Emperyalizme Genel Bir Bakış
Dünya siyasi tarihinde emperyalist politikaların gelişimini incelediğimizde, emperyalizmin karşımıza çeşitli biçimlerde çıktığını görmekteyiz. Tarihin incelenen diliminde dünyanın içinde bulunduğu siyasî, ekonomik ve sosyolojik konjonktürleri hesaba katarak yaptığımız değerlendirmelere göre, bu konjonktürlerin, emperyalist politikaların metotlarına yön verdiği yadsınamaz. Tarih incelemesini, tarihin herhangi bir diliminden çıkarıp bir süreç olarak ele aldığımızda da, konjonktürlerin değişimi ve seyrine göre bir emperyalizm tarihinden bahsetmek mümkün hale gelecektir. Bir devletin belli bir coğrafyaya veya bütün dünyaya hükmetme arzusu ve hedefinin emperyalizm anlamına gelmeyeceği şerhini düşmekle beraber, bu hedefe ulaşmak için izlenen yol ve bu yolda ortaya konulan siyasî, sosyal ve ekonomik zihniyet zemini ile medeniyet anlayışı ve tasavvuru, bahsettiğimiz hedefin emperyalizm kategorisine girip girmeyeceğini gün yüzüne çıkaracaktır. Daha özet bir ifadeyle belli bir coğrafyaya veya bütün dünyaya hükmetme –veya yön verme- hedefinin arkasındaki niyet ile bu doğrultuda izlenen yol önemlidir. Öyle ki; niyet sömürü müdür, yoksa dünyada insan şeref ve haysiyetine yaraşır bir adil düzen tesis etmek midir?
Emperyalizmin, onu uygulayan siyasî gücün çıkarları doğrultusunda milletleri ve coğrafyaları sömürme niyetinin bir tezahürü olduğu ortadadır. Dünya siyasî tarihinin başlangıcından bu yana emperyalizmin farklı metotlarla uygulandığı bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Ancak emperyalizminin en sistematik örneklerinin 16.yy ve sonrasında Avrupa devletlerinin ve ABD’nin politikalarında somutlaştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Amerika’nın keşfinden sonra Avrupalı devletlerin yeni keşfedilen kıtayı yerli halkıyla beraber sömürmesi, Afrika-Amerika-Avrupa üçgeninde gerçekleşen Afrikalı köle ticareti tarihten silinmiş değildir. 1776’da bağımsız bir devlet olduğunu ilan eden Amerika Birleşik Devletleri de İngiltere’den devraldığı emperyalizm tecrübesini politikalarına yansıtmış ve emperyalizm tarihinde kendisine önemli bir yer hazırlamış, bugün de o yerini daha da genişleterek muhafaza etmiştir.
ABD Emperyalizmi ve Metotları
- yüzyıla kadar emperyalizm, vahşi yüzünü göstermekten hiçbir zaman çekinmemiştir. Ancak 20.yy’da vahşi emperyalizmin metotlarının değişimine ve muhtevasındaki vahşeti şeytanî bir sempatiklik ile kamufle etme çabasıyla yeni bir forma evirildiğine şahit olduk. Son ifade ettiğimiz durumdan anlaşılması gereken, emperyalizmin askerî metotlarına ikame metotların sayısının arttığı ve geliştiğidir. Elbette bunda; silah teknolojisinin sıcak savaşlarda cephe gerisini de tehlikeye düşürmesi, Sovyetler ve ABD’nin temsilinde iki kutuplu soğuk savaş süreci, 1929 ekonomik buhranından sonra ortaya konulan ekonomik modeller, haberleşme teknolojisinin gelişmesi ve modern demokratik devletlerin sayısının artışının etkisiyle uluslararası kamuoyunun dikkate alınması durumu gibi sebepler önemli derecede etkiye sahiptir. Yine de askerî metotların hala gelişerek geçerliliğini koruduğu şerhini düşmeliyiz.
