Ve tarih bir gün, acz içinde kıvrana kıvrana şehadete susamış bir ülkücüden daha müthiş bir silahın keşfedilemediğini yazmak zorunda kalacaktır.
SEYYİD AHMET ARVASİ
Tarih okurken tarih yazan bir yiğide ithafen.
Yazımıza tarih yazmak cesurların işidir diyerek başlamak istiyorum. Çünkü baktığımız zaman tarihin tozlu yapraklarında dahi korkakların hikâyesi yazmaz. Tarih yazması için illaki içerisinde insan ömrünü aşan ideallere sahip olması gerekir. İşte tarih böyle yazılır. Başta da ifade ettiğimiz gibi Tarih yazmak cesurların işidir. Peki, olağanüstülüklerle dolu aşırı ilgi gören kişiler tarih mi yazmaktadır? Tabi ki de hayır. Ülkemizde de yürütülen bu algı operasyonu ile çoğu genç arkadaşımız aldatılmaktadır. Benimde içerisinde olduğum yeni nesil, kahramanlığı örümcek ağı fırlatmak veya avuç içerisinden ışın atarak soytarılık yapmayı kahramanlık sanmaktalar. Yine aynı şekilde hayali bir filmde şehri zombi istilasından kurtardı diye tarih yazmış bir adam muamelesi yapılanlar da var. Siz kahraman mı arıyorsunuz? Şöyle tarihinizin bir ucundan tutsanız kahramanlığın âlâsını göreceksiniz de hazıra konma alışkanlığı elbette ki bizi bu hazineden alıkoyuyor. Hadi yine iyisiniz bu yazımızda kahramanlıklarla dolu tarihimizin, cesaretliliği ile tarih yazan bir kahramanından bahsedeceğim. Çok uzaklara değil yakın tarihe gideceğiz. Bu kahramanımız yaşadığı toplumdan biraz farklı, onun yaşındaki gençlerin yaptıkları arsızca şeyleri yapmayacak kadar nefsini aşmış ve ondan öncekiler gibi közü kara. Bu yiğidin bir derdi var. Her seferinde ben bu düzeni değiştireceğim diyor. İçinde bir sıkıntı var bu yiğidin. Milletinin kara bahtına yanan bir yiğit bu. Egeden bir yiğit geçti millet, haberiniz var mı? Bu Yiğit’in adı Fırat Yılmaz Çakıroğlu, haberin var mı hey Dicle Nehri? Seninle birleşmek için 2330 km yol kat eden Fırat nehrinden başka kendinden geçercesine akan bir şey gördün mü? Dinle beni şimdi Dicle Nehri! Seni Fırat nehrinden daha babayiğit, milleti uğruna kanını nehir gibi akıtan bir Fırat’la tanıştırayım.
Fırat Yılmaz Çakıroğlu. Fuat ve Özlem Çakıroğlu çiftinin tek evladıdır. 1 Ocak 1991 yılında Konya’nın Alaşehir İlçesinde dünyaya gelmiştir. Annesinin sınıf öğretmeni olması hasebiyle Diyarbakır’a tayini çıkar. Bu tayin ile beraber Çakıroğlu ailesi Diyarbakır’a yerleşir. Yiğit Fırat’ın çocukluk ve ilkokul yılları Diyarbakır da geçer. Bu nedenle Üniversite yıllarında dahi Doğu da yaşayan halk kesimine hiç kin beslememiştir. Zaten bir Ülkücüye de bu yakışır. Ortaokuldaysa yine annesinin görevi vesilesi ile Almanya’ya yerleşirler. Hatta orada da güzel bir anekdot vardır ki Fırat Çakıroğlu’nun teyzesi yıllar sonra annesine anlatır; Daha o yaşlarda teyzesine şunları söyler; ”Ben asker olup Şehit olacağım.” Eyy Fırat Yılmaz Çakıroğlu belki asker olamadın ama 24 yaşında o çok istediğin şehadet şerbetini içme şerefine nail oldun. Bu gençliği şerefle dolu yiğit ortaokulu bitirip liseye geçeceği vakit annesi ile birlikte memlekete döner. Lise çağları da Alaşehir de geçer.
