Deriz ki: Bir Türk ancak zeybek oynarken diz çöker. Orgeneral Mustafa Muğlalı da hiç şüphesiz böyle bir Türk’tü. Üstelik kendisi zeybeğimizin en hâlis örneklerinin icra edildiği Muğla’nın bir yiğidiydi ve zaten memleketi de ona, soyadı olarak verilmişti; ilgili kanundan sonra. Mustafa Muğlalı’nın diz çökmeme hikâyesine olan yönelimim elbette kendimin bir vakit Muğla’da bulunmamla veya Muğla’ya olan yakınlığımla alakalı bir husus. Muğla Merkez (Menteşe)’de bir İşhanı’na verilmiştir Orgeneral Mustafa Muğlalı ismi. O dönem ne zaman hanın içinden geçsem merakım katmerlenirdi. Nihayetinde araştırdığımda, Cumhuriyet tarihinde subaylarımızla uğraşılmasının sadece sözde Ergenekon ile Balyoz süreçlerinde olmadığını anladım. Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın başına gelenler belki bu denli dış cephenin konusu değildi ama her ne kadar iç cephedeymiş gibi algılansa da olayların temeline inince “Türklüğe düşmanlık edeceksek önce Türk’ün kahramanlarından başlayalım.” zihniyetini süratle görebildim. Sonuçta hainlik asıl anlamını içerden geldiğinde kazanırdı.

Kara Harp Okulunu 1901 yılında bitirdikten sonra Harp Akademisine giren Mustafa Muğlalı, Akademi’den de 1904’te mezun olur. Balkan Savaşlarına 16. Tümen Kurmayı olarak katılır ve Binbaşılığa yükselir. Birinci Cihan Harbi sırasında; Başkomutanlık Umumî Menzil Kurmay Müfettişi, Adana Bölge Komutanlığı Kurmay Başkanı, 12. Kolordu Kurmay Başkanı, 44. Tümen Komutanı gibi görevlerde bulunduktan sonra 20 Eylül 1921 tarihinde Türk Kurtuluş Savaşı’na katılır. İslahiye’deki Ermeni isyanını bastırır ve Doğu Cephesinde önemli komutanlıklara getirilir. Savaşın sonunda kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edilir. Mirliva (Tümgeneral) rütbesine 30 Ağustos 1927 tarihinde gelen Mustafa Muğlalı bu rütbe ile paşa olur. Daha sonra 30 Ağustos 1932 tarihinde Ferik (Korgeneral) olan Muğlalı Paşa, 29 Ağustos 1942 tarihinde Orgeneralliğe terfi eder. 14 Temmuz 1947 tarihinde de Orgeneral rütbesiyle yaş haddinden emekli edilir.

Her rütbesinde binlerce şehidin ve gazinin hakkı olduğunu bilen, onların haklarını korumayı da namus borcu olarak gören Orgeneral Mustafa Muğlalı, askerlik yaşamı boyunca daima bu düsturla hareket etmiştir. Muğlalı Paşa’nın bu yüksek karakterini Kürtçülük ve tarikatçılık mengenesinde sıkıştırmak isteyenler, meslek hayatındaki iki görev icraatı sebebiyle ondan ve dolayısıyla Türk ordusundan, güya intikam almayı arzu etmişlerdir.