ABD’nin temsilinde emperyalizmin gelişen metotlarının ve politikalarının bahsi geçen sebepler doğrultusunda bir özetinin yapılması, meselenin açıklığa kavuşmasına fayda sağlayacaktır. Sömürülmek istenen ülkenin bizzat işgal edilerek sömürülmesi, ekonomik olarak oldukça yüksek bir külfeti beraberinde getirmektedir. İşgalin yönetimi de, devlet bürokrasisi için oldukça yoğun bir dikkat ve performans gerektirecek, devlet enerjisinin önemli bir kısmını işgale kanalize edecektir. Ne kadar emperyalist olursa olsun bir devletin canını sıkan her ülkeyi işgal etmesi de mümkün olmasa gerek. Yine savaş ve işgal, bir tehdit vasıtası olarak güçlü devletlerin güçlü ama sonlara sakladığı bir kozu olarak düşünülmelidir. Nitekim bu kozun kullanıldığına son yüzyılda fazlasıyla şahit olduk. Yine de bu kozu kullanmadan emperyalist devletlerin, daha doğrusu konumuzun muhatabı olan ABD’nin herhangi bir ülkeye tahakküm etmesi, o ülkeden ekonomik, askerî, diplomatik vs. tavizler koparması, o ülkenin bizzat hükümetine tesir etmekten ve hatta hükümetin tayinine tesir etmekten geçecektir. Bunun için oldukça çeşitli politikalar üreten ABD emperyalizminin metotlarını, meseleyi daha rahat açıklayabilmek ihtiyacına binaen kategorize edebiliriz.
Siyasî Metotlar
Dünyadaki birçok hükümetin uluslararası güvenlik ihtiyacından kaynaklı olarak ABD tahakkümünü kabul etme eğiliminde olduğuna şahitlik edebiliyoruz. Özellikle NATO üyesi gelişmekte olan ülkelerde bunun örekleri görülmüştür ve görülmektedir. Emperyalist ABD’nin tahakkümü altına girmekte tereddüt eden gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelere yönelik ABD tarafından üretilecek çözüm için elbette ahlâkî bir ölçü beklemek anlamsız olacaktır. ABD, en masum politika olarak söz konusu ülkenin uluslararası güvenlik konusunda yalnız bırakılması, NATO’dan çıkarılması gibi tehditlerin yanı sıra savaş tehdidini gündemine alacağı gibi daha sinsi bir politika olarak ya hükümet üyelerini satın almak için girişimde bulunacak ya da hükümeti düşürmek için “klasik yöntemleri” veya post modern yöntemleri devreye sokacaktır. Bu doğrultuda ABD’nin post modern bir yöntemi olarak 1953’te İran’da yapılan darbe, yakın zamanda CIA belgeleriyle1 ve ABD Başkanı Obama’nın itirafıyla2 ispatlanmıştır. 1951’de petrol rezervleri İran lideri Musaddık tarafından millîleştirildikten sonra, bugünkü BP’nin öncüsü mahiyetinde bir İngiliz petrol şirketi özelinde İngiltere’nin de kızgınlığını üzerine çeken Musaddık’a karşı ABD, soğuk savaş süreci ve İran’ın Sovyetler bloğuna geçmesi tehlikesine karşı savaş veya savaş tehdidi kozunu kullanmaktan çekinmiştir. Bu yüzden meseleyi, kendine has geliştirdiği post modern yöntemleriyle halletmiştir. Somut delillerle ispatlayamasak da elimizdeki bilgiye göre CIA ajanı Kermit Roosevelt İran’da Musaddık’a karşı bir halk ayaklanmasının örgütlenmesi için çalışmıştır. Neticede belge ve itirafla ispatlandığı gibi 1953’te Musaddık bir post modern ABD operasyonu ile devrilmiş ve ABD yanlısı Muhammed Rıza Şah İran’da tekrar diktatör olmuştur. 2002’de Venezuela başkanı Hugo Çavez’e yapılan başarısız darbe girişiminde, yine Latin Amerika’da, Ortadoğu’da, Arap Baharında aynı metodun benzer tezahürleriyle karşılaştık. Terör örgütlerinin desteklenmesini de siyasî metotlar arasında değerlendirecek olursak, terör örgütleri ile çıkarılan kaos ortamının söz konusu coğrafyada hem siyasî yaptırım imkânlarını artıracağını, hem de ABD veya bu metotları uygulayan devletlerin bölgeye askerî müdahale meşruiyetini uluslararası kamuoyu nazarında elde edebileceğini söyleyebiliriz. Suriye’de ABD’nin PYD’yi desteklemesine bir de bu yaklaşımla bakmak mümkün.
