“Devlet kimin için?” sorusuna “millet için” cevabını verdikten sonra, karşımıza hemen ikinci bir soru çıkar: Peki millet için ne yapmalıdır devlet? Devletin varlık sebebi nedir?

Milletin refahını sağlamak… Ülkede adaleti sağlamak… Milletin güvenliğini sağlamak… Bu liste uzatılabilir. Fakat uzun ve her konuyu birbirinden bağımsızmış gibi ele alan bir liste sağlam bir düşünce temeli oluşturmaz. Sayılanların hiyerarşisi üzerinde tartışma çıkabilir. Önce refah mı, âdalet mi? Güvenlik çok mu önemli? Refahla çelişebilir mi? (Top mu tereyağı mı?…) Ya hukuk?… Acaba unuttuğumuz başka maddeler var mı? Meselâ eğitim?

Yukarıda sayılanların birbirini kuvvetle etkiledikleri hemen hissedilir. Çünkü bunların hepsi aslında tek cümleyle ifade edilebilecek bir görevin, bir misyonun zorunlu uygulama listesidir: Milletin bekası.

Millet devletlerinin her alanda rekabetinden ibaret olan bugünkü dünyada en fakir milletlerden biri kalarak hayatınızı sürdüremezsiniz. Zayıf bir iç güvenlik veya dış tehditlere karşı yetersiz bir savunma da sizi bitirir. Hukukun hükmetmediği toplumlarda ise ne refah, ne de güvenlik mümkündür. Ortak bir yüksek kültürü koruyup, geliştirip nesilden nesile aktaramayan bir millet ise millet olarak kalamaz. Millet öncesi, ilkel bir topluluğa, “creol”e dönüşür.[1]

* * *

Devlet kurmak, devletin fonksiyonları 21. asırda Batılıların üzerinde çokça düşündükleri konular hâline geldi. Bunu kendi devletlerini tahlilden ziyade, kendi dışlarındaki toplulukların da milletleşebilmesi, işleyen devletler kurabilmesi için yapıyor.[2] Batı kendi dışındaki toplulukların niçin millet ve devlet olmasını istiyor? Bunun, iki sebebi var. Birinci ve temel sebep, terörden uyuşturucu kaynaklığına kadar batının başına bela olan kötülüklerin yeterince güçlü devleti olmayan topluluklardan çıkması. Sahra’nın güneyindeki Afrika, Afganistan, bazı Güney Amerika ülkeleri ve şimdi de A. B. D. işgali sonrası Irak, bunun önde gelen örnekleri.[3] İkinci sebep, harita değişikliği projeleri. Bu projeler, hâkim devletler tarafından sınırların yeniden çizilmesini, yeni devletlerin, hattâ—olmayacak dualara âmin anlamına gelse de— yeni milletlerin kurulmasını gerektiriyor.

Terörizmden uyuşturucuya[4] batıya sıkıntı veren unsurlar, bu kötülüklere yataklık yapan coğrafyalarda asgarî refah sağlanınca ortadan kalkacaktır. Belli bir gelir düzeyinin üstündeki toplumların, terör ve uyuşturucu imal etmedikleri gözlemleniyor. O halde “Genişletilmiş Orta Doğu” veya “İstikrarsız Aralık” asgarî refaha kavuşmalıdır.[5]

İşte tam bu noktada, asgarî refah için asgarî güçte bir devletin gerektiği keşfedildi. Devlet yoksa, ülkeye mafyalar, çürümüş bürokratlar, yüksek yerlerdeki hırsızlar hâkimse, yönetim kademelerinde eşkıyalar oturuyorsa, ülkenin ürettiklerinin yatırıma ve refaha dönüşmesi mümkün olmuyor. Daha doğrusu, ülke üretemiyor; zaten çoğunluğun hırsızlıkla geçindiği bir toplumda kimse üretmek istemiyor. Herkes kendi imkânına göre çalmak peşinde; fakat üretim olmayınca geriye çalınacak fazla bir şey de kalmıyor. Ülkenin tabiî kaynakları ve dış yardımlardan başka…

Geçtiğimiz yıl vefat eden, liberal ekonominin ve para teorisinin zirvesi Milton Friedman, bu tespiti şöyle anlatıyor: “(Sovyet bloğundan yeni ayrılmış ülkelere) ‘özelleştirin, özelleştirin, özelleştirin’ diyordum. Yanılmışım. Şimdi anlaşılıyor ki kanun hâkimiyeti, özelleştirmeden daha temel bir meseleymiş.”2

Milletin refahı, devletin geliri, güvenlik ve adalet… Bunların ilişkisi ve devlet…

