Kitaplarla konuşmak, onları tahlil etmek ve bu çıkarımları kitaplaştırmak ne yazık ki, Türk yazın geleneğinde pek alışagelmediğimiz ve pek de rastlamadığımız bir tarzdır. Oğuzhan Saygılı, bu tarzın ülkemizdeki yegâne temsilcisi olma yolunda desek pek de abartmış olmayız. Zirâ kendisi şu an kitabının üçüncü serisi olan “Kitaplarla Söyleşi-3″ün hazırlıkları ile meşgul.
Kitaplarla Söyleşi 1-2 eserlerini tahlil etmeden önce kitabın yazarı Oğuzhan Saygılı’dan bahsetmemek elbette olmaz.
Oğuzhan Saygılı 1978 yılında Gaziantep’te doğup ilk, orta ve lise öğrenimini burada tamamladı. Lisans eğitimini almak için ise Atatürk Üniversitesi Erzincan Eğitim Fakültesi’ne başladı ve buradan da sınıf öğretmeni olarak mezun oldu. İlk görev yeri olan Şanlıurfa’da 2001 yılında mesleğe adımını atmıştır ve hala bu görevini icra etmektedir. Ayrıca, evli olup üç çocuğa sahiptir.
Tabi ki yukarıda yaptığımız, Oğuzhan Hoca’nın kuru ve onu diğer insanlardan ayırmayan bir biyografisidir. Oğuzhan Saygılı’yı ülkemiz için önemli yapan şey, varlığını uzunca bir süredir devam ettiren ve TÜRKAV Gaziantep Şubesi tarafından başlatılan “Okuduğumuz Kitapları Anlatıyoruz” faaliyetidir. Oğuzhan Saygılı bizzat bu işin yöneticisidir. “Okuduğumuz Kitapları Anlatıyoruz” projesinin yegâne ve tek amacı ise, okur ile yazar arasında bir bağ kurup, insanları kitaba alıştırmak ve barıştırmaktır.
Oğuzhan Saygılı’nın bu faaliyeti yaparken okurdan tek bir beklentisi vardır. Bu ne para, ne de herhangi maddi bir yardımdır. Onun tek beklentisi kitabın okunduğundan emin olmak maksadıyla birkaç cümleden oluşan bir yazının kendisine gönderilmesidir.
Okur, Oğuzhan Hoca’nın bu beklentisini yerine getirdiği takdirde kendisine sunulan kitap hizmeti hem devamlılığını sağlıyor, hem de kitabın faaliyet kapsamı dahilinde okumuş olduğu eseri, diğer kitap severler önünde anlatma şansına erişiyor.
Türk eğitim sistemi içinde adlarını defalarca duyduğumuz -ki bunların çoğu eğitimci değil- ve isimlerinin önünde allı pullu unvanların bulunduğu eğitim yığının arasında, Oğuzhan Saygılı kendi efendiliği ve sadeliği ile göz kamaştırmaktadır. Allah çıktığı yolda muvaffak etsin.
Kitaplarla Söyleşi 1
Kitaplarla Söyleşi 1-2 eserlerinin adında da anlayabileceğimiz gibi Oğuzhan Saygılı Hocamız neşredilmiş – yayınlanmış eserleri eleştirel bir bakış açısı ile ele alıp onu yorumluyor ve sonrasında da analizlerini yaparak bu kitaplar hakkındaki yargılarını kaleme alıyor.
Yazmış olduğu bu eleştirileri ise heba etmeyerek, onları okurlar ile buluşturmak maksadıyla Kitaplarla Söyleşi kitabını okuyucuya sunuyor. Çünkü Oğuzhan Saygılı’nın kaleme almış olduğu eserlerdeki asıl gayesi, onların kritiğini yaparak okuyucuya damıtılmış ve arındırılmış bilgiyi vermek ve okuyucuyu kitaba hazırlamaktır.
Elbette, bu tarz bir çalışmayı okuyucuya aktarmak üç-beş kitap ile olacak iş değildir. Oğuzhan Saygılı’nın Kitaplarla Söyleşi 1 adlı eserine göz attığımızda görüyoruz ki kitap toplam 40 adet eserin tahlilinden oluşmaktadır. Bu tahliller gelişigüzel bir şekilde yazılmak yerine dört ana başlık altında toplanmışlardır.
