Size Ozan Arif’in hayatını anlatacak değilim. Şu yılda şurada doğdu, şöyle okudu, şöyle yazdı diyecek de değilim.
Ben size bendeki Ozan Arif’i anlatmak istiyorum. Zaten biraz ben anlatacağım, biraz da o kendisini şiirleriyle anlatacak.
Benim Ozan Arif hikâyem memleketimdeki bir arkadaşımın evinde başladı. Mehmet İsen arkadaşımla odada oturup Ozan Arif’in kasetlerini dinler ve kendimizden geçerdik. Aslına bakarsanız çok da anlamıyorduk ama bizi heyecanlandıran bir şeyler vardı. Türklük ve İslamiyet’i o kadar güzel anlatıyordu ki etkilenmemek elde değildi. Herkesin darbeye sustuğu hatta alkışladığı dönemde o darbenin 7 ceddine küfrediyordu. Hani şimdi ‘demokrasi’ havarisi kesilenler gibi de değildi. 12 Eylül’ün muhtekirineydi direkt sözleri:
‘’Bir it vardı tutmuşlar,
Marmaris’e atmışlar,
Oh ne iyi etmişler
Ne itti be vay vay vay
unutmam kolay kolay
Koca köyde tekti,
Kurtlara gözü pekti,
Çok diktatör köpekti
Ne itti be vay vay vay
unutmam kolay kolay.’’
12 Eylül’e sadece bu şiirle değildi kızgınlığı. 12 Eylül ve sonrasında yaşananları muhasebe ederek darbecilere meydan okuyordu:
‘’Sahi niçin gelmişti On iki Eylül niçin?
Cümle âlem bilir ki anarşi terör için
Hepsi yine tastamam buyurun burdan için
Ben ‘On iki Eylül’ün nesini seveceğim
Sevmediğim gibi de devamlı söveceğim.
Ülkücü yok dediysem varım ama sessizim
Ocağımı yıktılar yuvasızım ıssızım,
Bunlar ile helaya gidersem namussuzum
Ben ‘On iki Eylül’ün nesini seveceğim
Sevmediğim gibi de devamlı söveceğim.’’
İçeride işkence gören ülkücüleri herkes unutsa o unutmuyordu. Onların çektiği işkenceleri sanki o çekmiş gibi, o yaşamış gibi yazıyordu. Tabi bu kasetleri piyasaya sürmek de kolay değildi. Büyüklerin anlattığı üzere Ozan Arif’in kasetleri Ferdi Tayfur’un kaset kapları içinde ülkeye sokuluyordu. 12 Eylül’ün ardından travma üzerine travma yaşayan ülkücü hareket bu şiirlerle –Ozan Arif’in ifadesiyle destanlarla- ayakta duruyordu:
‘’ Savcının ağzından şu okunanlar
Benim suçum değil hep yalan bunlar!..
Dövdüler hâkim bey, ağzımdan kanlar,
Akarak yaptılar benim sorgumu.
Yavrumu görünce çıldırdım dedim
Ne derseniz kabul saldırdım dedim
Atatürk’ü bile öldürdüm dedim!
Yakarak yaptılar benim sorgumu.’’
Hayatı genel olarak sürgünde geçti Ozan Arif’in. Almanya’da ve birçok Avrupa ülkesinde konserler verdi. Bazen para almadı, bazen karın tokluğuna çaldı. Türk Milliyetçiliği’ne sonuna kadar iman etmişti ya dert etmedi bunları. 90’lı yıllarda ülkenin başına gelen Milli Görüş’e yazdığı şiir de unutulmazlar arasındaydı. Adil düzen sloganıyla gelip, milli görüş ismiyle siyaset yapanların ‘millilikten’ ne anladığını bir çırpıda anlatıyordu Ozan Arif. Hem de hiç sözünü sakınmadan:
‘’ Sonra bir vekil çıktı açıkça patır patır
PKK’nın kampına katırla gitti katır
Törenle karşılandı bu ne muazzam hatır
Adil düzen bu ise planmış muhteremler
Baştanbaşa palavra yalanmış muhteremler.