* * *

Batı’nın başına dert olmayacak bir devlet yapısının gereklerini inceleyen fikir adamlarından biri de Fareed Zakaria veya, Türkçe yazılış isterseniz, Ferid Zekeriya. ABD’nin önde gelen bütün gazete ver dergilerinin itibarlı yazarı, bir zamanlar en kaliteli uluslararası siyaset dergilerinden Foreign Affairs’in editörü. Şimdi de Newsweek’in milletlerarası yayınının editörlüğünü yapıyor. Makul bir devlet yapısında hürriyet ve demokrasinin dozunu irdelediği, “Hürriyetin geleceği- Yurtta ve dünyada liberal olmayan demokrasi”[6] kitabını okurken 75. sayfada şu satırlarla şaşırdım: “Yusuf adında bir on üçüncü asır Orta Asya Türk şairi teoriyi şöyle özetlemişti…”. Ve şiirin İngilizce tercümesiyle devam ediyor.

Muhtemelen İngilizce’sini yazsam birçok “aydın” üzerinde daha etkili olurum ama ben yine önce aslını, sonra da Reşit Rahmeti Arat’ın bugünkü Türkçe’ye aktarımını vereyim (2057, 58 ve 59. beyitler):[7]

Bu il tutguka köp er at sü kerek

Er at tutguka neng tavar tü kerek

Bu neng alguka bir kerek bay budun

Budun baylıkınga törü tüz kodun

Bularda biri kalsa törti kalur

Bu törti yime kalsa beglik ulur

Günümüz Türkçe’si ile şöyle:

Memleket tutmak için çok asker ve ordu lazımdır.

Askeri beslemek için de çok mal(tavar) ve servete ihtiyaç vardır.

Bu malı elde etmek için halkın zengin olması gerektir.

Halkın zengin olmasın için de, doğru kanunlar(töre) konulmalıdır.

Bunlardan biri ihmal edilirse dördü de kalır

Dördü birden ihmal edilirse, beylik çözülmeye yüz tutar.

Ferit Zekeriya bir yerde yanılmış; Yusuf Has Hacip ve Kutadgu Bilig, onun yazdığı gibi on üçüncü değil, on birinci asra aittir. Zekeriya’nın tarihi bugüne yaklaştırma yönünde hatasını anlayışla karşılamak lâzım; çünkü Kutadgu Bilig’in tarihi, meselâ 19 ve 20. asrın bir numaralı devleti İngiltere’nin değil devlet kurması, henüz millet olarak dahi tam teşekkül etmediği bir tarihtir. Yusuf Has Hacip’ten sonra bugünkü İngiltere, Norman istilasına uğrayacak ve iki asır Fransızca konuşacaktır.

Türkler, meselâ endüstrileşme, meselâ demokrasi gibi konularda batılılardan çok şey öğrenebilirler. Fakat devlet inşası ve devleti devlet yapan unsurlar konusunda en güçlü devletleri kuran bu kültürün öğreteceği çok şey olması gerekir… Eğer ortak yüksek kültürünü hazmetmiş nesiller yetişebilirse…[8]

* * *

Zekeriya söylemese de, şimdi bize öğretilmeye çalışılan “kanun hâkimiyeti” konusunda şu “Yusuf adlı şair”in ne dediğine de bir bakıp, Kutatgu Bilig’i kapatalım (325, 331, 332. beyitler):

(Adaletin hızlı işlemesi gerektiği konusunda)

biçek teg bıçar men keser men işig

uzatmaz men da’vi kılıglı kişig

(Bıçak gibi biçer keserim işi,Fazla beklemesin davacı kişi.)

(Kanunun, herkese, yönetici yakınına veya başkasına eşit işleyeceği, adaletin “gözlerinin bağlı” olması gerektiği konusunda)

kerek oglum erse yakın ya yaguk

kerek barkın erse keçigli konuk

 

törüdi ikigü manga bir sanı

keserde adın bulmagay ol mini

(İster oğlum olsun, ister yakın çok,İster yolcu, ister geçici konuk

Kanunda benim için birdir hepsiHüküm verirken fark bulmaz birisi.)

Darısı başımıza deyip, “Devlet ne için?” sorusunun cevabını aramaya devam edelim.

* * *

Devletin olmazsa olmaz üç görevinde hiç kimsenin şüphesi yok. Batıda birkaç yüz yıldır, bizde ise bin yıldır: Adalet, iç güvenlik ve dış güvenlik. İsterseniz bunlara adalet mekanizması, emniyet ve ordu diyebilirsiniz. Problem şurada ki, bu fonksiyonlar “var” veya “yok” diyebileceğimiz basit bir kontrol listesinden ibaret değildir. Dünyada “ben adalete karışmıyorum, ne haliniz varsa görün” diyen bir devlet yok, fakat kararın hangi tarafın daha çok rüşvet verdiğine göre belirlendiği bir “adalet”e sahip “devlet”ler var. Devleti güçlü veya zayıf kılan, bu kurumların etkinliği.