İncelediğimiz zaman Fırat Yılmaz Çakıroğlu çocukluğundan beri hedefleri olan ve o hedefler uğruna her şeyi göze alan bir yapıya sahipti. Çünkü çekirdekten beri böyle yetiştirilmişti. Hatta şehadetinin ardında Çakıroğlu’nun annesi Özlem annemiz şöyle diyordu; ”O mücadeleci bir annenin mücadeleci bir oğluydu. Çünkü ben onu öyle yetiştirdim.” Belki de Yiğit Fırat’ın diğer adının Yılmaz olmasının sebebi buydu. Ne de olsa Ölüm Yılar Fırat Yılmaz’dı. Çakıroğlu 24 yıllık ömrünün her deminde, gönlünü yakıp kavuran memleketin dertleri ile dertlenip, bu derdini her fırsat da Annesine ”Anne bir gün ben öyle bir yere geleceğim ki ant olsun ki bu düzeni değiştireceğim” diyordu. İşte bu ant’ını yerine getirebilmek için çok çalışmış ve Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü kazanmıştı. Tarih öğretmeni olacaktı. Öyle bir nesil yetiştirecekti ki; o nesil inşa ettiği yeni düzenin ilk mahsulleri olacaktı. Çünkü o öğretmenliğin sadece okul içerisinde takım elbise giyip kara tahta önünde üç beş kelam bir şeyler söylemek olmadığını biliyordu. Öğretmenin öğrenciye öğretimden ziyade adı üzerinde millî bir eğitim aşılaması gerektiğinin bilincindeydi. Bu öğretmenlik tıpkı Başöğretmen Mustafa Kemal’in gençliği emanet ettiği öğretmenler gibiydi. Çakıroğlu’nun Atatürk’ün istediği gibi bir öğretmen olabilmesi için öncelikle kendisini geliştirmesi gerekiyordu. Yine aynı şekilde bununda bilincinde olan Çakıroğlu sürekli kitap okuyan ve araştırmayı seven bir genç olarak yetişiyordu. Kendisini geliştirirken Mustafa Kemal’in de iman ettiği ve mücadelesini vermiş olduğu Türk Milliyetçiliği Fikrini benimsiyordu. Çünkü biraz önce bahsettiğimiz öğretmen tipi ancak milli şuura sahip ise bunları yapar. Bölümünün tarih olması ve tarihi çok sevmesi sebebiyle Türk tarihiyle içli dışlı olmaya başlıyordu. Benimsediği fikrin Türk milletinin tarih sahnesine çıktığı ilk çağlardan bu yana süzülerek gelen bir fikir olduğunu ve bu fikir uğruna ne kadar mücadele verildiğini fark ediyordu. Hatta Yiğit Fırat ile aynı yaşta olan kahramanların bu fikir uğruna yakın dönemde -1968 öğrenci olayları sonrası- nasıl mücadele verdiğini ve ne kadar şehit verdiğini öğreniyordu. O Ülkü Devlerinin bugün Yiğit Fıratların Ege Üniversitesinde sıkıntısız okuyabilmesi için şehit olduklarının farkına varıyordu. Kendisinden sonraki nesillerinde üniversitelerde rahatça öğrenim görebilmesi için Yiğit Fırat kolları sıvayarak Bismillah çekiyordu. Yeni başladığı hayatta Çakıroğlu’nu örnek aldığı Ülkü neferlerinin ki gibi çileli günler bekliyordu. Belki acı dolu bir hayat, belki mücadeleyle geçecek bir ömür, belki anadan, yardan, serden geçerek sürdürülecek bir yaşam, belki de kahpe bir bıçak yarasıyla kahpece bir son. İşte tüm bunları göze alarak girdi bu mücadeleye. Zaten üniversitesine öğrenci kılıklı teröristler dolmuştu. Bir Türk Milliyetçisi olarak bu yaşananlara göz yumamazdı. Üniversitesindeki Rektörlük, Dekanlık en basitinden Özel Güvenlik bu teröristlere karşı herhangi bir önlem almıyorlardı. Hâl böyle olunca yine her zaman ki gibi tüm engellemelere rağmen teröristlerle Ülkücüler mücadele veriyordu. Evet, tüm engellemelere rağmen diyorum. Çünkü yöneticilerin gözünde mücadele veren bu iki kanat ‘’Karşıt Görüşlü Öğrenciler’’ olarak isimlendiriliyor. Biz bu isimlendirmeyi red ediyoruz. Efendiler karşıt görüşlü diye