Nasıl milli görüş ki millilik güdülmedi
Tahran’a gidildi de Bakü’ye gidilmedi
Bir tane dost ülke ziyaret edilmedi
Adil düzen bu ise planmış muhteremler
Baştanbaşa palavra yalanmış muhteremler.’’
Ozan Arif düz adamdı, düzgün adamdı. Sözleri bazen sınırları çok zorluyordu. Öfkesini, derdini anlatırken şiirleri adeta destan olup akıyordu Türk Milleti’nin bağrına.
Aslına bakarsanız Ozan Arif sadece milli destanlar yazmadı. Bazen evlilikleri sorgulayan şiirler yazdı, bazen toplumun ahlakının, kültürünün bozulmasına isyan etti. Türk’e kendine dön çağrısı yaptı sürekli. Başkası gibi olarak yaşanamayacağını anlattı dili döndüğünce. E söz konusu Ozan Arif’se dilinin ne kadar döndüğünü ve neler anlattığını varın siz düşünün. Bir şiirinde de Müslümanlığımızı sorgulatıyordu hepimize:
‘’İslamın şartı beş, imanın altı,
Diyerek işleriz her türlü haltı.
Aklımıza gelmez toprağın altı.
Emaneti sağlam koruyor muyuz?
Mademki her nefes Hakk’tan hediye,
Dünya için hakkı unutmak niye,
Bugün Allah için ne yaptım diye,
Akşam kendimize soruyor muyuz?’’
Ozan Arif, Başbuğ Alparslan Türkeş’in yolundan hiç ayrılmadı. Onun söylediklerini harfiyen yerine getirmeye çalıştı. Bazen yazacakları, söyleyecekleri ile ilgili Türkeş’e fikir danışırdı. Türkeş ise, ‘Sen Ozan’sın. Sen söyleyeceğini bilirsin’ diyerek destek oluyordu. Özellikle Almanya’daki sürgün yıllarında Alparslan Türkeş’le sürekli haberleşti. Daha sonra Almanya’da ve çeşitli yerlerde defalarca bir araya geldiler. Başbuğ, Hakkın rahmetine kavuştuğunda yazdığı 4 Nisan şiirini ülkücüler adeta ağlayarak ezberlemişti:
‘Altaylar’ dan Tuna’ ya libas giymiş hüzünden,
Özünden ağlıyor bak, bütün Turan özünden.
Müslüman Türk evladı olanların gözünden,
Yaş yerine kanların döküldüğü günsün sen,
Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!’
Başbuğ’un ardından da ülkücü dünya görüşünden zerre taviz vermedi. Bir siyasi partinin belediye başkanı, Ankara’da konser vermesi için yüzbinlerce Türk Lirası vermeyi kabul etmesine rağmen o kabul etmedi. Ben bunu kendime anlatamam dedi. Paraya, pula, makama tenezzül etmedi. Onun para için makam için davasını sattığını iddia edenlere de yine kendi üslubunca cevap verdi:
‘’ Başımı koyduğum mübarek yola
‘Ters düştü’ diyormuş bir kaç budala
Yaydıkları gibi paraya pula
Tapmadım tapmam da mümkün değildir.
Bu Arif’i herkes iyi bilmeli,
Ne şimdi ne sonra ne de evveli
Ben Türkeş’ten başka bir lider eli
Öpmedim öpmem de mümkün değildir.’’
Ülkücü Hareket büyük bir Ozan’ını, Türk Milleti bir aşığını kaybetti. Vefatının ardından Kerkük’ten Denizli’ye kadar her yerde onun için dualar edildi, Yasin’ler okundu. Cenazesine binlerce ülküdaşı omuz verdi. Biz genç ülkücüler olarak, onun şiirleriyle yola revan olanlar olarak kalbimizde Ozan Arif’i her zaman yaşatacağız. Kavgasını, şiirini gelecek kuşaklara aktarmak bizim namus borcumuzdur.
Mekânın cennet olsun Ozan’ım, Arif’im…