Ekonomik Metotlar
Diğer taraftan 1929 ekonomik buhranı ile kendisini gösteren talep yetersizliği sorunu doğrultusunda, buhrandan sonra Keynesyen ekonomi politikası zemininde Amerikan şirketlerinin dünya pazarındaki arzına karşılık talep potansiyelini artırma girişimi, vahşi bir kapitalizm modeli dâhilinde uygulamaya geçmiştir. Dünya Bankası ve IMF’nin kuruluşuyla beraber uluslararası finansman uygulamalarıyla büyük Amerikan şirketleri, hem dünyanın birçok ülkesinde büyük yatırımlar yapma olanağı bulmuş, hem de borçlandırılan ülkelerin borçlarını ödeyememesiyle söz konusu ülkelerden koparılacak tavizlerin boyutları artmıştır. Neticede kullanılan para birimi Amerikan Doları olduğundan, ABD için borçların geri ödenmesi veya ödenememesi, koparılan askerî, ekonomik, diplomatik vs. tavizlerden daha önemsiz olabilmiştir. Bütün bunlarla beraber uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Demokles’in kılıcı gibi ülkelerin başı üstünde sallandığını düşünürsek, ekonomik metotların siyasî metotları desteklediğini görebiliriz. Her ne kadar yazımızın konusu dâhilinde olmasa da kültür emperyalizmi ile Amerikan mallarının talebinin dünya çapında astronomik boyutlara ulaştığı gerçeğine de değinmeden geçemeyeceğiz.
Sosyal Metotlar
Sovyetlerin yıkılmasıyla ABD hâkim küresel güç haline gelmiş, komünist emperyalizm yenildiğinden bu yana ABD temsilli kapitalist emperyalizm daha geniş bir hareket alanı bulmuştur. ABD, gücü yettiğince devletleri-hükümetleri tahakküm altına almaya çalışmıştır/çalışacaktır. İstihbarat servisleri, büyük yatırım şirketleri, uluslararası finans şirketleri ile siyasî ve ekonomik bir emperyalist program uygulayan ABD’nin, uluslararası kamuoyu ve ayrı ayrı milletlerin algılarına yön verecek, siyasî ve ekonomik politikaları destekleyecek sosyal bir emperyalist program da uyguladığını söylemeliyiz. Bu noktada ABD merkezli veya destekli sivil toplum kuruluşları ve medya kuruluşlarının ABD çıkarlarına uygun bir propaganda zemini hazırlayarak algı yönetimi yaptığını söylemeliyiz. Bu sivil toplum kuruluşları, propaganda ve algı yönetimini elbette ki Amerikan bayrağı sallayarak yapmıyorlar. Somutlaştırmak gerekirse, İslamofobi propagandası yapan ABD destekli bir sivil toplum kuruluşu ABD’den bağımsız bir görünüm arz edebiliyor. Diğer taraftan bir ülkede Amerikan çıkarlarına aykırı fikirler, ABD merkezli veya destekli sivil toplum kuruluşları ve medya kuruluşları tarafından ya yok sayılıp gündeme gelmesi engelleniyor ya da linç kampanyasına maruz bırakılıyor. Özellikle ülkelerini tam manasıyla bağımsız kılma gayesi taşıyan milliyetçilik fikirleri ve milliyetçiler, ABD gibi emperyalist ülkelerin her türlü emperyalist program, politika ve kuruluşlarının hedefindedir. Aynı zamanda bu sivil toplum kuruluşlarının büyük bir kısmı, toplumların liberalistleşmesine hizmet etmektedir. Liberalistleşen bir toplumdan da satın alınabilecek adam sayısı hayli çok olacaktır. Yine ABD’nin dünyadaki dâhilere ulaşma aracı olarak da sivil toplum kuruluşlarını, burs veren vakıf ve şirketleri kullandığını görüyoruz. Dünyanın çeşitli bölgelerinden ortalama zekânın üzerindeki öğrenciler seçilerek bu öğrencilerin ABD’de eğitim alması sağlanıyor ve bu dâhiler ABD tarafından kazanılıyor.