bir şey yoktur! Türk Milleti ve Türk bayrağı için mücadele veren gençliğin karşısında şanlı Türk bayrağına denk düşmeyen paçavralar ve satılmış zihniyetlerin mücadelesini veren bir militan kitlesi vardır. Hadi bakalım cevap verin bu iki kanat karşıt görüşlü öğrenciler mi? Zaten öncelikle şurada hataya düşüyorsunuz; öğrenci ifadesine çoğul eki ekleyerek. Arkadaşım bir tarafta öğrenim alanı içerisine öğrencileri terörize edici flamalar asmaya çalışan öğrenci kılıklı militanlar, diğer tarafta tam zıttı şanlı Türk bayrağımızı ebediyete kadar o üniversitede dalgalanmasını gaye edinen bir öğrenci grubu var. Zaten bir kere onlarla karşıt görüşlü olabilmemiz için bizimde onlar gibi terör faaliyetleri yürütmemiz gerekiyor. Sonuçta bir şeyin karşıtı olabilmek için onun cinsinde bir şey olunması gerek. Mesela bir elma ile salatalığı karşılaştıramayız. Çünkü birbirinden farklı şeyler. Ama bazı hıyarlar bizi teröristlerle aynı kefeye koyarak eylemci öğrenci tipi haline getirtiyor. Her neyse biz konumuza dönelim iki kanattan bahsetmiştik. Hani bir kanat şanlı Türk bayrağımızı ebediyete kadar üniversitelerde dalgalandırma gayesinde idi. İşte Çakıroğlu’da artık o gayeyi ülkü edinen neferlerden biriydi. Üniversitesinin ilk yıllarında çok geçmeden Ülkü Ocakları ile tanışır. Burada çeşitli görevler alır. Son yıl ise Ülkü Ocakları Ege Üniversitesi sorumlusu olur. Bundan sonrasında artık işler dimağını aşar. Fırat Yılmaz Çakıroğlu doğal olarak tehditler almaya başlar. Derslere giremez. Hele hele son zamanlar sınavlara polis eşliğinde girip çıkmak zorunda kalır. En acısı da ne biliyor musunuz? Gençliğinin baharında olan bir delikanlı okuduğu üniversitenin kantininde kız arkadaşıyla karşılıklı kahve içemiyor. Sebebini soralım kendimize. Bir kereliğine olsun boş şeylere harcadığımız sorgulama yeteneğimizi işe yarar bir şeylere yoralım. Veya vazgeçtim siz o kafanızı hiç yormayın nedenini ben söyleyeyim. Öncelikle Çakıroğlu’na sıradan bir gençmiş gibi bakmayalım. Bir kere popüler kültürün de etkisi ile ortaya çıkmış Hedonist bir gençlik var. Bu gençlik nerde zevk orada eğlence kafa yapısına sahip yoğun olarak da liberal yanı ağır basan yani nefsi duygularına tapan diğer yapıları külliyen arkaya atan bir gençlik. Şimdi tüm bunlara rağmen zevki, eğlenceyi geri plana atarak millet mefhumu içerisinde kendini yakmış bir genç, bir Yiğit söz konusu. Hâl böyle olunca zaten yiğitliği ile dillerde olan Çakıroğlu doğal olarak tehditler alıyordu. Bu tehditlerin kız arkadaşına da sıçramasından korktuğu için yan yana dahi gelemiyorlardı. Bu yiğidin ferdi düşünce gibi bir şeyi olabilir miydi? Tabi ki de olamazdı. Olmadı da. Ee ne diyordu Ülkücülerin Galip ağabeyi; ‘’Velhasıl Ülkücüler; kalplerinin derin bir yerinde, bahsedemedikleri yitik bir sevda yarası olan mert, yiğit adamlardır.’’ Evet, Fırat Çakıroğlu da yiğit bir adamdı. Sevdasını inandığı dava uğruna yüreğinin en izbe köşesine saklamıştı. Artık o yaşanamamış sevda vuslata kaldı. Çünkü kahpe bir bıçak gelip Çakıroğlu’nu buldu. Bu kahpe bıçak nerden gelip Çakıroğlu’nu buldu? Suçu neydi peki? Yazımızın başından beri Çakıroğlu’nu yiğitliği ile milliyetperverliği ile övüyoruz. Böyle bir delikanlıdan ne istediler? İsterseniz gelin birlikte inceleyelim Çakıroğlu’nun kimlere karşı mücadele verdiğini ve kimler tarafından kahpece şehit edildiğini.
