Osmanlı Devleti, tarih boyunca Avrupa topraklarında egemen olmak için çarpıştığı Almanlarla müttefik oldu ‘’The Great War’’ adını verdikleri I. Dünya Savaşı’nda.
Konjonktür ve tarihler değişmişti. Devletlerarası ilişkilerde baki kalan dostluk, düşmanlık gibi kavramlar yoktu. Bu sefer, Türklerin son büyük cihan-şümul imparatorluğu Osmanlı ile Almanya, Avusturya-Macaristan ve Balkan Savaşları esnasında ciddi çatışmalar yaşadığı ülke Bulgaristan ile beraberdi Osmanlı.
Kırım Savaşı (1854-1856) esnasında mücadele ettiği Rusya’ya karşı yanında olan İngiltere ve Fransa ise düşmanıydı artık.
Osmanlı, Çanakkale adında bir destan bıraktı tarihin en derinliklerine bu büyük savaşta. Çanakkale sadece bir cephe adı değildi. Bir destan, kahramanlık, yücelik adı oldu. Üzerinden bir asır geçti harbin. Harp ama ne harp! Mehmet Akif Ersoy bir şiir yazdı. Üzerinden bir asır değil bin asır geçse de Türk milleti bu şiiri ve kahramanlığı ruhunun en derin noktasında hissedecek.
Yokluğun, yoksulluğun vatan savunmasına engel olmadığını, yedi düvel de gelse en gelişmiş teknolojiyle, nefsin yedi katını aşanlara karşı yedi düvel bir hiçti.
Kut-ül Amare adlı bir bölgede, bugün Irak’ta, yani bir zamanların mürekkep ve kâğıt cennetinde Osmanlılar Çanakkale’den sonraki son büyük direnişe imza attılar. İngiliz basını bu olayı sakladı. Kuvvetli ve tam donanımlı İngiliz ordusunun esir olması tam anlamıyla Avrupa’nın adalı milleti İngilizler için facia olmuştu. Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa ise soyadını bu başarıdan aldı.
Bütün cephelerde direniş ve mücadele bittiğinde Osmanlı, son kurşununu attı sanıldı.
Sevr gösterildi. Millet, bunu kabul etmedi. Üç kıta, yedi deniz günleri bitmişti. Şanlı zaferler kendini yenilgilere bıraktı. Sevr ile ufacık toprak parçaları gösteriliyordu bu millete.
Bir gün Osmanlı’nın son meclisi ‘’Son Osmanlı Mebusan Meclisi’’ toplanmış ve Misak-ı Milli adında bir karar almıştı. Bir harita çizildi. Kerkük, Batı Trakya, Batum ve Hatay anavatana dahildi. Meclis, payitahtın işgali üzerine kapatıldı. İngilizler sayesinde oldu. Kırım Savaşı’nda müttefik olduğumuz, Sultan III. Murad döneminde ise ilişkilerimizi geliştirdiğimiz, İspanya’ya karşı ittifak kurduğumuz İngilizler.
Osmanlı’nın son Afrika toprağında Trablusgarp’ta, Enver Paşa ile direnişe giden, Balkan Türklerinin en güzide şehirlerinde dünyaya gözlerini açan, Çanakkale’de gösterdiği başarılardan ötürü akıllarda kalan ve unutulmayacak bir isim olan Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in işgali olayından kısa bir süre sonra Bandırma ile Samsun’a 9. Ordu Müfettişi olarak ayakbastı.
Tarihler, bu sefer bitmiş ve tükenmiş olduğu hissedilen bir milletin yeniden inkişafına tanıklık edecekti.
Kongreler yapıldı. Sıra sıra…
Erzurum, Sivas, Pozantı, Alaşehir…
Amasya’da milletin kararının üstünde bir karar olmadığı anlaşıldı. Meclis açıldı. Silahlı direnişler kendini Anadolu’nun dört bir tarafında gösterdi.
Lozan imzalandı. Artık, Türklerin babası olarak dünya basınında yer bulan Mustafa Kemal, Atatürk olmuştu. İlkeleri vardı. Kurduğu partide bu ilkeleri hayata geçirdi. Daha yeni bir rejim kurmasına rağmen çok partili hayata geçiş denemeleri gerçekleştirmeye çalıştı. Aklında olan fikirler vardı.
