Tarihsel açıdan Rusya ve Türkiye’nin coğrafi olarak çıkar alanları ve hedefleri birçok kez birbiriyle örtüşür vaziyette olmuştur. Günümüzde de pek çok kez ayağımıza dolanan meseleler silsilesi, Türk-Rus münasebetlerini İlber Ortaylı’nın da ifade ettiği üzere, hata kaldıramayacak kadar hassas bir hale getirmektedir. Rusya ile olan münasebetlerimizin belli bir dönemine ışık tutan, Sultan Abdülhamid döneminde Rusya’da vuku bulan 1905 Rus devrim hareketlerinin ülkemizdeki yansımalarının ele alınıp incelendiği “1905 Rus Devrimi ve Sultan Abdülhamid” isimli eseri bu çerçevede önemli addediyorum.
Doç. Dr. Hasip Saygılı tarafından doktora tezi olarak hazırlanmış olan mezkur eser Ötüken Neşriyat tarafından içerisinde bulunduğumuz senenin başında neşredildi ve eseri okuyan ve analiz edenlerin de hemfikir olduğu üzere alanında büyük bir boşluğu doldurmuş oldu. 1905 Rus Devrimi ve özellikle de bunun Türk fikir dünyasına ve siyasetine etkileri üzerine ülkemizde yapılan çalışmalar bir elin parmağını geçmeyecek kadar az ve yetersiz.
1917 Bolşevik İhtilali’nin altyapısı olarak değerlendirilen 1905 hareketlenmeleri, ülkemizde de muhalif hareketlerin hız kazandığı bir dönemde vuku bulmuştur. Çarlık Rusyası içerisindeki ağır insan hakları ihlalleri ve sosyo-ekonomik meseleler, büyük halk kitlesinin tepkisiyle karşılanmıştır. Kitlelerin toplu halde baş kaldırışı, devlet yönetimi tarafından katliam boyutuna ulaşan saldırılarla bastırılmaya çalışılmış ancak bu durum olayların daha da büyümesiyle sonuçlanmıştır. Rusya’da yaşayan Müslüman tebaa da bu tedhiş hareketlerinden olumsuz etkilenmiştir. Yaşanan bu ağır sosyal meseleler yeni muhalif örgütlenmelerin oluşmasına neden olmuştur. Bu örgütlerin en önemli olanı ise, grev komitelerinin birleşmesiyle oluşturulan ve ilerde Rusya’nın mukadderatını değiştirecek olan “Sovyetler”dir. St. Petersburg Sovyeti’nin kurucusu Troçki Sovyetler için “Sovyet, olayların seyrinden doğan nesnel bir gereksinmeye yanıt olarak ortaya çıktı” (s. 124) ifadelerini kullanarak, hiçbir siyasi oluşuma bağlı olmaksızın proleterya içindeki devrimci akımları birleştirdiklerini belirtmiştir. Sovyetler çok kısa bir zaman içersinde büyük bir güç haline gelerek, Rusya’daki siyasi çevreyi etkisi altına almayı başarmıştır. Bu durum tüm dünyadaki sosyalist gruplar tarafından heyecanla karşılanmış ve ilgi ile takip edilmiştir. Japonya ile yapılan harbin de yenilgiyle sonuçlanması neticesinde Rusya oldukça zor duruma düşmüş, itibarı büyük ölçüde sarsılmıştır. Osmanlı’nın Balkanlar’da yaşadığı bozgunu, yıllar öncesinden Rusya, Japonya ile olan harbinde yaşamıştır. Rusya’nın yenilgisi güçsüzlüğünden değil, liyakatsizlik ve disiplinsizlikten kaynaklanmıştır. Hegel’in “Tarihten öğrendiğimiz tek şey, ondan hiçbir şey öğrenmediğimizdir” sözünü Rus askeri uzmanı Aleksandr Hramçihn Rusya’nın o dönemdeki keyfi ve harp öncesinde reel-politiğe uygun olmayan uygulamalarını eleştirmek adına hatırlatmaktadır. Zira Rusya gibi büyük bir devlet kendinden beklenmeyecek kadar büyük bir zafiyet göstermiştir.
