Ne zaman bir sohbet ortamı oluşsa söz dönüp dolaşıp ülkede ters giden bir konuya takılır kalır. Kendi zihin yapımıza ve sosyo-ekonomik yaşantımıza göre de yakındığımız konular çeşitlenir. Kimi zaman pahalılıktan, hükümet politikalarından; kimi zamansa toplumdaki yozlaşmadan dem vurur, aslında olması gerekeni söyler dururuz. Bu kanaatlere ise yaşadığımız olayları aklımızın ve vicdanımızın süzgecinden geçirmek suretiyle düşünerek varırız. Düşünme yetisi insanı diğer canlılardan üstün kılan yegâne özelliktir. Bizler düşünerek çevremizde olup bitenleri anlamlandırmaya çalışır ve anlamlandırabildiğimiz ölçüde kendimize uzun veya kısa vadede hedefler, ülküler belirleriz. Ve artık; bizlere rahatsızlık veren, vicdanımıza sığdıramadığımız, aklımızın almadığı uygulamalara bu ülküler doğrultusunda dur deriz. Şimdi her şey daha kolaydır. Hastalık teşhis edilmiş ve ilaç da belirlenmiştir. Ancak bir şey unutulmamalı; ilaç hastaya nasıl verilecek? Eğer, ilaç hastaya uygun bir yolla verilemezse; ya en iyi ihtimalle ilaç hastaya hiç tesir etmez ya da hastanın ölümüyle sonuçlanabilecek yeni hastalıklara dahi sebep olabilir.
İşte bu noktada bizlerin, Türk milliyetçilerinin yolu çalışmaktan geçmektedir. “Bu düzen böyle yürümez kardeşim, bir dur demek lazım!”ları fiiliyata dökebilmek için çalışmak! Türk milliyetçilerini en iyi şekilde temsil edebilmek için, ülkümüzü en yukarılara taşıyabilmek için çalışmak! Çalışmak!… Bu çalışma ise çok yönlü olmalı; kişiyi sadece mesleki alanda uzmanlaştırıp, diğer alanlarda tabiri caizse iki lafı bir araya getirmekten aciz bırakmamalıdır. Ancak böyle bir çalışma sayesinde zihinlerdeki millet ve milliyetçi algısı amasız, fakatsız layık olduğu konuma erişebilir. Bizler bu doğrultuda; millet kavramının teşekkülünde rol oynayan her bir kavram üzerinde ayrı ayrı durmalı, başta ülkemizin sorunları olmak üzere, günümüz Türk Dünyası’nın sorunlarına çözümler üretebilir hale gelmeliyiz. Fakat burada bir noktaya parmak basmamız gerekmektedir. Bu çalışmaları yaparken asli görevimiz olan derslerimizi ihmal etmemeliyiz. Çünkü bu milletin, belki de hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı kadar yetişmiş milliyetçi-ülkücü kadrolara ihtiyacı var. Önce milletim diyen kadrolara… Düşünün ki; bugün aynı sıralarda oturduğumuz eyyamcı yarın ülke ile ilgili önemli kararlar verecek, bugünün ayrılık tohumu ekeni yarın bir nesil yetiştirecek… Bu ihtimaller hangimizin içini acıtmaz? Hangimizi utandırmaz? İhtimali bile rahatsızlık veren bu gelecek tasavvurunda bizlerin yeri nedir veya herhangi bir yer bırakılmış mıdır? İşte bu yüzden bizler, yeri gösterilenlerden değil; yer beğendirilenlerden olmalıyız. Aslında bunu başarabilmek çok da zor değil. Hepimiz bizlere yol gösteren büyüklerimizden öğrencilik yıllarının nasıl geçtiğini az çok dinlemişizdir… Can güvenliklerinin olmadığı bir ortamda sadece bir sınava girebilmek için ne badireler atlattıklarını; bırakın üniversite koridorlarını, sokakta bile kelle koltukta gezildiği bir zamanda kendilerini fikri yönden geliştirmek için gerek okumalarına gerekse seminerlerine nasıl devam ettiklerini biliyoruz.
Düşünün ki büyüklerimiz bu şartlar altında nasıl bir imanla, nasıl bir azimle çalışmışlar; disiplini hayat felsefesi haline nasıl dönüştürmüşler… Arkadaşlar, büyüklerimiz bunları başarmışken günümüz şartlarında biz neden başaramayalım? İnandıktan, çalıştıktan sonra kalır mı başarmaya bir engel?…