Bu görevlerden ilki şöyle gelişmiştir: O sırada Tümgeneral olan Mustafa Muğlalı, 57. Tümen Komutanı hizmetindeyken 23 Aralık 1930 tarihinde irticai faaliyetle Menemen’de bir ayaklanma patlak verir. Menemen Olayının elebaşı, kendinin “mehdi” olduğunu, Müslümanlığı korumak için harekete geçtiklerini, arkalarında yetmiş bin kişilik hilafet ordusu bulunduğunu söyleyen Giritli Derviş Mehmet adında Nakşibendi Tarikatına bağlı bir mürtecidir. Menemen Belediye Meydanı’nda, etrafına topladığı kişilerle birlikte şeriat ilan ettiklerini söyleyen Giritli Derviş Mehmet ile yandaşları Cumhuriyet yönetimine ve sivil hukuk düzenine silah çekerler. Menemen’de bir müfrezenin başında bulunan Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay kalkışmaya müdahale etmek ister fakat isyancılar tarafından şehit edilir. Yedek Subaylıkta olan genç öğretmenin başı vücudundan vahşice ayrılır ve kent içinde dolaştırılarak teşhir edilir. Ayrıca Hasan ve Şevki adında iki mahalle bekçisi de katledilmekten kurtulamaz. Geriden yetişen askerî birlikler isyanı bastırır ve bu sırada Giritli Derviş Mehmet de vurulur. İsyancılar yakalanarak soruşturma başlatılır. Tutuklananlar arasında Nakşibendi Tarikatının Kutbü’l Aktab’ı Esat Efendi de bulunmaktadır. Ankara’dan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile İkinci Ordu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşa İstanbul’a gider ve Dolmabahçe’de Reisicumhur Mustafa Kemal Paşa’ya malumat verirler. Gazi’nin 28 Aralık’ta orduya gönderdiği başsağlığı mesajının son bölümü şöyledir: “Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyet’in mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.” Gazi Paşa’nın “Bizzat Cumhuriyet’e karşı bir suikast idi…” ifadesinden anlaşılacağı gibi üzerinde önemle durulan bu hadisenin tüm yanlarıyla araştırılması için bölgede sıkıyönetim ilan edilir. Sıkıyönetim Komutanlığına Fahrettin (Altay) Paşa getirilirken Divanıharp Reisliğine de Mustafa Muğlalı Paşa atanır. Divanıharba tüm sevkler yapıldıktan sonra Mahkeme Başkanı Tümgeneral Mustafa Muğlalı, 15 Ocak 1931’de yargılamaları başlatır. Menemen Olayından tam 71 yıl sonra, 22 Aralık 2002 tarihinde Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etütler (ATASE) Başkanlığı Menemen’deki kalkışmayla ilgili bir rapor yayınlamıştır ve rapora göre Muğlalı Paşa, Nakşibendi Tarikatı hakkında sanıklara hitaben “Tarikatın münevver tabakalarından bu millet çok zarar görmüştür. Tarikatçılar, daima millete ve memlekete kötülük yapmışlardır. Son 400 senelik Türk tarihi tetkik edilirse Nakşibendiler din ve tarikat perdesi arkasında zavallı saf Müslümanları kalpte saklı olan o ‘sırla’ zehirlemiş ve bu millet sizin aletiniz olmuştur.” der. Bu sözlerin kayda geçtiği yargılamalar sonucunda 37 kişi idama mahkûm edilir. İdam mahkûmlarından biri ölür ve diğer sekiz kişinin idam cezası hapis cezasına çevrilir. İdam cezası hapis cezasına çevrilenlerden biri Nakşibendi Tarikatının Kutbü’l Aktab’ı Esat Efendi’dir. Erbilli Şeyh Esat olarak bilinen bu mahkûm çok yaşlı olduğundan idam edilmemiş ve hapiste ölmüştür. Onun yerine oğlu Mehmet Ali (Mehmet Ali Erbil’in dedesi)’nin idam edilmesiyle toplamda 29 infaz yapılır. Ve 41 kişi de 1 ila 24 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılarak mahkeme çalışmaları 29 Ocak 1931’de sona erdirilir. Görevini büyük bir titizlikle ve layıkıyla yerine getiren Tümgeneral Mustafa Muğlalı, Ankara’ya çektiği telgrafta Gazi Hazretlerine hitaplı bir üslupla ve mealen; “İnkılap tarihimizin Menemen’de açılan acı ve elemli bir safhası tarihi Divanıharbın sona eren çalışması ve icraatı ile bugün kapanmıştır. Geceli ve gündüzlü devam eden çalışma sırasında sizlerin kıymetli uyarma ve yardımlarından ilham alan Divanıharp Heyeti, vatanî görevlerini başarmaktan doğan manevi gururun etkisi ile mütehassis olarak buradan ayrılırlarken yüksek ve saygıdeğer kişiliğinize karşı belirttikleri minnet ve şükran duygularını sizlere arz eyler. Lütfen kabul buyurunuz.” sözlerini etmiştir.

Dini kurtarmaya geldik palavrasıyla insanları koyun keser gibi boğazlamaktan geri durmayan gericileri, vatansever ve milliyetperver bir tavırla cezalandıran Mustafa Muğlalı ismi tarikatçıların hafızasına kazınmış olmalı. Anlaşılmaktadır ki Türk Milletine ve Türk Cumhuriyetine düşman bu zümre, Mustafa Muğlalı’ya, onun nezdinde Türk ordusuna karşı bir rövanş yapıp kazanmayı hesaplamış.