Peki devleti devlet yapan adalet, iç ve dış güvenlikteki gücü ve etkinliği ise, gittikçe daha yüksek sesle söylenen “devlet küçülmeli” formülü bir çelişkiyi işaret etmiyor mu? Devletsiz olmaz… Kabul. Devlet adalet, emniyet ve ordusunun gücüyle güçlüdür… Kabul. Sonra da “devlet küçülmeli”. Bu ne demek oluyor?

Bu soruya Fukuyama, “Devlet İnşası”nda[2] cevap veriyor: Devletin gücü ile devletin kendine vazife edindiği konuların kapsamı ayrı değişkenlerdir. Günümüzün zengin ve büyük devletleri daha az konuyu vazife edinen, fakat bu az sayıda konuyu son derece etkin ve güçlü şekilde yerine getirenlerdir.

Bu tespiti yazar bir grafikle anlatıyor.

Şekildeki düşey eksen, devlet kurumlarının gücünü, başka bir deyişle, devletin kendine misyon edindiği fonksiyonlardaki performansını ölçüyor. “y” ekseninin ölçtükleri, Fukuyama’ya göre şunlar: Güç… politikalar hazırlamak ve kanun çıkarmak; en az bürokrasiyle etkin şekilde yönetebilmek; rüşvet, idarî ahlâksızlık ve iltiması kontrol edebilmek; hükümet kurumlarında yüksek şeffaflık ve hesap verilebilirlik; ve en önemlisi kanunları uygulayabilmek.

Yatay eksen, devletin yerine getirmeye talip olduğu fonksiyonların kapsamını gösteriyor. Fukuyama bu eksenin ölçüsünü (metriğini) Dünya Bankası’nın 1997’de yayınladığı Dünya Kalkınma Raporu’ndan almış. Devletin, devlet olabilmek için yerine getirmesi gereken “savunma, kanun ve nizam” ile başlıyor liste. Yani dış güvenlik, kanun hâkimiyeti ve iç güvenlik. Burada da 1997 Dünya Bankası, 11. asırdaki Kutadgu Bilig ile aynı fikirde…

Yatay eksenin sağ ucunda “aktivist” denilen fonksiyonlar var. Belirli piyasaları desteklemek, servetin yeniden dağıtımını sağlamak gibi. Türkiye’den örnek verirsek, bu aktivist fonksiyonlar, pancar üreticisini “koruyarak” Türklere dünya fiyatının birkaç katı fiyatla şeker yedirmek veya fındık üreticisini “koruyarak”, dünya fındık ihtiyacının yüzde yüz yirmisini üretmemizi sağlamak olabilir… [9]

Fukuyama şemaya birkaç örnek ülke yerleştirmiş. Aslında zengin ülkelerin çoğu, sol üst çeyrekte bulunuyor. Sol alt çeyrek devlet gücünün de fonksiyonlarının da az olduğu ülkeleri kapsıyor. Orada örnek olarak Sierra Leone var. Türkiye, Brezilya ile birlikte, maalesef, devletin gerektiğinden fazla işe karıştığı, fakat karıştığı işleri tam anlamıyla yerine getiremediği sağ alt çeyrekte yer alıyor. Rusya, SSCB zamanında, güçlü bir devlet; yani koyduğu kanunları ve yasakları uygulayabilen bir yapı. SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya’nın şemada batıya doğru, yani sol üst çeyreğe doğru hareketlenmesi beklenirken, bu olmamış. Beklendiği gibi devlet fonksiyonları azalmaya azalmış ama devletin gücü de azalmış ve Rusya Sierra Leone yönünde; güney batıya doğru kaymış. Belki Putin döneminde bu, düzelmeye başlamış, yön doğru istikamete, kuzey batıya dönmüştür.

* * *

Devlet ne için?

Devlet her şeyi yapmaya kalkmamalı; fakat yaptıklarını da tam yapmalı.

– Büyük devlet?

– Hayır!

– Güçlü devlet?

– Kesinlikle evet!

Amerika’yı tekrar keşfetmeye gerek yok. Yusuf adındaki Orta Asyalı Türk şairinin söylediklerine kulak verelim: Devlet, önce iç ve dış güvenlik için vardır. İç ve dış güvenliği sağlamaya “kop er at ve sü gerek”. Bunları tutmak için devletin zengin olması gerek. Devletin zengin olabilmesi için halkın refah içinde olması gerek. Refah için de hızlı ve tarafsız işleyen bir adalet mekanizması gerek… Bunların biri gitse dördü gider. Dördü giderse devlet gider!