Gelin ilk önce o dönem de ki üniversitelerimizin durumunu inceleyim. Üniversitelerimiz teröristlerle dolmuş haldeydi. Üniversitelerimizle kalmayıp bu teröristler Türkiye Büyük Millet Meclisimize kadar girmişti. Yani sizin anlayacağınız Mecliste kravatlı, üniversitelerimiz de ise koltuğunun altında kitap görünümlü teröristler türüyordu. Hal böyle olunca artık terörize edici unsurlar öğrenim alanlarımız da bile görmezden geliniyordu. Mesela İstanbul Üniversitesinin göbeğinde Nevruz adı altında ‘’Önderleri Öcalan, Geliyor Apocular’’ ‘’Ellerinde Fişekler, Düşüyor Ülkücüler’’ gibi sloganlarla raks ederken ne üniversite rektörü ne de üst düzey yöneticiler hiçbir tepki gösteremedi. PKK’lı teröristler Üniversitelerin koridorlarına ‘’İşgal, Boykot, Direniş’’ ‘’Biji Serok Apo’’ gibi eylem niteliği taşıyan yazılar yazarken, sınıftaki sıralar, tablolar yerle bir ediliyordu. Bu sırada güvenlik güçleri ne yapıyordu? Arkadaşlar! Bunlar yapılırken teröristlerin karşısına sadece Ülkücüler çıkmıştı. Arkalarında ne Devlet vardı ne de başka bir şey. Gelecek kaygısı yok, yılgınlık yok. Bir tek vatan ve millet bekasının kaygısı vardı. İşte Fırat Yılmaz Çakıroğlu da bu yaşananlar kendi üniversitesinde yaşanmaması için elbette ki olaylara el atmalıydı, attı da. Çakıroğlu’nun öğrenim gördüğü Ege Üniversitesinde de terör faaliyetleri ürüten kuruluşların stantlarının açılması, koridorlara PKK paçavralarının asılması hatta Türk barağının indirilmesine kadar varan elemlere şahit oluyoruz. Bunun sonucunda da bu olaylara tepki göstermek amacı ile Atatürkçü Düşünce Derneği ile birlikte Ülkücü gençlerinde içerisinde olduğu ‘’ATATÜRK VE BAYRAK İÇİN EGEDE BİRLİK’’ adı altında İzmir de büyük bir yürüyüş tertip edilir. Bu yürüyüşte tabi ki de Yiğit Fırat en önde saf alır. Bu yürüyüşten sonra Yiğit Fırat’a yapılan tehditler artar. Hatta sosyal medyada ‘’Egede Faşist Provokasyon Var’’ adı altında sayfa açarak ‘’O en öndeki beyaz gömlekli, Tarih 4. Sınıf öğrencisi, sınavlara polis eşliğinde giren ‘Reis’ Fırat Yılmaz Çakıroğlun’dan da sorulacak hesabımız var!’’ diyerek açıkça tehdit edildiği ortadadır. Bu da yetmezmiş gibi teröristler yürüyüşten sonraki günlerde Fırat Çakıroğlu ve arkadaşlarının resimlerinin bulunduğu bir pankartı okuldaki ağaçlıkların üzerine asarlar ve altına da uzun uzun tehdit içeren bir metin yerleştirirler. Yani resmen hedef gösterircesine afişleme yaparlar. Tüm bu yapılan tehditlere ve hedef göstermelere rağmen hâlâ daha önlemler alınmıyor, yetkililer görevlerinin gereklerini yerine getirmiyordu. Hal böyle olunca Ege Üniversitesindeki Ülkücülerin sorumlusu sıfatında olan Yiğit Fırat bu gidişata dur demek için harekete geçer ve kampüste basın açıklaması yapmak üzere milli şuuru yerinde ne kadar