Ebulfez Elçibey kendinden önceki Türkçüler gibi çile dolu bir ömür yaşamış ve Türklüğün unutulmaz liderleri arasında yerini almıştır. Türk milliyetçilerinin sık sık kullandığı manidar bir söz vardır; ”Unutursak kanımız kurusun” diye. Hanım Halilova, Elçibey’in hayatı boyunca yanında bulunmuş, onun dava arkadaşlığını üstlenmiş biri olarak Elçibey’in vasiyetini yerine getiren kişi olmuştur. Elçibey, Halilova’dan yaşadıklarını, çektiği çileleri ve Türk milleti adına katlandığı sıkıntıları, kimin onun yanında durduğunu, kimin menfaatleri uğruna koltuk sevdasına kapıldığını anlattığı bir kitap yazmasını istemiş. İstemiş ki vefatının ardından gelecek nesillere bir öğüt olsun, dünya durdukça unutulmasın. İşte bu kitap sayesindedir ki bugün Elçibey’i hakkıyla tanımak için ilk adımı atmış bulunuyorum. Yeni Ufuk Dergisi vasıtasıyla birçok Türk gencine ulaşarak Elçibey’i dilimizin döndüğünce, ‘‘Ebulfez Elçibey İle Bağımsızlığa Giden Yol’’kitabına bağlı kalarak anlatmaya çalışalım. Sürç-i lisan edersek affola…

Türk destanlarında kutlu bir kişinin doğumu mucizevî birtakım olaylarla meydana gelir. Elçibey’in doğumu da böyledir. Doğumu esnasında, bir kurdun, ulumaya başladığı anlatılır. Hatta öyle bir ulumadır ki kurdun sesini duyanlar onu vurmak ister ancak Elçibey’in babasına takılırlar. Çünkü bu uluma babasına göre bir elçi olarak kurdun gelişidir.  O yiğit büyür ve okul çağına geldiğinde çevresindekileri tarih bilgisi ve hitabetiyle büyülemektedir. Kız erkek ayırmadan anlattığı tarihi olayları dinleyenler hayretler içerisinde kalırlar. Çünkü anlattıklarının birçoğunu daha önce duymamışlardır. Duymaları istenmemiştir. Dinleyenler hep şöyle derler: ‘‘Sen bize bilmediğimiz, doğru tarihimizi anlat.’’ Doğru tarih… İfadenin sakladığı gerçeklere bir bakar mısınız? Üstü örtülmüş gerçekler… Sadece bunlar değil elbette Ruslar yurtdışına çıktıklarında eğer memleketlerindeki durumu soran olursa özgürlük vardır,çok iyidir,refah içinde yüzüyoruz gibi yalanlar söylemelerini telkin ederler. Öyle ki eğer yalan söylemezlerse tespit edilmeleri için her adımları KGB ajanları tarafından izlenir olmuştur. Çünkü dışarıda, Sovyet imajındaki maskenin kalkmasını istemiyorlardı.