Misak-ı Milli büyük ölçüde gerçekleşmişti. Ama gerçekleşmeyen yerlerde vardı. Kerkük ve Musul, Hatay gibi. Mustafa Kemal Atatürk, hasta yatağında dahi vücut sağlığından evvel bu milli meseleyi düşünüyordu, kendi sağlığından önce milletim diyordu. Hatay diyordu!
10 Kasım 1938…
Saat 09.05 olduğunda Türk Kurtuluş Savaşı’nı başlatan, Cumhuriyet’i ilan eden, tarih boyunca Türk ismiyle kurulmuş üç Türk devletinden biri Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Atatürk ‘’Gaza eyleyerek hoşnut eylediği peygamberin, son peygamberimiz Hz. Muhammed’in (SAV) yanına göçmüştü.’’
Hatay’ın anavatana katıldığını görmedi, ömrü yetmedi ama bütün Türk uluları ile bizi cennetten izliyor.
Biz de o ve ondan evvel bu topraklar için kanını dökmüş, yardan ve serden geçmiş, medeniyetler inşa etmiş tüm büyüklerimizin aziz hatıralarını yaşamak ve yaşatmak için buradayız.
Elimiz kalem tutuyor. Kalem ve kelamın öneminin farkındayız.
Geçmişi unutmayacağız ki, geleceği daha iyi anlayabilelim. Hafızamız olan, Tarih bilimi bizim gibi bir millet için ne kadar değerli olduğunu anlayalım.
Farkında olmak, inkılap yapmaktır. Avrupa, son imparatorluğumuz ile olan mücadelesinde bütün ticaret, deniz yollarının bizde olduğunu görünce yeni yolların arayışında buldu kendini.
Fatih Sultan Mehmet farkında olmasaydı İstanbul’u alabilir miydi? Ya da kara göklerin kül renklerle kapalı olduğu bir zamanda, kaos vaktinde Mustafa Kemal ‘’Kurtuluş’’ perdesini aralayabilir miydi?
Çağ, değişti.
II.Dünya Savaşı(1939-1945) ve onun fragmanı olan I.Dünya Savaşı(1914-1918) sonuçları ve nedenleri bakımından Batı zihniyetinin kendi içinde savaşıdır. Savaşın gelişimini ve kullanılan silahları incelersek asırlar önce konuşan bizim toprakların insanı olan, halk ozanı Köroğlu’na hak veririz.
Ulus devletler çağı içinde millet olabilmek, ulus devletin ayakta kalabilmesi için hayati bir yere sahip. Etnik köken ayırt etmeksizin, kendini Türk hissedebilmek Atatürk’ün milliyetçilik anlayışını yansıtır. Fakat yukarıda bir ‘’hissetmek’’ kelimesi geçiyor.
Hissetmek, düşünmek ve uygulamak…
Beynimizdeki bir lob sağ lob, diğer lob sol lob’tur. Sol lob, erkek beyni olarak adlandırılır. Bu beyin mantık beynidir. Sağ lob ise, kadın beyni olarak adlandırılır. Bu beyin duyguların olduğu beyin. Hissetmek ise her şeyden önce duygu yüklü bir eylemdir.
Aşkların sadece bedensel zevkler ve para üzerine kurulduğu, görsel basında devamlı ‘aşk gibi ulvi bir olayı kısa süreliğine yaşa’ reklamlarının etrafımızı sardığı bu dünyada, hislerimizin öldürüldüğü bir çağda hissedebilmek ve anlayabilmek herkesin idrak edebileceği olaylar olmasa gerek.
Hiç düşündünüz mü? Sosyal medya sitelerinde hikâye adlı bir kısım neden var? Hemen kaybolan paylaşımların ne önemi var? Aslında bu olay gayet basit.
Haz ve hız toplumu…
Milletimizi hızlı ve zevk dimağlarını daima diri tutan hale getirilmesi bir gerçek. O yüzden medya haberleri çok hızlı geçiyor.