Paşa’nın ikinci görevi ise şöyle gelişmiştir: O sırada Orgeneral olan Mustafa Muğlalı, Yüksek Askeri Şûra üyeliği hizmetinde bulunurken 1940’ların başından beri tüm ülkede hâkim olan yokluk yılları yaşanıyor ve Doğu’daki karışıklıklar da iyice artmaktadır. Başta İngiliz ve Rus olmak üzere birkaç başka devletin de casusları anavatanda cirit atarken Doğu Anadolu nispeten daha da karmaşık ve sorunludur. Göze en çok batan olaylar da Van’ın Özalp ilçesinde meydana gelmektedir. Devlet bölgede sıkıyönetim uyguladığı hâlde kaçakçılık, eşkıyalık ve ırza tecavüz eylemlerini engelleyemiyor; casus mu hain mi yoksa eşkıya mı olduğu belli olmayan bazı grupların güvenliği sağlamak için canhıraş çalışan askerleri pusularda şehit etmesine köklü bir önlem alamıyordu. Çete faaliyetlerini sürdüren bu eşkıyalar taşıdıkları iki nüfus kâğıdıyla Türkiye’de Türk vatandaşı, İran’da İran vatandaşı olarak görünüyor ve Rusya güdümünde olan İran makamlarınca da korunuyorlardı. Eylemlerde yakalanmamak için ara ara sınırı geçen, sular durulur gibi olduğunda da geri dönen bu gruplar her kaçışta bölge halkına ait hatırı sayılır miktarda büyükbaş ve küçükbaş hayvanı çalıp İran’da satıyorlardı. Ayrıca her döndüklerinde İran’dan getirdikleriyle burada ticaret yaparak bölge insanının hâlihazırdaki yoksulluklarını perçinliyorlardı. İsimlerini 1951 yılında İçişleri Bakanlığınca açılan bir soruşturma kaydından öğrendiğimiz bazı sivil ve askerî bürokratlar da bu hadiselerden menfaat devşirmektedir. Sınırlardan asker olmadıkları hâlde silahlı olarak girip çıkabilen bu çete örgütlerini yerel makamlar himaye etmekte ve onlara rantiye olmaktadır. Bu aşağılık düzeni kurarak kendilerine çıkar sağlayan; Van Valisi Hamit Onat, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp İlçe Garnizon Komutanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar, Başgedikli Ali Sever ve Van Mektupçusu Tevfik Yener’den oluşan bürokratlar, bu olayları, Ankara’ya bir isyan gibi göstererek kendilerini temize çıkarmaya çalışmaktadır. Öte yandan dünya ikinci büyük savaşını vermekteydi ve Türkiye bu kıyamete bir şekilde çekilmek isteniyordu. Dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1 Kasım 1942 tarihli Meclis’i açış konuşmasında; “Bilmediğimiz bir istikametten ve bilmediğimiz bahaneler altında vatanımızın taarruza maruz kalması ihtimalini Büyük Millet Meclisi’nin ciddi olarak göz önünde tutması icap eder.” sözleriyle bu duruma dikkat çekmiştir. O yıllardaki bu çete faaliyetleri incelendiğinde, bilhassa grup önderlerinin Cihan Harbi’ne katılan müttefik devletlerce korunduğu ele alındığında ve Atatürk döneminde Ağrı’da bastırılmış isyana katılan bazı asilerin de İran’a kaçmayı başararak daha sonra yabancı istihbarat servislerine çalıştığı düşünüldüğünde İsmet İnönü’nün dikkat çektiği durum daha net anlaşılmaktadır. Nihayetinde hem bölgedeki güvenliği temelli sağlamak için hem de eşkıyalık sorunundan doğabilecek bir savaş sebebinin önüne geçmek için Orgeneral Mustafa Muğlalı, 15 Şubat 1943 tarihinde Üçüncü Ordu Komutanlığına atanır ve Sıkıyönetim Komutanı sıfatıyla Van’a gönderilir. Ömrü savaşlarda geçmiş olan Muğlalı Paşa, işi oldukça sıkı tutarak eşkıyalığa karşı amansız bir mücadele başlatır ve bazı tedbirler alır. Bu tedbirler arasında; Siirt’teki gezici Jandarma Taburunun bu bölgeye kaydırılması, çobanların silahlandırılması, gezici ekipler kurulması gibi icraatlar vardır. Hâl böyleyken foyalarının açığa çıkmasından endişe duyan yerel bürokratlar, Orgeneral Muğlalı’yı her Türk subayının en hassas noktası olan devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü kaygısından vurmak ister ve Rus askerlerinin bazı zamanlarda ilçeye sızarak malum olaylara mahal verdiklerini ortaya atarlar. Gerçekten de o bürokratlar deyim yerindeyse bu işten yırtarlar zira yukarıda bahsettiğimiz 1951 tarihli soruşturma zaman aşımına uğrayarak rafa kalkmıştır. Netice itibariyle eşkıyalıksa eşkıyalık, kaçakçılıksa kaçakçılık, hırsızlıksa hırsızlık; bölgeyi ilgilendiren tüm huzursuzlukların kökü kazınır. Son tahlilde masum olup olmadıkları konusunda sahih bir kaynak bulunmayan 32 kişinin sınır hattında iddia edilene göre asker kurşunuyla ölmesi ise mevzuyu farklı bir boyuta taşır. Tarihe “Muğlalı Olayı” olarak geçen hadiselerde Muğlalı Paşa’nın bölgedeki sivil ve askerî makamlarca yanıltıldığı ortadadır. Çünkü Muğlalı Paşa, yerel bürokratların ifadelerine göre şakilerin Rus askerlerine casusluk yaptığı noktasında kanidir ve Özalp Sulh Ceza Mahkemesi’nin yargılayarak 5’inin tutuklanmasına hükmettiği 40 sanık için verdiği yazılı emrinde; “Bu kişileri İran sınırına götürün, geçiş noktalarını göstersinler. Asker uyanık olsun; herhangi bir kaçma teşebbüsü olursa engellensin, gerektiğinde silah kullanılsın.” diyerek Van’dan ayrılmıştır. Bu her ne kadar infaz emri gibi algılanacak olsa da Orgeneral Mustafa Muğlalı, sonuç olarak yargı kararına müdahale etmeden yakalananlardan istihbarat bilgileri alınmasını istemiş ve kaçmaya karşı dikkatli davranılmasını vurgulamıştır. Olay da kendisinin orada olmadığı sırada gerçekleşmiştir. Dönemin şartları değerlendirildiğinde, bölgede cereyan eden sorunların temeline inilmesi için gönderilen bakanlık müfettişleri, unutulmamalıdır ki orada tek başına yeterli olmayacaktı; zira olayın asayiş boyutu da vardı ve bu yüzden Türk Devleti savaşa sokulma tehdidini de düşünerek bakanlık müfettişlerinin yanı sıra oraya kudretli bir paşasını da beraberinde göndermişti. Gelinen noktada Orgeneral Mustafa Muğlalı Paşa, bu görevini de başarılı bir şekilde tamamlamıştır. Öyle ki bölge halkı Paşa’ya minnettar ve bölge geneli huzur ve sükûn içindedir. Binaenaleyh Muğlalı Paşa’dan önce bölgedeki durum hiç iç açıcı değilken, halk mağduriyetine karşı sivil teşkilatlardan umduğunu bulamayıp sürekli orduya sığınırken; Muğlalı Paşa’dan sonra hem halk arasında hem de bölge içinde gözle görülür bir rahatlama olmuş, güvenlik istikrarla tesis edilmiştir.