Moskova’da tedavi gören bir Türk bakanla aynı uçakta yolculuk ediyorken Türkiye’ye ilk defa ayak basma fırsatı yakalamış Halilova. Haliyle heyecanlanmış ancak bunu doyasıya yaşayamamış, ne olursa olsun toprağı öpmeyi kafasına koymuştur. Arkasında onu izleyen KGB’lilere aldırmadan önce çizmelerini bağlıyor gibi yapar ardından toprağa dokundurduğu parmaklarıyla saçını düzeltir. Sonra daha fazlasını yapmak ister. Türkçe konuşan biriyle o güzel Türkçe’nin sesini duymak için bir dükkâna girer, tabi arkasındaki gölgelerin gözü üstündedir. İlahi bir lütuf olacak ki dükkândaki iki Rus kadının tezgâhtarla anlaşması için tercümanlık yapar. Bu sayede ajanlar ondan şüphelenmez. İşte Türkiye’deki ilk anısı böyledir. Hanım Halilova’nın yaşamı boyunca verdiği mücadele Sovyetlere karşı olmuştur. Demokrasi krallığı(!) Sovyetlerin partisine üye olmanın meslekte ilerlemek için şart olduğu dönemlerde bunu reddetmiştir. Kazanılmış haklarını alması engellenmiştir. Hak ettiği unvanlarını komünist fırkaya üye olmadığı için alamamıştır. Bu Moskofların Azerbaycan Türklerine yaptığı belki de en basit zulümdür. Halilova, Türklüğü profesörlüğe tercih etmiştir. Kafkasya ve Türkistan coğrafyasında nerde bir haksızlık varsa orada bir ayı postu nerde bir katliam varsa orada ilk arayacaklarımız Ruslardır. Ardından birbirini kardeş olarak gören Çinlilerdir. Bu iki kardeş dünya tarihinde insanlığa karşı işlenen suçlarda en acımasız olanlardır. Bu iki vahşinin yaptıklarını umursamayan Avrasyacılar da günahlarına ortak olmakta kararlı görünmektedirler. Karabağ’ın kanı önce Rusların sonra Ermenilerin elleri arasında akmıştır. Doğu Türkistan’da akan her bir damla kanda önce Çinlinin sonra masum Uygurları teröristlikle suçlayanlarındır. Tarih söylenenleri ve yapılanları dün unutmadı, yarın da hatırlatmasını bilir.

Azerbaycanlı şair Ahmet Cevat’ı Panturanist kurşuna dizen yine Sovyetlerdir. Hatta onun mirası olan ‘‘Selam Türk’ün Bayrağına’’ şiirini Azerbaycan’da yasaklayanlar yine onlardır. Tuhaftır Ermeniler bu eserin kendilerinden çalındıklarını söyleyerek tüm dünyayı kendilerine güldürmüşlerdir. Öyle ki ‘‘Vefalı Türk geldi yine, selam Türk’ün bayrağına’’ sözlerini söyleyebilecek kaç tane Ermeni vardır? Piyon milletin ağabeyi için atalar boşuna ‘‘Ayıdan post Moskof’tan dost olmaz’’ derken tarihi bir gerçeği dile getirirler. Türk milliyetçileri Ahmet Cevat’ın eserine sahip çıkmış ‘‘Çırpınırdın Karadeniz’’ adıyla yaşamasını sağlamıştır. Çünkü kader birliğinin bir göstergesi olarak maziyi hatırlatan bu eser Enver Paşa’yı, Nuri Paşa’yı ve Türk askerinin ruhunu anmak için bir vesiledir. Vefalı Türk 1918’de Kafkas İslam Ordusu olarak Gence ’ye geldi, 1200 evladını yitirdi. Azerbaycan halkı kendisini kurtaran kardeşine olan sevgisini Ahmet Cevat’ın ‘‘Selam Türk’ün Bayrağına’’ şiiriyle gösterdi. Ruslarda Moskofluğunu onları katlederek göstermiş oldu. Şehit düşen Türk askerleriyle katliama uğrayan Azerbaycanlıları aynı yere gömmüşler üzerlerine park yaparak durumdan habersiz olan halkı üzerinde yürütmüşlerdir. Böyle bir acımasızlığın anlaşılması bir müddet zaman almış ancak durum fark edildiğinde şehitliğe çevrilmiştir. Orada bir milletin şehitleri omuz omuza yatmaktadır. Ruslar neden böyle davrandılar? Çünkü ‘‘İnsanların düşüncelerinde yer eden ‘Kızıl Ordu mağlup edilemez’ mitolojisini Türk Kafkas İslam Ordusu Gökçay önlerinde tamamen ortadan kaldırdı.’’(1) Bu sevgi Sovyet esareti altında tüm baskılara rağmen bitirilememiştir. Birçok yazar ve şair üstü kapalı bir şekilde Türk askerine ve Türk milletine karşı olan sevgisini gösterirler. Türkiye’de ‘‘Laleler’’ isimli şarkı bilinmektedir. Ancak içeriğini, altında verilmek isteneni bilen çok azdır. Aslan Aslanov lalelerin kırmızısını Osmanlı askerlerinin feslerinin rengine, içindeki siyah tomurcukları da feslerin püsküllerine benzetir. ‘‘Yazın evvelinde Gence çölünde/Çıktılar yine düze lâleler’’ şeklinde başlayan şiir, ‘‘Ne vahtır Bakü’nün gözü yoldadır/Bir konak gelesiz bize lâleler’’ dizeleriyle biter. Nihayet Sovyet zulmünü bitiren bağımsız Azerbaycan’ın Elçibey’i olmuştur.