- Bölüm BAŞARI HİKÂYELERİ başlığı altında ele alınmış ve bu bölümde Halil İnalcık’tan Kemal Karpat’a, Orhan Koloğlu’ndan Nuri Demirağ’a kadar birçok kişiden bahsedilmiştir. Bu bahsedilenler arasında Türk kökenli insanlar dışında dünyaca bilinen şahıslar olan Thomas Edison, Helen Keller, Graham Bell gibi kimseler hakkında da tahliller mevcuttur.
- Bölüm ise BATININ GÖZÜYLE başlığı altında toplanmıştır. Başlıktan da anlaşılacağı üzere kitabın bu bölümünde Türk insanının dış dünya tarafından nasıl görüldüğüne yönelik eserlere yer verilmiş ve bunlar tahlil edilmişlerdir. Örneğin; “Bir İngiliz Subay’ının Gözünden Plevne Savunması”, “Hitlerin Kovduğu Bir Bilim Adamının Hayatı” ve “Avrupalı Karikatüristlere Göre Abdülhamid ve Osmanlı Devleti” ile ilgili olan kritikler benim şahsi olarak dikkatimi çeken bölümlerdir.
Bu bölüm için konuyu biraz daha açmak gerekirse 93 Harbi esnasında Osmanlı Ordusu’nda görevli olan Herbert yani “Bir İngiliz Subay’ının Gözünden Plevne Savunması” adlı hatıratın sahibinin ordu hakkında yazdıklarına bakmakta fayda vardır. Oğuzhan Saygılı, Herbert’in yazdıklarından şunlara dikkat çekmektedir:
Gazi Osman Paşa’nın ordusunun önemli bir kısmının redif ve ihtiyat askerlerinden oluşmasına
İstanbul doğumluların askerden muaf olmalarına
Her livada 3-5 kadrolu imam olmasına
Orduda görev yapacak baytarların bulunmadığı ve bu görevi nalbantların ifa ettiğine
Savaşın başladığı yıl ordulara numara verilmediği ve bunun orduda karışıklık yarattığını fakat ilerleyen dönemde ordulara Alman usulünce birbirini takip eden numaralar verildiğine.
Türkçe basılmış hiç harita görmediğine
Yine aynı bölümde, Oğuzhan Saygılı “Avrupalı Karikatüristlere Göre Abdülhamid ve Osmanlı Devleti” başlığında şu hususlara dikkat çekmiştir:
Teselya Savaşı sırasında çıkan bir karikatürde Abdülhamid eşeğe benzetilmiştir.
Türklerin Avrupa karikatürlerinde tiplemeleri boğazına sicim geçirilenden, avcı tarafından yaralanan ceylana; kütüğe kafası yatırılıp kesilmek üzere olan Osmanlı’dan, medeniyet öğrenmeye çalışan tembel Türk öğrenciye; Padişah’ın ağzından salya akan uyuz ve cılız eşekten ayı tarafından yenilmek üzere olan tavşana kadar olacak şekilde türlü hallerde hakir görülmüştür.
Karikatürlerde Osmanlı genelde yaşlı, aciz, ne yapacağını şaşırmış, düşmanlarına karşı mücadele gücünü yitirmiş, hasta adama benzetilmektedir.
Oğuzhan Saygılı’nın kaleme aldığı ve bizim burada verdiğimiz örneklerine bakıldığında, Kitaplarla Söyleşi-1 eserinde tek tip yazarların okunmadığı her tür bakış açısına açık olunduğu da net bir şekilde görülmektedir.
Kitabın üçüncü bölümünün başlığı ise OSMANLI ÇÖKERKEN’dir. Bölümün adından da anlaşılacağı üzere bu kısımda imparatorluğun 19. ve 20. yüzyıllarından bahsedilmektedir. Bu bölüm toplamda 12 kitap tahlilinden oluşmaktadır ve en dikkat çeken başlıklar “Cemal Paşa ve Ermeni Göçmenleri: 4. Ordu’nun İnsani Yardımları”, “II. Meşrutiyetin Klasik Paradigmaları”, “Trablusgarp’tan Haber Var” ve “Mahmut Şevket Paşa’nın Günlüğü” adlı kısımlardır.