Aynı dönemde Osmanlı ise, düvel-i muazzama tarafından baskı altına alınmış ve toplumsal yaşamda bunun sancısını çeken bir ahval içersindedir. Devlet yönetiminin kötü gidişatı ve beynelmilel meseleler, Sultan Abdülhamid’in uzlaşmaz muhalifleri Jöntürkler’in (s.27) faaliyetlerini artırmaları ile neticelenmiştir. Muhalif fikirlerini gazete ve mecmualarıyla toplumsal kademelere yaymaya çalışan Jöntürkler, 1905 Rus devrim hareketlerini de dikkatle takip etmiştir. Mevcut yönetime karşı olan karşıtlıkları onları farklı ülkelerdeki yönetim karşıtı hareketleri incelemeye sevk etmiş olduğu söylenebilir. Rusya’da yönetici kademeye karşı girişilen devrim hareketleri Jöntürkler tarafından takdirle karşılanmış ve sık sık iki ülke arasında çeşitli kıyaslamalara gidilmiştir. Özellikle Abdullah Cevdet gibi yazarların makalelerinde, Rus Çarı ile Sultan Abdülhamid otokrat ve zalim olarak nitelendirilerek birbirine benzetilmiş ve aynı şekilde bir isyan hareketi Osmanlı topraklarında meydana gelmediği için Osmanlı tebaası eleştiri topuna tutulmuştur. Jöntürk basını genel olarak Rus devrimini bu şekilde ele alırken realist olmaktan uzak, tamamen idealist duygular içerisinde ayakları yere sağlam basmayan analizler yapmışlardır.
Türk tarihinin karmaşık bir dönemini ihtiva eden ve tarihçiler tarafından genellikle ideolojik bir yaklaşımla ele alınan Sultan Abdülhamid döneminde muhalif basın, yoğun sansüre tabi tutulmuştur. Özellikle Rusya’daki devrim hareketlerinin ardından Jöntürklerde meydana gelen heyecan Sultan tarafından tedirginlikle karşılanmış ve abartı derecesinde önlemler alınmıştır. Ülke dışında neşredilen mecmua ve gazetelerin ülkeye girişi yasaklanmış ve Rusya’dan Osmanlı topraklarına gelen kişiler sıkı takip altına alınmıştır. Osmanlı’nın Rusya sefiri vasıtasıyla Rusya hakkında devamlı olarak malumat toplanmış ve bu konunun üzerinde titizlikle durulmuştur. Rusya’nın tarihsel emellerinin farkında olan Sultan, Rus-Japon Harbi esnasında, Rusya’nın Japonya’ya yenilmesi durumunda Uzak Doğu’dan ümidini keserek Osmanlı topraklarına yöneleceği endişesiyle temkinli olmak mecburiyetini hissetmiştir. Sultan, Rusya ile olan münasebetleri sağlam tutmaya çalışarak basında Rusya aleyhine yazılar neşredilmesini yasaklamıştır. Ancak halk tarafından da ilgiyle takip edilen Rus-Japon Harbi’nde, gerek Rusya’ya karşı olan tarihsel husumetten gerekse de Japonlara karşı duyulan sempatiden dolayı Japon yanlısı bir tutum sergilenmiştir. Jöntürkler meseleyi reel-politiğin dışında bir bakış açısıyla değerlendirerek Japonları desteklemişlerdir. Onlar için Japonların galibiyeti, insan hakları ve hürriyetin, baskı ve zulüm rejimine karşı olan galibiyeti olarak değerlendirilmiştir.
Eserde birinci el kaynakların taranmış olması ve dönemin önde gelen mecmualarından ve gazetelerinden yapılan alıntılar dönemin zihniyetini ve sosyolojisini anlamak açısından faydalı olmuştur. Sadece iç meseleler yahut Rusya ile olan münasebetler değil, uluslararası ilişkilerdeki gelişmeler üzerine de bilgiler yer almaktadır. Tüm bunların yanı sıra Türk aydınının meseleleri nasıl idrak ettiği ve bunu halka nasıl aktardığı konusu eserin en önemli yönü olsa gerek. Eserin bu yönüyle günümüzü de sorgulamamıza vesile olacağını umuyorum.
