Asım’ın nesli… Diyordum ya… Nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek. (Mehmet Akif Ersoy)
Bir şey arzu ediyoruz.
Bu arzuyu kulağımıza söylenilen geçmişin ihtişamlı zarafeti tetikliyor. Görmediğimiz, birincil kişiler tarafından da duymadığımız ama mazi dediğimiz günlerin ati olabilmesine edilen bir yemin, bir iman ve gayrisine Nasuh tövbesi.
Eskimiş bir nefes, pas dökmeye hazır bir kılıç ve yakamızda ter, cedel içinde cedel bir düşünce girdabı arzu ediyoruz. Böyle bir mefkûreyi düşlerken, Mazisini incitmeden taşıyabilecek çelik halat misali bir kol, batıl ve batılı seslerin ağına düşen hakikatin sesini namus makamında duyabilen bir kulak lazımdır. Bütün set ışıklarının dikte ettiği süslü pejmürdeliğe, alafrangalığa ve şatafata göz kapaklarıyla Osmanlı tokadı atacak, avareliğin, başıboşluğun, boş vermişliğin yahut vurdumduymazlığın kara kara sisleri arasında ümit burcunu görebilen bir göz lazımdır.
Ve naif bir ses, öyle ki kuvvetini ses tellerinden değil, üstünde durduğu konulardan alması lazım gelir. Eskicinin, pazar esnafının, tüccarın sesi değil, belki bir sarrafın sesi, kulağın duymadığı ama binaları, tabuları, kâğıttan ilahları yerle yeksan eden bir ses, bu öyle bir ses ki kulak dahi gereksizdir, çünkü bu ses doğrudan doğruya hissin merkezine ‘’çok gizli’’ damgalı bir zarf gibi ulaşmaktadır.
Böyle bir birlik elbette ki komutansız düşünülemez. Bu komutan idraktir. Koca koca dokuzlar ordusunu tam tekmil tam teşkil esas duruşta bekletecek ‘’bir’’ gibi bir idrak lazımdır. Esma-ül Hüsna mı? Periyodik tablo mu? İkileminden kurtulmuş, ilmi inkâr etmeyen, dine kaş çatmayan ölçüsü tartısı bu topraklar olan milli ve manevi bir idrak mekanizması lazımdır. Bu milli ve manevi mekanizmanın tabiri caizse seri üretime geçmesini elzem görüyor ve arzu ediyoruz.
Tabiatta isimsiz hiç bir şey yoktur. Hayalini kurduğumuz, düşlediğimiz, arzu ettiğimiz nesile ad veriyor ve muştuluyoruz. Bu nesil ‘’gül nesli’’dir.
Kanaatimce insan, bir insan ve bir hayvandan müteşekkildir. İhtiyaç olarak adlandırdığımız, yeme-içme, barınma, temizlik, üreme, hatta kıskançlık, kavga, aile, üzülme, sevinme gibi fiiller hem hayvan hem insan için geçerlidir. Bizim içimizde bulunan hayvani yönün doygunluğu hayvanlarınki ile aynıdır.
Peki, insanda bulunan ya da bulunması gereken insani yön nedir?
İnsanda bulunan insani yön ‘’Cenab-ı Allah’ın’’ ben nurumdan bir parça verdim, hadisi şerifinde gizlidir. O nur, yaratmanın adıdır. İnsandaki parçası ise üretmek ya da ortaya çıkarmak kelimelerine tekabül eder ancak bu karşılık toplumcu-gerçekçi bir jargona yakın olduğu için, bu karşılığa uygun olarak ‘’fikir’’kelimesini seçtik. Bu kelimenin ismi faili mütefekkirdir. Aydın, mütefekkir kelimesini tam olarak karşılamaz. Bir şeylere aymış olmak o konu hakkında fikir yürütebileceğiniz manasına gelmez. Mütefekkirlik, aydından sonraki adımdır.
Kuzuların doğması nasıl beklenirse o ülkede
Güllerin açması da öyle beklenir gün doğmadan önce
Bahar yağmurları böyle yağmurlara gebe
İner gökyüzünden bahçelere
Nişanlarda gül şerbeti içilir.
Hastalara gül şurubundan ilaç
Gül bir yeni yıl gibi
Yetişir evlere muştu gibi (Sezai Karakoç)
Arzuladığımız nesile gül ismini vermemizdeki maksat, gülün sembolize ettiği değerler ve gülün hayvani bir ihtiyaç olmayışıdır. Gülün manevi mazimizde ve edebiyatımızdaki kıymeti herkesçe malumdur. Hatta gül kendi cinsi içerisinde de ebedi bir sultanlık yaşamaktadır ve yaşayacaktır.
Gül, beş unsuru vücudunda cem etmiştir. Bunlar; zarafet, koku, korunaklık, sabır ve aşktır. Gül, diğer çiçekler gibi şatafatlı değil oldukça sadedir. Belki de bundandır bir tek gülün diğer çiçeklere nazaran daha kıymetli olması. Ve gül kendi değerinden emin. Hatta o kadar emin ki dikenlerle etrafına set çekmiş. Mağrur bir edayla ve merdane bir şekilde meydanda duruyor. Gel deyi çağırıyor dostunu düşmanını. Bilir ki dost tutacağı yeri bilir, bilmese de gülün açtığı yaradan muzdarip değildir. Aksine gülden kendisine bir hatıra bıraktığı için bahtiyardır. Düşmana gelince, gülü zapt etmek istedikçe eli kana bulanır. Fakat gül bahtiyardır, namahrem elleri kanattığı için.