Oğuzhan Saygılı’nın “Cemal Paşa ve Ermeni Göçmenleri: 4. Ordu’nun İnsani Yardımları” kitabını tahlil ederken kitaptan yaptığı bir alıntıyı sizlerle paylaşma gereği duyuyorum. Ali Fuat Erden’den yapılan alıntıda şöyle denmektedir:
“Müfrezemiz, (Ermeni) muhacirlerin ailelerini Kerak’a getirirken arızalı arazide, onların eşyalarıyla birlikte taşıyamadıkları çocuklarını, askerlerimiz omuzlarında ve tüfeklerinin namlularının yanında taşıdılar. (Bu) Müfreze kumandanı Kaymakam Kemal Bey (Korgeneral Kemalettin Sami Gökçen) idi.”
Oğuzhan Saygılı ise kitap ile ilgili yaptığı değerlendirmede Cemal Paşa’nın göçmenlerin namuslarına, malına ve canına kasteden suçluları divan-ı harbe vererek ağır bir şekilde cezalandırmaya çalıştığını söylemektedir. Oğuzhan Hoca’nın bu yorumu Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı eserinden de sabitlenebilir. Eserde Cemal Paşa’nın Ermeni muhacirlere saldırmayı düşünen Çerkez Ahmet’e olan nefreti açıkça görülmektedir. Buna ek olarak, Suriye’ye yerleştirilen Ermeni kadınlarda Cemal Paşa’ya bir tutkunluk olduğu bilinmektedir. Bu konu hakkında Halide Edip ise şunları söylemektedir:
“Cemal Paşa, Ermeni kadınları ve çocukları için büyük bir insani yardım projesi başlatmıştır. Ermeni kadınları; Paşa’nın kendilerine Hızır gibi yetiştiğini söylemiş ve boyunlarında onun resimlerini taşımışlardır.”
Eserin IV. bölümü ise DOST ACI SÖYLER başlığı altında ele alınmıştır. Bölümün ana kahramanı ise Fatih Kerimi ve onun yazmış olduğu eserlerdir. Bölüm dört alt başlık altında ele alınmıştır. Bunlar; “Bir Tatar Aydınının Gözüyle Avrupa (1889)”, “Balkan Bozgunundan 100 Yıl Sonra Tataristanlı Bir Gazetecinin Gözlemleri: Fatih Kerimi’nin İstanbul Mektupları” ve “Fatih Kerimi’nin Kırım Seyahatnamesidir. ” Her bir alt başlıkta, bir Tatar aydını olan Fatih Kerimi’nin gözlemlerine yer verilmiştir.
Oğuzhan Saygılı’nın Kerimi’den yapmış olduğu birkaç alıntıya göz atmakta fayda vardır. Örneğin; Kerimi Almanya’da bulunduğu sırada bir otelde ikamet etmekteydi ve otel sahibinin kızıyla bir muhabbete girdi. Bu muhabbet ettiği kız Belçika’da Fransız okulunda okuyan bir zat idi. Kerimi karşısındaki talebeye neden yurtdışında okuduğunu ve ne dersler gördüklerini sorduktan sonra, genç kız geniş ve detaylı bir anlatım ile Kerimi’yi fikren tatmin eder. Fakat bu sefer de Fatih Kerimi’nin içine bir korku düşer: “Ya bana kendi mekteplerimizi sorarsa?”.
Genç kız, Kerimi’nin korktuğunu yapmaz ve bu soruyu sormaz fakat Kerimi eğer bu soru sorulsaydı şu cevabı vereceğini de aktarır:
“Ana dilimizi bilmeden evvel, Arap dili öğrenmek için, Farisi lisanı ile yazılmış Şerh-i Abdullah, Kafiye, onun sarihi Molla Cami, onun haşiyesi filan ve falan diye bir fenden birkaç şerhler ve sarihler saymaktan başka çarem yok idi.”