İdeolojik Metotlar ve FETÖ
Soğuk savaş döneminde komünist emperyalizmin mimarı Sovyetler Birliği, 1968’de düğmeye bastığında, Türkiye dâhil dünyanın birçok ülkesi ideolojik taarruza uğradı. Filistin kamplarında bizzat Sovyetler tarafından eğitilmiş Marksist militanlar, bulundukları ülkelerde teşkilatlanarak o ülkenin yönetimini cebren –veya farklı yollardan- devralıp Sovyetlerin güdümüne sokmak üzere bir ideolojik savaş başlattılar. Yani hedefteki ülkeler, “bizzat o ülkenin vatandaşları eliyle” işgal edilecekti. Gerçekten de çok akıllıca olan bu yöntemin ABD’nin değerlendirmelerinden kaçmadığını düşünmekteyim. Bir ülkenin bürokratik ve siyasî kadrolarını, iplerini elinde tuttuğu bir örgütün yetiştirdiği elemanlarla doldurmak ki bu elemanlar da hedef ülkenin vatandaşları olacak, bunu gerçekleştirdiğinde hem o ülkeyi bilfiil yönetiyormuş gibi yönlendirebilme imkânı bulacak hem de bunu kimse somut delillerle ispatlayamayacak. Hele ki örgütün lideri, Mehdi gibi sorgulanamayan bir ruhanî kimliğe sahip olarak gösterilip örgüt içinde skolâstik bir itaat bağı sağlanırsa, söz konusu Müslüman ülkede örgüt elemanlarına darbe bile yaptırabilirsiniz. Çok tanıdık geldi değil mi? Sözün özü, Fethullah Gülen ABD’nin emperyalist politikalarına hizmet eden bir örgütünün lideri olarak on binlerce vatandaşımızın kanına girmiştir. FETÖ’nün propaganda ettiği görüşleri bir ideoloji olarak tanımlayamayız belki ama bir ideolojik savaş metodunun kullanılmakta olduğu yadsınamaz. Dünyanın birçok ülkesinde okullarıyla faaliyet gösteren FETÖ, bu ülkelerde örgütlenmesine devam etmekte ve ABD çıkarlarına yapacağı hizmetin potansiyelini artırmaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde ABD’nin ihtiyacı olan dâhilerin kazanımına da önemli ölçüde katkı sağlamaktadır.
15 Temmuz darbe girişimi yazımızın konusu dâhilinde değil. Ancak söylemeliyiz ki, başarısızlığa programlanan bu darbe girişimiyle beraber ve öncesinde FETÖ, devlet mekanizmamıza ağır hasar vermiştir. Yıllardır devlet mekanizmasında kadrolaşan örgüt mensupları devletimizin DNA’larına kadar sızmış, Ergenekon soruşturmalarında vatansever asker ve sivil devlet adamları ve memurlar tasfiye edilmiş, devletin mahremine, kozmik odalara girilmiş, üst düzey askerî ve sivil bürokrasiden ve siyasilerden birçok kişi dinlenmiştir. Özellikle telefon ve ortam dinlemelerinden sağlanan bütün bilgi ve verilerin ayıklanması, ancak CIA’nin elinde bulunan teknolojiyle mümkündür. Kaldı ki bu bilgilerin ulaştığı nihaî hedef zaten ABD istihbarat servisleridir. Yani devletimizin bütün bilgileri, bütün stratejik programları, devletimizin bütün sırları ABD’nin elindedir. Darbe girişiminden sonra da FETÖ’cülerin tasfiye süreci ve boşalan kadrolara atananların intibakı süresince devlet büyük enerji kaybetmiştir ve kaybetmeye devam edecektir. Askerî kurumlarımızın revize edilişi de sanki ABD tarafından hesaplanmış gibidir. Kanaatimiz odur ki, darbe girişimi başarısız olsa da, ABD hedefine ulaşmıştır.
KAYNAK
[1] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/08/130820_iran_cia
2http://www.hurriyet.com.tr/obamadan-sok-darbe-itirafi-11800533