Türk genci varsa organize eder. Hepsini Ege Üniversitesine toplar ve ardından devlet yetkilileriyle üniversite görevlilerini liyakatli bir şekilde görevlerini yerine getirmeye davet eder. Onlar bu görevi liyakatli bir şekilde yerine getirmeyeceklerse üniversitedeki Ülkücülerin kollarını sıvayamaya talip olduğunu ifade eder. Yaptığı bu basın açıklamasındaki kullandığı bir ifadenin özellikle altını çizmek istiyorum; ”Burada toplanmamızın hiçbir siyasi gayesi yoktur arkadaşlar.” Evet yoktu. O kadar insanı oraya oy toplamaya veya partizanca slogan atmak için toplamamıştı. Tek gayesi üniversite içerisinde Türk Milliyetçisi gençlerin, veya Türk Milliyetçisi gençleri de geçtim tüm öğrencilerin hayatını kasteden terör unsurlarına dur demek için toplamıştı. Konuşmasının tamamında ise şunları söylüyordu; ‘’Azınlığın çoğunluğu tahakküm altına aldığı bir ortam var. Maalesef bu duruma ses çıkaran vatan evlatları burada bu kadarla sayılı. Biliyorsunuz biz “Egede Terörist İstemiyoruz” sayfasını Ülkü Ocaklarının Üniversite teşkilatı olarak kurduk. Burada toplanmamızın hiçbir siyasi gayesi yoktur. Burada bize eşlik eden arkadaşlara hepinize gönülden teşekkür ediyorum.” der ve asıl ibretlik bir noktaya değinir. Bu mücadelenin ilelebet daim olacağını ve sayılara bağlı olarak değil, inanmışlığın en büyük etken olduğunu göz önüne alarak şöyle devam eder; ”Bu mücadeleyi 20 kişi kalsak da 30 kişi kalsak da bu şerefsizlere, vatan hainlerine karşı yürüteceğiz Allah’ın izniyle. Rektörlüğün, özel güvenliğin, emniyetin de üzerine sorumluluk olan görevleri yerine getirmediği apaçık ortadadır. Devlet iradesi Ege Üniversitesinde hiçbir şekilde tezahürünü gösterememektedir. Devlet iradesi diye bir şey Ege Üniversitesinde yoktur. Bu teröristlerle mücadele etmek kolluk kuvvetlerinin asli görevidir. Onlar bu görevi yerine getirmedikleri için biz vicdani görev olarak bunu kendimize şart koştuk ve bir şekilde mücadele etmeye çalışıyoruz. Bunu da herkes bilsin. Mücadelemizden yılmayacağız arkadaşlar!” Bu basın açıklamasından sonra tehditlerin arttığını vb. hadiselerin yaşandığını tekrar etmeye lüzum görmüyorum. Zaten bu konuşmadan sonra ne sınavlara girebilecek ne de rahat nefes alabilecekti. Hatta şehit edilmeden yaklaşık bir hafta önce kendi sınıfında teröristler tarafından köşeye sıkıştırılır. Ama Yiğit Fırat yapılan bu soysuzluklara boyun eyer mi? Tabi ki de eğmez! O günde eğmedi. Evet, kahpece şehit edildiği günde boyun eğmedi. O gün derse girmesi gerekiyordu. Derse girip imza atması gerekiyordu. Bir an önce bitirmek istiyordu üniversiteyi. Akademisyen olacaktı. Bugün olur olmadık yerlerde salakça ifadeler kullanan, geri zekâlı akademisyenlere akademisyenliğin nasıl yapılacağını öğretecekti. Ama izin vermediler.