Kerimi’nin İstanbul Mektupları’na göz attığımızda ise, onun dikkati çeken şeylerden birinin İstanbul’daki “Tembellik ve Atalet” olduğunu görüyoruz. Oğuzhan Saygılı buna binaen kitabında Kerimi’nin şu alıntısına yer vermektedir:
“İstanbul gümrüğünden çıkıp Sirkeci ve Babıâli caddeleri boyunca yürüyerek Meserret Oteli’ne giderken caddenin iki yanındaki sayısız kahvehanelerde o kadar çok insan oturmakta idi ki, hiç birisinde ayak basacak yer yok. Kahvehanelerin sadece içleri değil, önleri de dolu. Kaldırımlara iskemleler koyup oturmuşlar, âdeta geçilemiyorlar. Hepsi de gayet sağlıklı, genç ve zinde Türkler. Gayet düzgün giyinmişler. Hepsi de gayet mütekebbirane oturuyorlar. İhtimal ki bugün bayramdır da onun için böyle oturuyorlar dedik. Lâkin her gün ve İstanbul’un her yerinde durumun böyle olduğunu gördük. Bunun sebebini sorduk: “Ne olacak efendim, Elhamdülillah bizim muntazam askerimiz çoktur, eğer erzak yetiştirilirse onlar da iyi savaşabilirler.”
Kerimi’den yapılan bu tenkit ve kritikleri tekrar okuyunca kendi doğup büyüdüğüm şehir olan Eskişehir aklıma geldi birden. Ne yazık ki, yeni kuşak da eskisinden farklı değil. Dün kahvehanelerde boş zaman harcayan neslin yüz yıl sonraki torunları da bugün “Starbucks”, “Gloria Jeans” gibi günümüzün kahvehanelerinden kendilerini koparamıyor. “Tembellik ve Atalet” ırsi ve de umarsız biçimde varlığını sürdürüyor.
Kitaplarla Söyleşi 2
Birinci kitabın devamı niteliğinde olan Oğuzhan Saygılı’nın bu son eseri ise, ilkinden farklı olarak üç ana bölümde ele alınmıştır. Bunlar; “ON YILLIK SAVAŞ DEVRİ 1912-1922”, “İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE” ve “SÖZ SANATÇILARIN”dır. Ayrıca, kitap toplamda 23 eserin irdelenmesinden ve tahlilinden oluşmaktadır. Kitabın son kısmında ise Oğuzhan Saygılı hakkında yapılan bir röportaj yer almaktadır.
Kitabın ilk bölümü olan “ON YILLIK SAVAŞ DEVRİ 1912-1922″de Yusuf Akçura’ya ait olan “SURİYE FİLİSTİN MEKTUPLARI” ve bunun dışında “Çanakkale Savaşında Bir Şehidin Günlüğü” ve “MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN CAN YOLDAŞI: ALİ ÇAVUŞ” gibi kısımlar şahsi olarak dikkatimi celbedenlerdendi.
Oğuzhan Saygılı’nın “Suriye-Filistin Mektupları” kitabını tahlil ederken yapmış olduğu alıntı dikkate değerdir. Akçura bu alıntıda şunları söylemektedir:
“…Yaşlı doktorlar yan yana, dar, çamurlu, pis sokaklardan, bir şey konuşmadan düşüne düşüne gidiyoruz. Ben gördüklerimi zihnime yerleştiriyorum. O bilmiyorum. O ne düşünüyordur. Kendi kendime dedim: “İşte bu halk, Yahudiler, kendilerinden başka hiç kimseye ihtiyacı olmadan, böyle yeni, medeni, bir küçük şehir kurmuşlar, mühendisleri, mimarları, doktorları, muallimleri, idarecileri, koruyucuları, taşçıları, sucuları, hepsi hepsi kendilerinden, para da kendilerinin, kendi bankalarından kendi zenginlerinden alıyorlar. Bunun gibi medeni bir şehir kuran halk, birkaç yıl, muayyen bir maksat ile çabaladıktan sonra, niçin birkaç şehir, bir memleket, bir devlet kurmasınlar?”
Oğuzhan Saygılı’nın bir diğer kritik ettiği kitaplardan biri de okuyanı derinden etkileyen “Allahaısmarladık: Çanakkale Savaşı’nda Bir Şehidin Günlüğü” adlı eserdir.
Eserin kahramanı ve aynı zamanda günlüğün sahibi olan Teğmen İbrahim Naci günlüğünün ilk sayfasına şehit olacağını biliyormuşçasına ailesinin adresini yazarak şu notu düşmektedir: “Bu defter kimin eline geçerse bir şehit hürmetine yukarıdaki adrese göndersin…”
Çanakkale bugün, ne yazık ki, sadece 18 Mart’a indirgenmiş ve markalaşan bir ticaret kapısına dönüşmüştür. Oysaki Çanakkale ne 18 Mart’ta başlamış, ne de 18 Mart’ta bitmiştir. Bu emsalsiz çarpışmalarda Teğmen Naci gibi adlarını bilmediğimiz onlarca vatan evladı vatanları uğruna şehit olmuşlardır. Oğuzhan Saygılı da bu eseri kitabında kritik ederek bir vefa göstermiş olsa gerek.
“İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE” başlığı altındaki ikinci bölümde ise toplamda sekiz kitabın eleştiri ve değerlendirmesi Oğuzhan Saygılı tarafından yapılmıştır. Bunlardan en çok dikkatimi çeken ise “İKİ ARAP GAZETECİNİN ANLATIMI İLE MUSTAFA KEMAL PAŞA” ve önceden de okumuş olduğum “SON OSMANLILAR” adlı iki eserdir.
” İKİ ARAP GAZETECİNİN ANLATIMI İLE MUSTAFA KEMAL PAŞA” kitabı okunmadan önce göz önünde tutulması gereken bir nokta vardır. İstiklâl Harbi yıllarında Gazi’nin Batı Emperyalizmine yönelik iki temel kurtuluş siyaseti vardır. Bunlar Bolşevik Rusya ile uzlaşmak ve Müslüman halkların desteğini arkasına alıp, İngilizleri özellikle Hindistan’da ve Arap yarım adasının belirli bir kısmında işgaller ile meşgul etmektir.
Gazi’nin İslam ahaliyi arkasına nasıl alabildiğini görebilmemiz adına Oğuzhan Hoca kitaptan şu alıntıyı yapmıştır:
“… Allah sanki onu vatanını kurtarması için yaratmış ve onu bu zorlu gün için saklamıştır, onların bozduklarını onun eliyle ıslah etmiş, yıktıklarını imar etmiştir. Nitekim işi çok çetin olduğundan iki kat çaba harcamak zorunda kalmıştır.”
Bir başka alıntıda ise, Arap gazeteci Mustafa Kemal’in Sevr’i tanımamasını “Kemalistlerin kılıçlarıyla parçaladığı anlaşma” olarak tasvir etmiştir.
Aynı bölümde yer alan “SON OSMANLILAR” adlı eser ise Murat Bardakçı tarafından yazılmış bir eserdir. Eserin konusu İstiklâl Harbi sonrası hanedanın yaşadığı olaylardır. Malûm olduğu üzere, hanedanlık 1 Kasım 1922’de kaldırılmış ve bundan 16 gün sonra son Osmanlı Sultanı Vahdettin İngiliz zırhlısına binerek yurtdışına iltica etmiştir.
Vahdettin’in yurtdışına gitmesiyle ailenin reisi konumuna son halife Abdülmecit Efendi getirilmiş fakat kendisinin hiçbir siyasi salahiyetinin olmadığı kendisine bildirilmiştir.
İlerleyen dönemde ise, kimi zaman Abdülmecit’in, kimi zaman saltanat sevdalılarının hatalarından dolayı meclis ve Gazi Osmanoğulları’nın yurtdışına çıkmasına karar vermiştir.
Bu sürgün ile birlikte aile Avrupa’da başlarda uyum sağlayamamış ve geçim sıkıntısına düşmüştür.
Fakat bir diğer açıdan baktığımızda ise, Osmanoğulları’nın soyu bu sürgün ile devamını sürdürebilmiş ve ne Fransız İhtilâli’nde, ne de Bolşevik Devrimi’nde olduğu gibi kanlı bir son ile karşılaşmamışlardır.
Hanedanın bu başına gelenler elbette Gazi Paşa’nın suçu değildi. Gazi’nin Anadolu’ya ayak bastığı andan itibaren yapmaya çalıştığı belliydi: Halkı örgütlemek. Fakat Sultan Vahdettin’in konumunu bir türlü belirleyememesi ve de Damat Ferit gibi bir meczubu toplamda 5 kez sadarete getirmesi, Anadolu hareketini saltanata karşı ihtilâlci bir maiyete sokmuştur.
