmemektedirler. Şimdi Macaristan’da,  “biz Attila’nın torunlarıyız” diyerek ırka dayalı görüş bildiren Jobbik Partisi lideri Gabor Vona’yı Türk Başbuğu olarak öneren bazı Soner Yalçın zihniyetli müptezelleri düşünüyorum da; bunlar Türk Milliyetçileri’ne akıl vermeye kalkarken ırkçılık yaptıklarının farkına varmıyorlar mı? Aynı ırktan olmak, ne yazık ki millet olmaya yetmemektedir. Mesela meseleye Türkler dışında örnek verecek olursak; Ruslar, Polonyalılar (Lehler), Çekler, Slovaklar, Boşnaklar, Sırplar, Karadağlılar, Pomaklar, Slovenler, Makedonlar (birkaç örnek daha verebiliriz); bunların hepsi ayrı ayrı milletleşme sürecine girmiş ve çoğu bu süreci tamamlamış olan ayrı milletlerdir. Lakin bunların hepsi Slav ırkına mensuptur. Elbette ki Türklerdeki durum Slavlardaki kadar karamsar değil. Kırgız Türkleri, Kazak Türkleri, Azerbaycan Türkleri, Özbek Türkleri, Türkmenistan Türkleri, Gagauz Türkleri, Doğu Türkistan-Uygur Türkleri, Suriye Türkleri, Irak Türkleri, İran Türkleri gibi sayısını artırabileceğimiz birçok Türk unsur, hala Türk Milleti kavramının içerisindedirler. Yine bununla beraber, bazı Kafkas ırkları, özellikle Çerkesler ve Lazlar, köken ve ırk olarak Türk olmamasına rağmen Türk Milletinin birer parçasıdırlar. Çünkü bu etnik kavimler Türk’e özgü sosyolojik ve sosyal-psikolojik unsurları taşımaktadırlar. Kürtler ile ilgili ise tarihte pek fazla bilgi bulunmamakla beraber, Kürtlerin Türk ırkına mensup olduğu görüşü ağır basmaktadır. Özellikle arkeolojik kazılarda bulunan “Kürt Beyi Alp Urungu” yazılı mezar taşı bu kanaati güçlendirmektedir. Dikkat ediniz, Kürtler Türk ırkına mensuptur, ama aramıza atılan fitne ateşi onları milletleşme sürecine sürüklemeye çalışmaktadır. Belirtmekte fayda var ki, Türk ırkçıları terör örgütüne karşı besledikleri nefreti-olumsuz görüşleri Kürtlere karşı da besleme eğiliminde iken, Türk Milliyetçilerinde Kürtler; terör örgütüne, terör örgütü üyelerine ve sempatizanlarına beslenen nefretin-olumsuz görüşlerin dışında tutulur.

                 Biz Türk Milliyetçileri olarak, Türk’ün sosyolojik ve sosyal-psikolojik özelliklerini taşımayan, yani Türk kültürü ile Türk gibi yaşamayan, Türk gibi düşünmeyen, Türk gibi inanmayanları Türk kabul etmiyoruz. Örneğin “Moğollar Türk mü?” gibi sorularla karşılaşmaktayız. Aynı soruya İlber Ortaylı: “Moğollar Moğoldur” cevabını veriyor. Geçekten de ırkı ve kökeni bizi ilgilendirmeksizin Moğolların kadim tarihten bu yana Türk gibi yaşamadıklarını ve Türk gibi düşünmediklerini biliyoruz ve bu Moğolları Türk kabul etmemek için yeterli bir bilgi (ki Moğollar ırk olarak da Türk değildir). Tarihinde kadın, çocuk, yaşlı demeden yüz binlerce insanı katletmeyi meşru görebilen bir zihniyet taşımış bir kavmi nasıl Türk görebiliriz? Türk’ün töresi ile törelenmemiş bir kavmi Türk olarak görmek ırkçılar için kabul edilebilir belki, lakin Türk Milliyetçileri için kabul edilemez.

   Türk kavramı, bir kelime olarak ırkçı değil, milliyetçi bir yaklaşımla üretilmiş bir kelimedir. Kadim tarihin seyrinde, bir soy veya ırk vurgusundan, antropolojik bir yaklaşımdan ziyade yine sosyolojik ve sosyal-psikolojik bir yaklaşımdan hareketle Türk kelimesinin üretildiğini görüyoruz. Ziya Gökalp ve Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu hocanın da ifade ettiği gibi Türk kelimesi, “Töreli” anlamına gelmektedir. Kadim tarihteki Türkler; sosyal, ekonomik, askerî, idarî, kültürel bir hukuk nizamı olan töreye göre yaşıyordu. Kendilerini de bu töre kavramından hareketle tanımlıyorlardı. Bilge Kağan “Ben Türk Bilge Kağan” derken böyle bir tanımdan hareket ediyordu. Orhun yazıtlarındaki Türk Milleti anlamına gelen “Türk Budunu” ifadesine dikkat ediniz. “Oğuzlar” kavramı da o tarihlerden bu günlere kadar gelmiş bir soy silsilesini tarif ederken, niçin Oğuzlar demiyorlardı kendilerine? Çünkü Oğuz soyundan olmayanlar da var içlerinde lakin onlar da Türk töresine göre yaşıyor. Burada bir milletten bahsediliyor ve müşterek özelliklerinin töre olduğu vurgulanıyor. Bir emir veriyor Bilge Kağan Türk Milletine, ilini ve töreni bozdurma diyor.

