‘‘30 Ağustosu anarken, bir inanç gücünün kazandırdığı zaferi düşünüyor ve ona başlangıç olan 26 Ağustosu da hatırlıyoruz. 26 Ağustos, 40.000 kişinin 100.000’i darmadağın ettiği başka bir inanç savaşının Malazgirt’in de yıldönümüdür. Ve doğrusunu isterseniz, Türkiye Türklerine yakışan asıl bayram 26-30 Ağustos günlerinin bayramıdır.’’
(30 Ağustos ve Türk Ordusu – Hüseyin Nihâl ATSIZ)
1.Dünya Savaşı sonrası, savaştan mağlup olarak çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarına yönelik, savaşın galip cephesi İtilaf Devletleri bünyesindeki ülkelerce başlatılan işgal hareketleri, 15 Mayıs 1919’da Yunan askerlerinin İzmir’e çıkmasıyla başlamış, takip eden süreçte başta payitaht İstanbul olmak üzere Anadolu coğrafyasının büyük bir kısmı işgalcilerin tasallutuna uğramıştır. Savaş hukukuna ve milletlerarası antlaşmalara aykırı şekilde vuku bulan bu keyfi ve barbar istilacılığa karşı Türk milleti, başkaları tarafından yazılmak istenen kaderine razı olmamış ve ‘‘topyekûn savaş’’ın en güzel örneklerinden birini vererek, istiklâlini ve bağımsızlığını müdafaa etmeyi başarmıştır. Türk kurtuluş hareketinin önderi Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak bu kutsal isyanın işaret fişeğini ateşlemesiyle başlayan Milli Mücadele’nin askeri safhası, 9 Eylül 1922’de İzmir’e giren Türk ordusunun, işgalci ve katliamcı Yunan askerlerini denize dökerek, vatan topraklarının tamamına yakınını (İstanbul’da 6 Ekim 1923’e kadar işgal durumu devam etmiş, bu tarihte TBMM hükümeti, şehri savaşmadan teslim almıştır.) düşman unsurlarından temizlemesi ile sonlanmıştır. O tarihe kadar savaşın tarafı olmamasına rağmen, İngilizlerin kışkırtma, teşvik ve vaatleri sonucunda topraklarımız üzerinde işgale girişerek, emperyalizme gönüllü piyonluk yapan Yunan güçleri, tarihin gördüğü en ağır savaş mağlubiyetlerinden birini alarak, çok büyük askeri ve maddi kayıplarla Anadolu’dan atılırken, istiklâl mücadelesinden muzaffer çıkmış Türk milleti ise, önce Mudanya Antlaşması ile kalıcı ateşkesi sağlamış, ardından Lozan Barışı ile Türk milletinin ve TBMM Hükümeti’nin Anadolu’daki hukuki ve siyasi varlığını, tüm dünyaya kabul ettirmiştir. Milli Mücadele’nin taçlandırılması ise 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin ilân edilmesi ile gerçekleşmiş, kurtuluş hareketinin önderi ve milli orduların başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu kez devlet adamı olarak Türk milletine lider olmuş ve genç cumhuriyet, yeni ufuklara doğru yelken açmıştır. İşte tarihin yazdığı belki de en büyük adanmışlığın ürünü olan bu destansı mücadelenin kırılma noktalarından biri ve önemli askeri başarılarından bir tanesi olan, içinde bulunduğumuz ağustos ayı içerisinde ‘‘Zafer Bayramı’’ olarak kutladığımız ‘‘Başkumandanlık Meydan Muharebesi’’ diğer bir deyişle ‘‘Büyük Taarruz’’dur.