Tarihsel açıdan Rusya ve Türkiye’nin coğrafi olarak çıkar alanları ve hedefleri birçok kez birbiriyle örtüşür vaziyette olmuştur. Günümüzde de pek çok kez ayağımıza dolanan meseleler silsilesi, Türk-Rus münasebetlerini İlber Ortaylı’nın da ifade ettiği üzere, hata kaldıramayacak kadar hassas bir hale getirmektedir. Rusya ile olan münasebetlerimizin belli bir dönemine ışık tutan, Sultan Abdülhamid döneminde Rusya’da vuku bulan 1905 Rus devrim hareketlerinin ülkemizdeki yansımalarının ele alınıp incelendiği “1905 Rus Devrimi ve Sultan Abdülhamid” isimli eseri bu çerçevede önemli addediyorum.
Doç. Dr. Hasip Saygılı tarafından doktora tezi olarak hazırlanmış olan mezkur eser Ötüken Neşriyat tarafından içerisinde bulunduğumuz senenin başında neşredildi ve eseri okuyan ve analiz edenlerin de hemfikir olduğu üzere alanında büyük bir boşluğu doldurmuş oldu. 1905 Rus Devrimi ve özellikle de bunun Türk fikir dünyasına ve siyasetine etkileri üzerine ülkemizde yapılan çalışmalar bir elin parmağını geçmeyecek kadar az ve yetersiz.
1917 Bolşevik İhtilali’nin altyapısı olarak değerlendirilen 1905 hareketlenmeleri, ülkemizde de muhalif hareketlerin hız kazandığı bir dönemde vuku bulmuştur. Çarlık Rusyası içerisindeki ağır insan hakları ihlalleri ve sosyo-ekonomik meseleler, büyük halk kitlesinin tepkisiyle karşılanmıştır. Kitlelerin toplu halde baş kaldırışı, devlet yönetimi tarafından katliam boyutuna ulaşan saldırılarla bastırılmaya çalışılmış ancak bu durum olayların daha da büyümesiyle sonuçlanmıştır. Rusya’da yaşayan Müslüman tebaa da bu tedhiş hareketlerinden olumsuz etkilenmiştir. Yaşanan bu ağır sosyal meseleler yeni muhalif örgütlenmelerin oluşmasına neden olmuştur. Bu örgütlerin en önemli olanı ise, grev komitelerinin birleşmesiyle oluşturulan ve ilerde Rusya’nın mukadderatını değiştirecek olan “Sovyetler”dir. St. Petersburg Sovyeti’nin kurucusu Troçki Sovyetler için “Sovyet, olayların seyrinden doğan nesnel bir gereksinmeye yanıt olarak ortaya çıktı” (s. 124) ifadelerini kullanarak, hiçbir siyasi oluşuma bağlı olmaksızın proletarya içindeki devrimci akımları birleştirdiklerini belirtmiştir. Sovyetler çok kısa bir zaman içerisinde büyük bir güç haline gelerek, Rusya’daki siyasi çevreyi etkisi altına almayı başarmıştır. Bu durum tüm dünyadaki sosyalist gruplar tarafından heyecanla karşılanmış ve ilgi ile takip edilmiştir. Japonya ile yapılan harbin de yenilgiyle sonuçlanması neticesinde Rusya oldukça zor duruma düşmüş, itibarı büyük ölçüde sarsılmıştır. Osmanlı’nın Balkanlar’da yaşadığı bozgunu, yıllar öncesinden Rusya, Japonya ile olan harbinde yaşamıştır. Rusya’nın yenilgisi güçsüzlüğünden değil, liyakatsizlik ve disiplinsizlikten kaynaklanmıştır. Hegel’in “Tarihten öğrendiğimiz tek şey, ondan hiçbir şey öğrenmediğimizdir” sözünü Rus askeri uzmanı Aleksandr Hramçihn Rusya’nın o dönemdeki keyfi ve harp öncesinde reel-politiğe uygun olmayan uygulamalarını eleştirmek adına hatırlatmaktadır. Zira Rusya gibi büyük bir devlet kendinden beklenmeyecek kadar büyük bir zafiyet göstermiştir.