Şehit haberlerine ayrılan süre ile çok zengin bir iş adamının lüks düğünün ekranda yer bulduğu süre aynı.
Hikâyeler atıldıktan bir gün sonra ‘’Büyük Veri Çöplüğü’’ adını verdiğim ortamda kayboluyor.
Teknoloji akıl almaz bir hızla gelişiyor. Bu da bizim şehirlerarasında, ülkeler arasında daha hızlı yol kat etmemizi sağlıyor. Bu hızlı yol kat etmede sağlık teknolojileri gelişiyor, eskiden rahatsızlığı ömür boyu sürecek olan hastalar artık bugün gelişen teknolojinin nimetlerden istifade edip iyileşebiliyor. Bu, her anlamda iyi sonuçlar doğurmuyor. Yolculukların bu kadar kısa sürmesi, beden sağlığımız adına her zaman olumlu sonuçlar doğurmadığını gözlemlemişsinizdir.
Gelecek, geçmişten daha zor olacak.
PISA verilerine göz atarsak (kaçıncı sıralarda olduğumuzu çok içler karartıcı olduğu için eklemiyorum) çocuklarımızın ve gençlerimizin mezun olduklarındaki donanımla kendimize rakip olarak gördüğümüz, kıyaslama yaptığımız ülkelerle bakacak olursak çok kötü bir vaziyette.
Dünya değişirken ailemiz de zarar görüyor. Boşanma oranları her geçen gün artıyor. Haz ve hız toplumu en ufak bir tartışmada, çatışmada, fikir ayrılıklarında sevginin tamir edici ve birleştirici etkisi unutuluyor. Hele hele Z kuşağı bu konuda eskileri hatırlama, vefa gibi duygulardan (bütün Z kuşağı doğumlular dâhil değil tabi) kendinden önceki kuşağa göre çok yoksun.
Bu milletin mukaddesatına saldırı hiç olmadığı kadar kuvvetli. Aile çözülüyor, sosyal medya sayesinde artık herkes kendi kurgusal evreninde bir medya patronu. Bu iyi sonuçları karşımıza çıkarıyor. Kendini geliştirebilen, içerik üretebilen insanlarımız ülkenin bir ucundaki kişiyle etkileşim kurup tanışabiliyor. Ama o kurgu dünyalarındaki medya patronları gençlerinin birçok büyük bir kısmı, çocukları hedef alıyor.
Dışardan gelebilecek tehlikeye karşı her zamankinden daha zor artık çocukları koruyabilmek. Dışardaki arabanın çarpmasını engelleyebilirsiniz ama ‘’Bugün sokaktaki çocuğu nasıl kışkırttım?’’ gibi hiçbir anlamı olmayan, saçma bir videodan koruyabilmeniz çok daha zor.
Toplumu ayakta tutan, töredir. Yazılı olmayan hukuk kurallarıdır. Aile zayıflayınca törenin de bir anlamı kalmıyor. Ellerden düşmeyen akıllı telefonlar, sohbeti engelliyor. Sohbet edilmeyen ve bir ‘’Merhaba’’ kelimesinin bile uzak olduğu bir ailede, sevgi ve ilerleme olamaz.
Siyasi anlamda müttefikler her zamankinden daha hızlı değişebiliyor. Bir asır evvel Sarıkamış’ta mücadele ettiğimiz Ruslarla bugün dünya siyaseti gereği dostuz. Dostluktan ziyade karşılıklı çıkarlarımız için şimdilik beraberiz. Soğuk Savaş esnasında karşı karşıya geldiğimiz Ruslarla…
Dünya değişirken, mukaddesatı korumak bizim en kıymetli vazifelerimizden biri. İki dünya saadeti için, değişen dünyayı iyi takip etmeliyiz. Nimetlerden iyi yararlanmalıyız.
Endüstri 4.0 için biz neler diyebiliyoruz?
Çevremizi saran tehditlere karşı, milli güvenlik bilinci ne düzeyde?
Medya okur-yazarlığımız hala istenilen seviyede mi?
Bu soruların cevaplarını aralayalım, bulalım.
Cihanı takip ederken, âlemden olmamak lazım.