Ve kahreden o gün: Takvimler 20 Şubat 2015
Mübarek cuma günüydü. Biraz öncede bahsettiğimiz gibi derslere giremediğinden devamsızlık hakkı dolmuş ve dersten kalmaması için son derse girmesi gerekiyordu. Aldığı tehditlerden dolayı Ülküdaşları Çakıroğlu’nun tek başına dolaşmasına fırsat vermiyorlardı. Ülküdaşları ile birlikte gitmişti fakülteye. Derse girecek oldukları binanın ön kapısında kümeleşmiş terör örgütü mensubu öğrenci kılıklı şahsiyetsizler vardı. Olay çıkmasın diye binanın arka girişinden girmişlerdi. Ama ne hazin bir durumdur ki Fırat Çakıroğlu ve beraberindekilerin arka kapıdan giriş yaptığı teröristlere bildirilir. Hem de Üniversitenin Özel Güvenliği tarafından. İnanın kelimemler kifayetsiz kalıyor. Bu bir rezalettir, alçaklık ve hatta haysiyetsizliktir. Birde bu yetmezmiş gibi Çakıroğlu ve arkadaşları içeriye girince arka kapıyı kilitlerler. Çünkü teröristler Çakıroğlu ve arkadaşlarını kendilerine doğru çekecekler ve olay çıkararak kan dökeceklerdir. İstedikleri gibi de olur. Zamanında terörist başının posterlerini ve bu teröristlerin bayrak diye salladıkları paçavrayı üniversiteye asan kişiliksizler bu sefer kan dökmeye gelmişlerdi. Hiç vakit geçirmeden başlarlar slogan atmaya, bayrağımıza ve milli değerlerimize küfür etmeye, saldırmaya başlarlar. Ee tabi ki de Yiğit Fırat ve Ülküdaşları bu yapılanlara suspus kalamazlardı. Karşı çıkarlar ve engellemeye çalışırlar. Ve sonuç olarak da kaçınılmaz olarak olay çıkar. Teröristler kaçışmaya başlar. Kaçmadaki amaçları Fırat Yılmaz Çakıroğlu ve beraberindeki Ülkücü öğrencileri bahçeye çekmek. Olay dışarıya yani Edebiyat Fakültesinin bahçesine taşar. Yiğit Fırat Fakültenin kapısından en önde çıkar ve sanki kanıyla sulayıp gideceği gül bahçesine koşarcasına atılır. Sonrasında vatanseverler ve teröristler arasında taşlı, sopalı saldırılar başlar. Yiğit Fırat burada da en öndedir. Teröristler Ülkücüleri kendilerine çekmişlerdi fakat başa çıkamamışlardır. Sonrasında ise bu karakter yoksunları kendilerine yakışır bir şekilde kaçmışlardır. Kaçarlar fakat kavga devam eder. Bu sırada içerisinde Çakıroğlu’nun da bulunduğu, teröristleri kovalayan Ülkücü grup olaylar yatışsın diye fakültede bulunan bir kafeye girerler. Tüm olay artık buradan sonra kopar. Kahpe bir bıçak ve o kahpe bıçağı tutan kahpe bir soysuz, Yiğit Fırat’ımızı bulur. Zaten bir yiğit ancak böyle harcanabilirdi; Kahpece. Yiğit Fırat bacağından ve karnından bıçak darbeleri almıştı. Arkadaşları hemen etrafını sarmış ve ceketlerini Yiğit Fırat’ın yaralarına tampon etmişlerdi. Ama çok geçmez ki Yiğit Fırat’ın kanı, tabiri caizse göl olmuştu. Fırat Nehri misin bre mübarek Fırat, kanın böyle delicesine akar. Görüyor musun Dicle Nehri? Seni tanıştırayım dediğim Yiğit Fırat işte bu. Bu kadar geç tanıştığın için çok üzüldün mü? Bak gördün mü sana ulaşmak için delice akan Fırat Nehrinden daha deli Fıratlar varmış. Yaa işte Fırat Nehrinden daha babayiğit bir Fırat’ı harcıyorlar bak görüyor musun? Sen gam edip durgunlaşmayasın ha, ya da Yiğit Fırat sevdiğine kavuşamadı bende Fırat Nehriyle buluşamam diyerekten Asi Nehri gibi tersine akmayasın ha. Daha dur bu ne şimdi ki, anlatacaklarım seni senden alıp rengini yok edecek. Biliyor musun, Yiğit Fırat hangi sebepten şehit oldu? Ahh Dicle Nehri ahh! Yiğit Fırat kan kaybından şehit oldu. Üniversiteye ambulans gelmedi. Geldi içeriye sokulmadı. Yiğit Fırat’ı hastaneye şahsi araçlarla hatta omuzlarda götürmek istediler polisler izin vermediler. Ahh ahh Yiğit Fırat’ı tam 45 dakika boyunca Şubat’ın ayazında beklettiler. Fırat ağabeyim 45 dakika boyunca can çekişti Ülküdaşlarının kollarında. Sen söyle Dicle Nehri yapılan bu işlere kahpelikten başka ne denilmeli? O üniversitenin şahsiyetsiz Rektörüne ne demeli? 