1921 yılının temmuz ayına gelindiğinde, özellikle batı cephesinde mücadele tüm sertliğiyle devam etmektedir. 1643 şehit, 4921 yaralı ve 374 tutsak verdiğimiz Kütahya-Eskişehir Savaşları’nın ardından ordunun geri çekilmesi, TBMM, ordu ve halk içerisinde birtakım çevrelerde tedirginlik ve huzursuzluk yaratmıştır. Ordunun, Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilerek, toparlanması, düzen alması ve güçlenmesinin, tüm yetkileri ve Başkomutanlığı üzerine alan Mustafa Kemal Paşa’nın stratejik aklının bir ürünü olduğu ise, ilerleyen süreçte daha iyi anlaşılmıştır. 7-8 Ağustos 1921’de ‘‘Tekâlif-i Milliye Emirleri’’nin yayınlanması ile Türk milleti, bir kez daha büyük bir fedakârlık örneği göstermiş, toplanan yardımlarla hem ordunun ihtiyaçlarının bir bölümü karşılanmış hem de halkın Milli Mücadele’ye olan doğrudan katkısı daha da perçinlenmiştir. 23 Ağustos 1921’de başlayan Sakarya Meydan Muharebesi, sadece Kurtuluş Savaşı’nın değil, Türk tarihinin de dönüm noktalarından biri olmuştur. 22 gün süren yoğun çatışmalar sonrası Türk ordusu, 5713 şehit vererek düşman saldırısını püskürtmüştür. Gerek sayıca gerekse mühimmat ve teçhizat bakımından kendisinden çok daha geniş imkânlara sahip Yunan ordusuna karşı kazanılan bu zafer, asker ve millet nezdinde moral-motivasyonu daha da arttırırken, düşmanın geri çekilme süreci de başlamıştır.
1921 yılının sonlarından itibaren, Sakarya’da mağlup olarak, Afyonkarahisar-Dumlupınar arasına çekilen düşman kuvvetlerine son darbeyi indirecek olan ordu, büyük bir hazırlık dönemine girmiştir. Doğu ve Güney Cepheleri’nde savaşın sona ermesiyle buralardaki kuvvetler de Batı Cephesi’ne kaydırılmış, ekonomik kaynaklar son sınırına kadar zorlanmış, silah altına alınan askerlerin ve subayların taarruzu gerçekleştirebilecek şekilde eğitim alması sağlanmıştır. Ayrıca işgal altındaki İstanbul’dan çeşitli yollarla kaçırdıkları silah ve cephaneyi, İnebolu ve Kastamonu üzerinden Milli Mücadele’nin merkezi olan Ankara’ya ulaştırmayı başaran gizli teşkilatlar, eşi görülmemiş bir kahramanlık ve vatanseverlik örneği sergilemişlerdir. Tüm bu hazırlıklar sonucunda; yaklaşık 200.000 mevcutlu Yunan işgal ordusuna karşılık, Türk Ordusu’nun mevcudu 186.000’e yükseltilebilmiştir. Genel anlamda ise, süvari kuvvetleri dışında hiçbir yönden, Yunanlılara karşı bir sayısal üstünlük bulunmamaktadır.[i]
Haziran ayından alınan taarruz kararının ardından, birliklere ‘26 Ağustos 1922 günü hazır olmaları’ emri verilmiştir. Plan; Afyon bölgesindeki Yunan ordusunun İzmir’le bağlantısını keserek, ya bütünüyle ya da Bursa yönüne doğru dağıtarak, parça parça imha etmektir. Taarruzun amaçlanan sonuçları vermesi bakımından, ‘‘baskın’’ şeklinde gerçekleşmesine azami özen gösterilmiş, harekete geçildiği ana kadar, düşman birliklerine herhangi bir istihbarat veya izlenim verilmesi önlenmeye çalışılmıştır. Nitekim bunda başarılı da olunmuş; 26 Ağustos sabahı 05.30’da Türk topçusunun ateşiyle taarruz başladığında Yunan ordusu gafil avlanmış ve ne olup bittiğini anlamadan, Türk birlikleri Afyon Cephesi’ni çökertmiştir. Harekâtı Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Kocatepe’den bizzat yönetmiş, İsmet Paşa ve Fevzi Paşa da ona eşlik etmişlerdir. 30 Ağustos günü, Dumlupınar’da kuşatılan Yunan birliklerinin, burada da bozguna uğratılması ve geriye kalan 50.000 kadar işgal askerinin İzmir’e doğru kaçmaya başlaması ile Türk ordusunun zaferi kesinleşmiştir. 9 Eylül 1922 tarihli New York Times gazetesi; Yunan ordusunun kayıplarının ve Türk ordusunun ele geçirdiklerinin 910 savaş topu, 1.200 kamyon, 200 otomobil, 11 uçak, 5.000 makineli tüfek, 40.000 tüfek ve 400 vagonluk cephane olduğunu yazmış, ayrıca 20.000 Yunan askerinin de esir düştüğünü belirtmiştir.[ii] Tarihçi Isaiah Friedman, Yunanlıların aldığı yenilginin ne derece ağır olduğunu şöyle ifade etmiştir: ‘‘Yunan ordusunu bekleyen bozgun, Armageddon Savaşı boyutlarında idi. Dört gün içinde bütün Yunan Küçük Asya Ordusu ya yok edildi ya da denize döküldü.’’[iii]
30 Ağustos Zaferi, Türk ve dünya tarihi açısından, oldukça önemli bir gelişme olmuştur. Türk milletinin, 1683’te Viyana önlerinde başlayan yaklaşık 300 yıllık geri çekilmesi sona ermiş, asırlar sonra bir taarruz harekâtı yapan şanlı Türk ordusu, milletinin makûs talihini sonlandırmayı başarmıştır. Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmasıyla, emperyalist emeller taşıyan istilacı batı devletlerine Çanakkale’den sonra unutamayacakları ikinci bir ders verilmiş, topyekûn savaşın ve milli seferberliğin nasıl yapılacağının örneğini veren Türk milleti, tüm mazlum milletler için bir kez daha ilham ve moral kaynağı olmuştur.