                Bu satırları yazarken, Timur’u Türk başbuğu ilan eden ırkçılar geliyor aklıma. Anne-babanın Türk olması, Türk olmaya yeter mi? Timur’un devlet idaresinde ve askeriyede Türk töresinden faydalandığı doğrudur. Lakin Timur’da kültürel ve ahlakî anlamda Türk’ün töresi yoktur. Türk’ün adalet kavramına yüklediği anlam, Timur’un zihniyetinin kenarından bile geçmez ve Timur da tıpkı atadan Moğol olan Cengizhan gibi yüzbinlerce Müslüman Türk’ü katletmiştir. Moğol gibi yaşayacak, Moğol gibi düşünecek ve Moğol gibi hareket edeceksin, Türk’ün merhametinden, adaletinden, töresinden nasiplenmeyeceksin, üstüne yüzbinlerce Türk’ü katledeceksin ve Türk başbuğu olacaksın; yok öyle yağma!

                 Irkçılarla ve ırkçılıkla ilgili verdiğimiz bu örnekler, ırkçılık ve Türk Milliyetçiliği arasındaki farkı izah etmek noktasında önemlidir. Mesela yine ırkçıların ve ırkçılığın tezleri arasında bulunan “Millî kin” kavramı da farkı izah etmek noktasında önemlidir. Herkes ferdî olarak istediğinden nefret edebilir ama bu nefrete millî bir kimlik verilemez. Türk Milleti’ne zulmedenleri elbette ki unutmayız. Lakin zulmü icra edenlerle onların temsil ettiği milletleri ve bu milletlerin fertlerini ayırmak mecburiyetindeyiz. Hiç kimse dünyaya gelirken ırkını ve milletini seçme hakkına sahip değildi.

                Yine antropolojik ırkçılığın “üstün ırk” tezine de Türk Milliyetçiliği’nde yer yoktur. Hiçbir ırkın genetik olarak diğer milletlere karşı üstün olmadığı bilimsel bir gerçekliktir. Büyük Türk Milliyetçisi Ziya Gökalp’in ifade ettiği “ırk atlarda aranır” sözünü bu noktada daha iyi idrak edebiliriz sanırım.

                Eğer milletler arasında bir üstünlükten bahsedeceksek; bunun Türk Milliyetçiliği fikrindeki karşılığı, yine tamamen sosyolojik ve sosyal-psikolojiktir. Milletler; kültürleriyle, dilleriyle, zihniyet yapılarıyla, ahlakî yapılarıyla, iman ve inanç yapılarıyla, medeniyet görüşleriyle, devlet tecrübeleriyle, ülküleriyle, insanî değerlere yaklaşımlarıyla, adaletiyle, dünyanın insan şeref ve haysiyetine yaraşır bir mekân olmasına yaptıkları katkılarıyla üstündürler. Tarih bize, Türk Milleti’nin bu konuda hiçbir milletle mukayese edilemeyecek kadar başarılı olduğunu söylemektedir. Vurgulamak istediğimiz nokta, bu üstünlüğün ve başarının genlerimizde saklı olmadığıdır. Soy kavramı, nesillere aktarılan genler noktasında değil, nesillere aktarılan hafıza ve tecrübe noktasında ve millete mensubiyet bağını güçlendirmesi noktasında önemlidir.

                 Türk Milleti; Ötüken ormanlarında doğduğu günden bu yana, adaleti temsil eden töresini dünyaya yayma ülküsüyle yüzünü hep batıya çevirmiş, İslam’la tanıştıktan sonra da, törenin adaletini ve İslam ahlak ve faziletini dünyaya yayarak âleme nizam verme, bütün mazlum milletlere umut olma ülküsüyle tutuşmuş ve kutlu bir mücadele vermiştir. (Bakınız: Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi – Prof. Dr. Osman Turan) Kadim tarihten bu yana Türk Milleti’nden başka böyle bir millet var mıdır dünyada? Şimdi ırkçılar diyor ki: “Bütün ırkları, üstün olan Türk ırkının kölesi yapacağız”. Nerde kaldı Türklüğümüz, töre nerde, adaletimiz nerde, ülkülerimiz nerde? Bu töresizler daha Türk olamamışlar, Türk’ün töresinden, adaletinden, ülkülerinden habersizler, bir de Türk için kan ırkçılığı yapmaya kalkıyorlar. Ne fikir üretebiliyorlar ne de Türk Milleti’nin sorunlarına çözüm üretebiliyorlar. Sırf saldırgan bir hamasetle nereye kadar gidecekler? Ne yazık ki bu ırkçıların birçoğu Türk Milliyetçisi olduğunu, Türk Milliyetçiliği ideolojik çatısı altında olduğunu iddia ediyor ve bu durum Türk Milliyetçiliği’nin de zan altında kalmasına sebep oluyor. Üstelik Hüseyin Nihal Atsız beyin de adını lekeliyorlar. Türk Milleti’ne ve Türk Milliyetçiliği’ne zarar vermekten, Türk Milleti’nin ve Türk Milliyetçiliği’nin düşmanlarına koz vermekten başka bir işe yaramıyorlar. Onları tanıyorsunuz, örgütlerini, yayınlarını-dergilerini biliyorsunuz. Sakın onları Türk Milliyetçileriyle/Ülkücülerle karıştırmayınız. Vurgulamak zorunda hissediyoruz kendimizi: Ya Türk Milliyetçisi olursunuz ya da ırkçı olursunuz. İkisi birden olamazsınız. “Irkçıyız, ne olacak” diyerek ergen isyankârlığına kapılanlar ya kendilerine çeki düzen verecekler ya da Türk Milliyetçisi olduğunu iddia etmeyecekler. Buradan onları uyarıyoruz; bir an önce seçimlerini yapsınlar.

Bir yanıt yazın