Aynı dönemde Osmanlı ise, düvel-i muazzama tarafından baskı altına alınmış ve toplumsal yaşamda bunun sancısını çeken bir ahval içerisindedir. Devlet yönetiminin kötü gidişatı ve beynelmilel meseleler, Sultan Abdülhamid’in uzlaşmaz muhalifleri Jöntürkler’in (s.27) faaliyetlerini artırmaları ile neticelenmiştir. Muhalif fikirlerini gazete ve mecmualarıyla toplumsal kademelere yaymaya çalışan Jöntürkler, 1905 Rus devrim hareketlerini de dikkatle takip etmiştir. Mevcut yönetime karşı olan karşıtlıkları onları farklı ülkelerdeki yönetim karşıtı hareketleri incelemeye sevk etmiş olduğu söylenebilir. Rusya’da yönetici kademeye karşı girişilen devrim hareketleri Jöntürkler tarafından takdirle karşılanmış ve sık sık iki ülke arasında çeşitli kıyaslamalara gidilmiştir. Özellikle Abdullah Cevdet gibi yazarların makalelerinde, Rus Çarı ile Sultan Abdülhamid otokrat ve zalim olarak nitelendirilerek birbirine benzetilmiş ve aynı şekilde bir isyan hareketi Osmanlı topraklarında meydana gelmediği için Osmanlı tebaası eleştiri topuna tutulmuştur. Jöntürk basını genel olarak Rus devrimini bu şekilde ele alırken realist olmaktan uzak, tamamen idealist duygular içerisinde ayakları yere sağlam basmayan analizler yapmışlardır.
Türk tarihinin karmaşık bir dönemini ihtiva eden ve tarihçiler tarafından genellikle ideolojik bir yaklaşımla ele alınan Sultan Abdülhamid döneminde muhalif basın, yoğun sansüre tabi tutulmuştur. Özellikle Rusya’daki devrim hareketlerinin ardından Jöntürklerde meydana gelen heyecan Sultan tarafından tedirginlikle karşılanmış ve abartı derecesinde önlemler alınmıştır. Ülke dışında neşredilen mecmua ve gazetelerin ülkeye girişi yasaklanmış ve Rusya’dan Osmanlı topraklarına gelen kişiler sıkı takip altına alınmıştır. Osmanlı’nın Rusya sefiri vasıtasıyla Rusya hakkında devamlı olarak malumat toplanmış ve bu konunun üzerinde titizlikle durulmuştur. Rusya’nın tarihsel emellerinin farkında olan Sultan, Rus-Japon Harbi esnasında, Rusya’nın Japonya’ya yenilmesi durumunda Uzak Doğu’dan ümidini keserek Osmanlı topraklarına yöneleceği endişesiyle temkinli olmak mecburiyetini hissetmiştir. Sultan, Rusya ile olan münasebetleri sağlam tutmaya çalışarak basında Rusya aleyhine yazılar neşredilmesini yasaklamıştır. Ancak halk tarafından da ilgiyle takip edilen Rus-Japon Harbi’nde, gerek Rusya’ya karşı olan tarihsel husumetten gerekse de Japonlara karşı duyulan sempatiden dolayı Japon yanlısı bir tutum sergilenmiştir. Jöntürkler meseleyi reel-politiğin dışında bir bakış açısıyla değerlendirerek Japonları desteklemişlerdir. Onlar için Japonların galibiyeti, insan hakları ve hürriyetin, baskı ve zulüm rejimine karşı olan galibiyeti olarak değerlendirilmiştir.
Eserde birinci el kaynakların taranmış olması ve dönemin önde gelen mecmualarından ve gazetelerinden yapılan alıntılar dönemin zihniyetini ve sosyolojisini anlamak açısından faydalı olmuştur. Sadece iç meseleler yahut Rusya ile olan münasebetler değil, uluslararası ilişkilerdeki gelişmeler üzerine de bilgiler yer almaktadır. Tüm bunların yanı sıra Türk aydınının meseleleri nasıl idrak ettiği ve bunu halka nasıl aktardığı konusu eserin en önemli yönü olsa gerek. Eserin bu yönüyle günümüzü de sorgulamamıza vesile olacağını umuyorum.