Menemen Olayı ile tarikatçıların mim koyduğu Orgeneral Mustafa Muğlalı Paşa, bu kez de Kürtçülerin hafızasında yer etmiştir. Çünkü Orgeneral Mustafa Muğlalı, Van’ın Özalp ilçesindeki yaşananların sorumlusu konumundadır; ortaya atılan Kürtçü tezlere göre. Yukarıda Menemen’de yaşananların detaylarından ve sonuçlarından bahsederken tarikatçıların intikam almak istediğinden söz etmiştik. Aynı durum Kürtçüler için de geçerlidir ve her iki unsur da bunun bir fırsatını kollamaktadır. Gayet sorunsuz geçen 1943 yılının sonları yaklaşmaktadır ki 20 Aralık 1943 tarihinde Van Cezaevinde yatan İsmail Özay adında bir mahkûmun mektubu TBMM’ye ulaşır. Mektupta; 32 kişinin kaçmaya teşebbüs etmedikleri hâlde kurşuna dizildikleri, yaralı olarak kurtulan kardeşinin İran’da yaşadığı için affedilip yurda alınması ve olayla ilgili tahkikat yapılması şeklinde özetlenebilecek ifadeler vardır. Durum böyle olunca Adalet Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığına konunun adli takibinin yapılmasını iletir. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ise bunu olumlu karşılamaz. Fevzi Paşa, Orgeneral Mustafa Muğlalı için Adalet Bakanlığına verdiği cevapta; “Ordu komutanı o günkü şartların gereğini yapmıştır. Memleketin yüksek menfaati için gerekli tedbirleri almıştır. Görevini yerine getiren bir komutanı mahkemeye veremem. Böyle bir şey olamaz.” sözlerini etmiştir. Bu tavır bizce de Türk’çe bir duruştur. Fevzi Çakmak’tan sonra Genelkurmay Başkanı olan Kazım Orbay da bu duruşu terk etmemiştir. Kanaatimiz odur ki Muğlalı Paşa gibi neredeyse yarım yüzyılı bulacak süre devlete hizmet etmiş bir ordu komutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nde kanunsuz suçun, yargısız infazın olmadığını bilir ve ona göre hareket eder. Nitekim Türkiye bir devlettir; aşiret değildir. Türk devletinde de insan hayatı, aşiret ağalarının ve derebeyi bozuntularının iki dudağı arasında değildir. Herhangi bir devlet adamının, geçmişteki hizmetleri ne olursa olsun; suçu olduğu takdirde hukukun üstünlüğü altında kalacağı şerhini tereddütsüzce düşerek, iki Genelkurmay Başkanının hemfikir olduğu üzere Orgeneral Muğlalı’nın yüksek vazife duygusunun ve karakterinin daha kıymetli olduğunu düşünüyoruz.
Devamı gelecek…

Bir yanıt yazın