Zaferin ikinci yıl dönümünde, 30 Ağustos 1924’te, bu kez Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak, iki yıl önce harekâtı komuta ettiği bölgelerden biri olan Zafertepe’yi ziyaret eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk, büyük zaferin önemini şu sözlerle dile getirmiştir: “… Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk Devleti’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri burada atıldı. Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır…”[iv]
Milli Mücadele’ye ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerine yakından tanıklık etmiş, devrin önde gelen gazetecilerinden Falih Rıfkı Atay ise zaferin, milletimiz ve tarihimiz açısından taşıdığı yüksek önem ve değeri şu şekilde belirtmiştir: ‘‘Nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, yurdumuzu Batı’nın pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz.’’[v]
30 Ağustos Zaferi, ilk kez 1923 yılında Afyon, Kahramanmaraş, Denizli, Ankara ve İzmir’de kutlanmıştır. Resmi olarak ‘‘Zafer Bayramı’’ ilân edilmesi ise, 1935 yılının Mayıs ayında gerçekleşmiştir. O tarihten bugüne, her yıl Zafer Bayramı kutlamaları büyük bir coşkuyla, yurdun dört bir tarafında gerçekleştirilmekte, Anıtkabir ve şehitlik ziyaretleri, kent meydanlarında anıt ziyaretleri, resepsiyonlar, yürüyüşler, konferanslar vb. etkinlikler, kutlama ve anma programlarının başlıca faaliyetlerini oluşturmaktadır. Ayrıca, Ulu Önder Atatürk’ün, 30 Ağustos Zaferini, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne armağan etmesi nedeniyle; bu gün ayrıca ‘‘TSK Günü’’ olarak da adlandırılmıştır.
Başta Büyük Taarruz’da hayatını kaybedenler olmak üzere, Mili Mücadelemizin ve Türk tarihinin bütün şehitlerini rahmetle anıyor, Allah’tan rahmet diliyoruz.
[i] Atatürk’ün Anlatımıyla Kurtuluş Savaşı, Boyut Kitapları
[ii] Armistice sought by Greeks as Turks press near Smyrna, New York Times, 07.09.1922.
[iii] Isaiah Friedman: British Miscalculations: The Rise of Muslim Nationalism, 1918-1925, Transaction Publishers, 2012, ISBN 1412847109, sayfa 293
[iv] Ağustos Savaşlar:Yıkımlar-Zaferler, Vizyon Dergisi, Ağustos 2015, Sayı:314
Kaynaklar
*Atatürk’ün Anlatımıyla Kurtuluş Savaşı, Boyut Kitapları
* Türk İnkılâp Tarihi, Prof.Dr. Hamza EROĞLU, Savaş Yayınları
*Türk Kurtuluş Savaşı, Fahri BELEN, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları
*Şu Çılgın Türkler, Turgut ÖZAKMAN, Bilgi Yayınevi
* 30 Ağustos ve Türk Ordusu, Hüseyin Nihâl ATSIZ, Milli Yol Dergisi, 31 Ağustos 1962, Sayı: 31
[v] Çankaya, Falih Rıfkı Atay, Pozitif Yayınları, Syf:363