Ve gülün kokusu…
Olmasa da olan bir şeydir koku. Hatta ne kaybederdik koku diye bir şey olmasa. Hiçbir şey. Ancak gülün tadı, kokusudur. Kokusu, gülün dilidir. Kokusu ile müthiş bir hal almış ve zarafetine zarafet katmıştır. Gül nesli de dilindeki kelimeler, temas ettiği vakalar, gül gibi kokmalıdır. Cephe aldığı cenahları son sürat tenkit edecek, ait olduğu zümrenin hakkını verip, savunuculuğu üstlenecek ancak karşıdakini tahkir etmeden, tahkire layık olsa bile.
Bu nesil kendinde bulunan hasletlerin, meziyetlerin, noksanlıkların farkında, her türlü cepheden savaş verdiğimiz asrımızda, mevziisini sormadan yerini alıp vuruşacak bir nesildir. Bileği kuvvetli olan kılıcını bileylesin, kalemi kuvvetli olan kalemini keskinlesin.
Gül, seçkin bir yapıda olduğundan, zuhur edeceği mekânı/toprağı ve zamanı kendisine hastır. Bülbüllerin feryat, figanına aldırmaksızın, kendi aşkı güneş için gayret gösterir. Bir an için dahi olsa başkalarına meyletmez. Önce tohum olarak düşer kara toprağın bağrına sonra bir ümit yeşerir içinden kara toprağı yırtıp filizlenir. Filizlendim deyip hemen dile gelip, arsızlaşmaz. Sabreder ve haki bir elbise giyer. Acelecilik gülün fıtratına terstir. Sonra tomurcuk olur. Bu haliyle konuşmamaya, sırrı ifşa etmemeye çalışan bir insan dudağına benzer. Tomurcuk gülün gençliğidir. Gençliğinde susmayı bilenler, vakit tamam olunca dil çözüp derman olmayı da bilirler. Sonra gül bir şeylere vakıf olur. İçinin yangını dışa vurur ve kızardıkça kızarır. Hz. Ebu Bekir misali ciğerleri kebap olur. Bu kokuya nicelerini davet eder.
İfna et sıfatın fenafillâhta
Yok, eyle zatın bekabillahta (Basri Dede)
Ve fenabillâh… Güneş gülün aşkına karşılık vermez. Vuslatın aşkı öldüreceğini bilir ama aşka gem vurulmaz. Hızır hazan kılığında, ölüm kılığında güle yaklaşır. Gül sararıp solar ve rüzgâra toza karışarak beka Billah’a ulaşır.
Gül, kendini yetiştirdiği topraklara maddi ve manevi bereketi de aşılar.
Gül, inandığı doğrulardan vazgeçmemenin adıdır. Gül adanmışlık mesuliyetinin adıdır. Gülün teferruatlarla işi yoktur. Hedefe doğru koşan doru bir at misali, çatlamayı göze almaktır.
Gül neslinin, zafer arzusu sadece Rabbe karşı niyazda, duadadır. Onun dışında zaferi düşünerek bir şeyler yapması mümkün değildir. Zira bu tutum menfaatçi, ferdiyetçi zümrelere kaş çatmasını mantıksız kılar. O zaferden ziyade seferi arzulamaktadır. Gül nesli yayını enfal suresinin on yedinci ayeti kerimesi ışığında gerer ve atar. Gerisi tevekkeldi al ’Allah…
Çocukluğumuzdan bugüne kadar söylenen kızıl elma ülküsünü gerçekleştirecek nesil, gül neslidir. Adı, sanı başka olsa bile meziyetleri ve ülküsü katiyetle değişmeyecektir. Onun akla bakışı, sezgicilik doğrultusundadır. Realist beyinler aklı beş duyuyla sınırlandırırken, o gözün görmediği görüntüyü görecek, kulağın duymadığı sesi işitecek, elin yetmediği yerlere el olacak. Ve söylediği hakikatin sesi cihanda dalga dalga yankılanacaktır. Gönülleri sarhoş eden kokusunu söylemiyorum bile.
Gül neslinin kırk yanlışın içinden bir tek doğruyu bulması içten bile değildir; o kırk doğrunun içinden hakikati haykıracaktır.
Peki ya gülleri yetiştirecek bağbanlar nerede?
Volkan volkan dirilişi arzu eden Sezai Karakoç ve Erdem Bayazıt varken, İnandığı doğrulardan yılmayan çağdaş bir Müslüman portresi Mehmed Akif Ersoy varken, Necip Fazıl Kısakürek, Erol Güngör, Galip Erdem gibi münevverlerimiz varken, asrın Yesevisi Seyyid Ahmet Arvasi hocamız varken, satılık gazetelerde bağban aramaya gerek yoktur.
Mazimiz bağbanımızdır.
Gül neslinin kulağımıza muştulanması dileğiyle…