45 dakika boyunca Yiğit Fırat’a can çekiştiren polise ve o emri veren canilere ne demeli. Bunca ikaza rağmen tedbir almayan yetkililere ve Yiğit Fırat’ımızın ölümüne neden olan karaktersizlere ne demeli? Biliyorum eyy delice akan nehir biliyorum. Söylenecek çok şey var lakin nafile. Sen şimdi bu yapılanlara üzülerek gözyaşı döküp yatağını aşacaksın fakat daha dur bitmedi. Peki, senin haberin var mı Yiğit Fırat’ı bıçaklayan soysuza ne oldu? Hatta ve hatta o soysuza bıçağı veren kahpe şuan ne yapıyor? Dur hele anlatayım, anlatayım da kendinden geç, ister küfür et ister başka bir şey ama merak etme senin sularına kelepçe tutmaz. Ee Silivriye’ye de taşıyamazlar seni istediğini yap ama şimdi beni iyi dinle. Biliyor musun Yiğit Fırat’ın şehadetinin ardından eli bıçak tutan teröristin mahkemesi 2 buçuk yıl sonra neticelendi. Hem de bu süreç içerisinde katil Nurullah Semo’nun okuldan atılma kararının geri çekilmesiyle birlikte Mayıs 2017’ye kadar üniversitede öğrenciliği devam eder. Ama Rektörlüğün medyadan ve halktan aldığı tepkiler üzerine katil Semo okuldan atılır. İçimdeki kor ateşe bir damla su olsa da o terörist 2 yıl boyunca öğrenci sıfatı ile yaşadı. Durun hele bu katilin eline bıçağı veren köpek ne oldu peki? Hemen söylüyorum Katil Semo’nun eline bıçağı veren Cihat Babatonguz adındaki namussuz yakın zaman da Ege Üniversitesine öğrencilik başvurusunda bulunur ve başvurusu kabul edilir. Sonrasında ise sınavlara girip çıkmaya başlar. Düşünebiliyor musunuz? Yiğit Fırat’ımızın öğrenim hakkını kastedip gençliğini mahveden kişiler aynı okulda öğrenim görüyorlar. Ne kadar acı değil mi? Ahh Fırat ağabeyim kaderin ne kadarda Yusuf İmamoğlu ağabeyimizinkine benziyor. Şehit edilişiniz kahpece, döneminizde ki yöneticiler gaflet içerisinde ve ikinizde ihmaller neticesinde geç gelen ambulans yüzünden şehit oluyorsunuz. Görüyorsun değil mi Dicle Nehri? Alçaklar tarihin her döneminde kendilerini gösteriyor, Anadolu’nun yiğit delikanlıları kahpeliklerle şehit ediliyor. Şimdi nasıl durumun? Bu yapılanları öğrendikten sonra yatağında mı akıyorsun? Şimdi söyle onlara Dicle Nehri, söyle onlara bizi iyi dinlesinler. Onlara Özlem annemizin sözleri ile sesleneceğiz; ‘’Daha nice Fıratlar yetiştireceğiz. Buna yemin ediyorum” Evet bizlerde ant içiyoruz hepimiz o en öndeki beyaz gömlekli Reis diye tabir edilen Fırat Yılmaz Çakıroğlu olmaya talibiz. Şunu hiçbir zaman unutmasınlar; Bu ülkede Fıratlar bitmez! İsimler değişebilir fakat unutmayın ki fıtrat değişmez! Dün Süleyman Özmen, Ercüment Yahnici idi bugün Fırat Yılmaz Çakıroğlu oldu. Yarın bir başkası. Belki de o talihli kişi biz olacağız. Ama bu sancak asla düşmeyecek. Ey yiğitler yiğidi Fırat ağabey! Kanın yerde kalmış olabilir fakat emanetin olan bu dava yerde kalmayacak. Arkandan sadece gözyaşı değil aynı zamanda ne kadar yarım kalmış işin varsa tamamlamaya talibiz. Allah senden razı olsun. Bizden selam olsun sana ve ”Beni merak etmeyin ben ağabeylerimleyim” dediğin Ülkü devi ağabeylerimize. Bak sana Dicle Nehrinden de selam var. Hatta seninle geç tanış olduğu için biraz mahzun. Gerçekten de Tarih okurken tarih yazan bir babayiğitmiş bu Fırat dedi. Gönüllerdesin ağabey hem gönüllerde hem de dillerde. Yazıma, bundan yıllar önce sana selam eden Hüseyin Nihal Atsız hocanın selamlayışıyla noktayı koymak istiyorum:
“Selam sana ey yılları heba olan genç!
İstikbalim gitti diye yaslanma sakın!
İstikbalin değil ruhun Tanrı’ya yakın!
Yalancı istikbale bir perde indir!
‘Gerçek yarın’ unutma ki bir gün senindir!”