Elçibey konuşmalarında iki önderin izinden gittiğini vurgular. Türk’ün iki gözbebeği Mehmet Emin Resulzade ve Atatürk. Elçibey, Türkçü Turancı ve demokrat bir liderdi. ‘‘Ne Rusya’da ne de İran’da demokrasi vardır. Gençliğimde Kaddafi’ye pozitif bakıyordum. Onun bir inkılâpçı olduğunu düşünüyordum. Sonra gördüm ki o bir gaddardır. Beni birkaç defa Libya’ya davet etti. Ben bu teklifleri reddettim. Çünkü iş birliğine gireceğim devletin, demokratik olması gerekiyordu. Saddam Hüseyin de davet etti. Onu da reddettim. Saddam gibi vahşi gördüğümde benim aklıma Stalin gibi kanlı bir diktatör geliyor. Çin ile siyasetimiz de soğuktur. Ben diyorum ki; Çin’de kırk milyon Türk vardır. Neden onlara baskı yapıyorsunuz? Özgürlüklerini vermiyorsunuz. Sen benim milletimi eziyorsan ben seninle nasıl dost olabilirim? Neden Tahran rejimine dost değilim? Çünkü otuz milyon Azerbaycan Türk’ünü eziyor ve işkence ediyorlar. Ben onlara nasıl dost olabilirim? Japonya için neden böyle konuşmuyorum? Çünkü onlar benim Türk milletimi ezmiyor.”(2) Elçibey’in evini arayan KGB ajanları evde yeğeni Cocu ile karşılaşırlar. Cocu’ya duvardaki Atatürk resmini göstererek bu kimdir diye sorduklarında aldıkları cevap karşısında şaşkına dönmüşlerdir. Cocu Atatürk’ün Elçibey’in babası olduğunu söylediklerinde Ruslar Elçibey’in babası general mi diye şaşırdıklarını söyler. Elçibey bir devlet başkanı olmasına rağmen bir başka devlet başkanının kabrinde onun askeri olduğunu yazar. İşte bu kişi çok sevdiği Atatürk’tür ve Türkiye‘yi Türk Dünyası‘nın lideri yapmak istediğini çekinmeden söylemiştir. Elçibey bağımsızlıktan sonra devlet mekanizmasının yerleştirilmesi için Türkiye ile ortak hareket eder. İşgal altındaki vatan topraklarını kurtarmanın derdindeyken kendisine yapılan darbe ile görevinden ayrılmıştır. Çünkü o kardeş kanının akmamasını istemiştir. Karabağ ve Güney Azerbaycan’a hasret yaşayan Elçibey, yaşadıklarının unutulmaması için Halilova’ya kitap yazmasını vaziyet etmiş. O yazdı, biz okuduk. Yeni Ufuk aracılığıyla daha fazla kişinin okuması için tanıtmaya gayret ettik. Kan dondurucu birçok olayı burada bulabilirsiniz, milli davaların siyasete alet edilmesinin ne gibi sonuçlara yol açtığını da görebilirsiniz.

Karabağ ve Tebriz’de buluşacak Türk neslinin hayaliyle…

KAYNAKÇA

(1)Ebulfez Elçibey İle Bağımsızlığa Giden Yol, Hanım Halilova, Töre Devlet Yayınları, Sayfa:101.

(2)Ebulfez Elçibey ile Bağımsızlığa Giden Yol, Hanım Halilova, Töre Devlet Yayınları, Sayfa:248-249

Bir yanıt yazın