Ordu, emniyet, adalet… Fukuyama’nın bizi düşey eksende altlara lâyık görmesi herhalde ordudan değildir. Batı filmlerinde hakkı yenen kişi, hasmını “mahkemede görüşürüz” diye tehdit eder. Ben Türkiye’de bunun tam tersini, “öyleyse git mahkemeye de beni dava et” tehdidini Türkiye’de sık sık işittim. Yargı mekanizmasının performansı, Yusuf’un, “Bıçak gibi biçer keserim işi, Fazla beklemesin davacı kişi” formülüne pek uymuyor. İç güvenliğimizle de iftihar etmiyoruz herhalde.

Güçlü devletin diğer şartlarını bir daha sayayım ve Türkiye’nin meselâ on üzerinden bunların her birinden kaç alacağını size bırakayım:

En başta: Koyduğumuz kanunları uygulayabiliyor muyuz?

En az bürokrasi ile etkin yönetime sahip miyiz?

Rüşvet, idarî ahlaksızlık ve iltimas kontol altında mı?

Hükümet kurumlarında yüksek şeffaflık ve hesap verilebilirlik var mı?

Bir zamanların sloganını hatırlıyorum: “Millî devlet, güçlü iktidar!” Meğer doğrusu, “Güçlü devlet, millî iktidar!” imiş.

Kaynaklar:

[1] “Creol- okunuşu: kreol”, kolonilerde, kolonizatör milletin diliyle genellikle birden fazla yerli dilin karışımından oluşan, henüz tam “lisan” özelliğini taşımayan anlaşma vasıtasına verilen isimdir. Kolonizatörler hesabına çalışan yerli kökenli insanlara da bazan “kreol” deniyor.

[2] Meselâ, ” State Building- Governance and World Order in the Twenty-First Century”

Francis Fukuyama, Profile Books, Londra (2004) Kitap “Devlet İnşası” adıyla Türkçe de yayınlandı.

[3] Milletsiz ve devletsiz toplulukların çoğu 19. ve 20. asırlarda emperyalist gayelerle yaratılmış olsalar da…Bugünkü “devlet inşası” faaliyeti Batı’nın bir nevi kendi yıktığını tamir çabasıdır. Millî çıkar için yıkmışlardı; şimdi millî çıkar için tamir gerekiyor.

[4] İnsan ister istemez 19. asrın “Afyon Savaşları”nı hatırlyor O dönemde İngiltere, dünyada eroin ticareti yapan bir devletti. Galiba bu, devlet gücüyle devlet politikası olarak uyuşturucu ticaretinin insanlık tarihindeki ilk ve tek örneğidir. Afyon sayfaşları, Çin’in ülkesine uyuşturucu girmesini yasaklaması üzerine İngiltere ve Fransa’nın Çin’e saldırması ve Çin’i eroine açmasıdır.

[5] “İstikrarsız Aralık” (Instability Gap), Genişletilmiş Orta Doğu’dan başka Güney Amerika ülkelerini ve Kuzey Kore’yi de… kapsıyor . Bakınız: “Thomas P.M. Barnett , “The Pentagon’s New Map: War and Peace in the Twenty-First Century”, Putnam 2004

[6] The Future of Freedom: Illiberal Democracy at Home and Abroad, W. W. Norton & Company (April 19, 2004), Özdemir İnce, kitabın Türkçesinin de çıkmak üzere olduğunu Hürriyet’teki köşesinde yazmıştı.

[7] Kutadgu Bilig’de bu pasajı bulabilmek için Dr. Sait Başer’e İngilizcesini gönderdim. Beyitleri bulan Fatma ve Sait Başer’dir.

[8] On yıllar önce, bir yabancı bizim bir bakanımıza “Sizin klasikleriniz nelerdir?” diye sorduğunda bakanımız, “Bizim klasiklerimiz yoktur.” cevabını vermişti. Aklıma geldi de…

[9] Devletin mutlaka yapması gerekenlerden, yapmaması gerekenlere doğru sıralanan tam liste şöyle: En azından yapılması gerekenler: Sadece kamu yararına yönelik hizmetler: Savunma, kanun ve nizam; Mülkiyet hakları; Makroekonomi yönetimi (para, v. s.); Kamu sağlığı; Eşitliğin güçlendirilmesi: Fakirlerin korunması; Fakirliği engelleme programları; Tabiî felâketlerde müdahale. Orta derecede yapılması gerekenler: Dış etkenlere yönelik fonksiyonlar: Eğitim; Çevre, Tekellerin düzenlenmesi (temel ihtiyaç ürünlerinin düzenlenmesi: su, elektirik, v. s.), anti tröst uygulamaları; Mükemmel olmayan bilgi problemlerinin aşılması; Sigorta; Finans piyasalarının düzenlenmesi; Tüketici hakları; Sosyal güvenlik. Aktivist fonksiyonlar: Endüstri politikaları (bazı piyasaların desteklenmesi); Öbek insiyatiflari; Servetin yeniden dağıtımı.

Bir yanıt yazın