Bu olaylar olup bittikten sonra sürekli Vahdettin’in hain olup olmadığı tartışılmış fakat ortada bir mutabakat sağlanamamıştır. Sultan Vahdettin’in torunu Suade Hümeyra Özbaş dedesiyle ilgili şunu söylemektedir:
“Büyükbabam için vatan hainliği suçlamasını asla kabul edemeyiz. Bir başka konuda hain olanlar çıkabilir ama vatan haini asla çıkmaz. Şah babam İngilizlere inandı, bu onun hatası oldu. Bir saltanatın diğerini yıkacağını düşünemedi.”
Oğuzhan Saygılı’nın “SON OSMANLILAR” eserinden yapmış olduğu bu alıntıda Osmanoğulları açıkça Vahdettin’in yanlışını kabul etmektedirler.
Velhasıl Vahdettin’in tarihimizdeki yeri her zaman tartışmalı ve hassas bir konumdadır. Bu sebeple, Oğuzhan Hoca’nın da kritiğini yaptığı Murat Bardakçı’ya ait olan “SON OSMANLILAR” eseri mutlaka okunması gereken çalışmalardandır.
Kitaplarla Söyleşi 2’nin üçüncü ve son bölümüne ise “SÖZ SANATÇILARIN” adı verilmiştir. Bu başlık altında, Hüseyin Nihal Atsız’dan Cengiz Aytmatov’a, Cengiz Dağcı’dan Ara Güler’e kadar birçok sanatçı ele alınmış ve kritikleri yapılmıştır.
Örneğin, Atsız ile ilgili kısımda Hüseyin Nihal Atsız’ın Adalet Partisi ve Demokrat Parti’den gelen milletvekilliği tekliflerini “Siyaset taviz vermez sanatıdır” diyerek reddettiği belirtilmektedir. Ayrıca, bu sebeple de Türkeş ile Atsız’ın arasının bozulduğu da bahsedilmektedir.
Türk Edebiyatı’nın önemli simalarından olan Cengiz Aytmatov’un hayatının ele alındığı bölümde ise, dikkatleri çeken bir alıntı bulunmaktadır. Cengiz Aytmatov roman yazımında büyükannesinin öneminden şöyle bahsetmektedir:
“Benim televizyonum büyükannemdi. Çünkü bana her gün, ama her gün çeşit çeşit masallar anlatırdı… Sabahtan akşama kadar ondan masallar dinlerdim. Benim bu masalları iyi dinleyip dinlemediğimi kontrol etmek için bana bu masalları tekrar ettirirdi. Ben de büyükannemden dinlediğim masalları yeniden ona anlatırdım. Bu masallar benim edebi altyapımı hazırladı, kültürümün zeminini oluşturdu, yazı dünyam için bir hazırlık oldu…”
***
Kitabının üçüncü bölümünün sonunda ise, Elif Yavaş’ın yazarımız Oğuzhan Saygılı ile yapmış olduğu bir röportaj bulunmaktadır. Bu röportajda Oğuzhan Saygılı’nın söylediği ve benim dikkatimi çeken bazı satırbaşlarını sizlerle paylaşmak isterim.
“Kaliteli, nitelikli eserleri, kadir-kıymet bilen ellere ulaştırmak ve bunlardan geri dönüşler gelmesi çok güzel bir mutluluktur”
“Bu topraklarda kötülük iyilikten daha hızlı yayılmaktadır. Hırsızlardan, vatan hainlerinden, kötü insanlardan daha fazla cesaretli ve çalışkan olmadığımız takdirde bu coğrafyada tutunamayız. Çünkü onlarca imparatorluğu, yüzlerce devleti yutmuş coğrafyanın üzerinde bilgisiz yaşananının imkânı yoktur.”
“Başımıza bir kaza, bela gelmez ise, şımarmaz isek, Allah bize ömür verirse, ölene kadar bu işi (Okura kitap tedariki) devam ettirmeyi düşünüyoruz.”
“Kitap Şuuru faaliyetlerimizin en önemli omurgasını kitap hediye kampanyaları oluşturmaktadır. Şimdiye kadar ortalama 150.000 lira değerinde, son bir yılda da15 bin kitap ve dergi ulaştırmışız müdavim ve takipçilerimize. Ülkemizin hemen hemen her şehrinde hatta bazı önemli ilçelerimizde yaklaşık 1.000 civarı takipçilerimiz bulunmaktadır. Elimizdeki verilere göre, hediye ettiğimiz kitaplara göre değişmekle beraber, yüzde 40 ile 80 oranında okunduğunu, gelen yorumlardan anlamaktayız.”