Cennet Vatan deyip geldim Kırım’a,
Bülbül kıskandıran bağlar yok olmuş.
Bu hâli görünce gitti ağrıma,
Ölüler mezarsız, sağlar yok olmuş.
Kırım…
Çok da uzak olmayan zamanın birinde Hansaray’ın bahçelerinde bülbüller öten Kırım, bugün bize derince bir iç çektirirken, uzaklara dalmamıza sebebiyet veren bir yurt hâline geldi. Millet efrâdından olmayanı ihtişamıyla büyüleyen ve motifleriyle Türk’ün zihin dünyasını süsleyen bu küçük coğrafyanın diğer birçok Türk yurdunda olduğu gibi ne ara avuçlarımızdan kayıverdiğini havsalamız almamakta ısrar ediyor. Peki, Kırım milletimiz için ne ehemmiyet arz etmektedir? Bu coğrafyanın gözyaşları bizim içimizi neden bu kadar acıtmaktadır?
Gerek milattan önce gerekse milattan sonra Türklerin göç yolunun üzerinde bulunması ve Türk boyları tarafından yerleşilmesi hasebiyle bizim Kırım’la tanışıklığımız oldukça eski zamanlara uzanmaktadır. Hazar Denizi’nin kuzeyini takip ederek Karadeniz’in kuzeyine gelen Türk boyları, bu coğrafyada yerleşerek devletlerinin tohumunu serpmişler ve buradan Avrupa’ya doğru akınlara başlamışlardır. Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Hazarlar, Sabarlar, Kumanlar (Kıpçaklar), Peçenekler ve Uzlar bu coğrafyada at koşturup kurultaylar düzenlemişler ve güçlü siyasî teşekküller oluşturmuşlardır. Öyle ki, Kıpçak boylarının burada yerleşmesinden sonra bu coğrafyaya Deşt-i Kıpçak denmiştir. Türk boylarıyla olan yaşanmışlıklardan sonra Cengiz Han bu topraklara hâkim olmuş; akabinde Altın Orda Hanlığı da yine onun torunları tarafından bu coğrafyada kurulmuştur. Altın Orda Hanlığı ise Emir Timur tarafından ortadan kaldırılmıştır. Böylece Kırım ve Kazan Hanlıkları da devletin siyasî mirasçıları hâline gelmişlerdir.
Bu esnada Anadolu’nun kapıları yiğit Oğuz boyları tarafından zorlanmış ve Türk yurdu olması yolunda önemli mesafe katedilmiştir. Şanlı Malazgirt Zaferi’nin ardından Bizans’a bitirici bir darbe vurularak Anadolu vatanlaştırılmıştır. Çok geçmeden bu topraklarda kurulan çeşitli beyliklerden biri olan Osmanoğulları Anadolu’daki siyasî karmaşaya son vermiş ve önüne geçilemez yükselişinin ilk tohumlarını bu zamanlarda atmıştır. Anadolu’da sağlanan millî birlik diğer Türk yurtlarını da kucaklar bir güç hâline gelmiştir. İşte bu esnada Anadolu Türklüğüyle Deşt-i Kıpçak Türklüğü bir bütün hâline gelmiştir. Tâ ki 18. yüzyıla kadar…
1774’teki Küçük Kaynarca Anlaşması’yla beraber Kırım’ın kaderi zalim Rus’un takdirine terk edilmiştir. Rus hâkimiyeti esnasında siyasî manevralar gereği Kırım halkına yumuşak politikalar uygulansa da, tarih Kırım Türklerinin sindirilmesi ve nihayetinde yok edilmesine yönelik büyük bir mezalime şahitlik etmiştir. Ülkenin sahil kesimindeki geniş araziler Rus subaylarına tahsis edilmiş, Rusya’nın farklı bölgelerinden çeşitli milletler veya topluluklar özellikle getirilip Kırım’a iskân edilmiş, başta Kırım (Tavrida) olmak üzere Türkçe yer adlarının yerine Rusçaları ikâme edilmiştir. Çok geçmeden Tatar asilleri de varlıklarını yitirmiştir. Öte yandan Türk köylüsü ve çiftçisi de çok zor durumda kalmıştır. Görüldüğü üzere Ruslar Kırım’ın Türk kimliğini sistematik olarak yok etmeye yönelik tüm yolları kullanmışlar ve nihayetinde 150 yıllık süre zarfında Kırım’dan Türkiye’ye doğru beş büyük göç dalgası gerçekleşmiştir. 20. yüzyılın başlarına kadar Türkiye’ye göç eden Kırımlı Türklerin sayısı 1.200.000’dir. Kaldı ki bu baskı ve zulüm sadece bu tarihlerle sınırlı kalmamış, 20. yüzyılın ortalarında Kırım’daki müslüman ve Türkler (191.014 kişi) zorla vagonlara doldurulmak suretiyle vatanlarından sürülmüşlerdir. Bu göç hareketleri ve sürgünlerle beraber bölgenin demografik yapısı önemli oranda bozulmuş ancak Kırım’ın kadim bir Türk yurdu olduğu gerçeği bugün hâlâ tamamen yok edilememiştir.
Kırım uygulanan cebre rağmen bugün hâlâ Türk kalabilmişse bunun en büyük sebeplerinden biri Gaspıralı İsmail Bey’dir. Bu fedâkâr ve azimli Kırım Türkü ömrünü ‘Dilde, Fikirde, İşte Birlik’ şiarına vakfetmiştir.
Bahçesaray yakınlarındaki Avcıköy’de doğan İsmail Bey mahallî Müslüman mektebiyle öğrenimine başlamıştır. Akabinde Akmescit’teki Rus okulunu bitirince Moskova’daki Harp Okul’na kaydolmuştur. Özellikle Moskova’daki askerî tahsil yıllarında genç İsmail dönemin Rus fikir hayatını ve aydınlarını yakından tanımak imkânını bulmuştur. Burada tanıştığı Rus aydınlarına derin saygı duymakla birlikte, o yılların Moskovası’nın anti-Türk karakterdeki Pan-Slavist atmosferi onda aksi tesir doğurmuştur. O yıllarda devam etmekte olan Girit isyanında Rum asilere karşı mücadele eden Osmanlı askerlerine katılmak arzusuyla yakın arkadaşı Mustafa Mirza Davidoviç ile birlikte gizlice Türkiye’ye geçmeye teşebbüs ettiyse de Odesa’dayken yakalanmıştır. Bu şekilde Çarlık Rusyası’ndaki askerî talebelik kariyeri sona erince Bahçesaray’a dönerek buradaki ünlü Zincirli Medrese’de Rusça muallimliğine başlamıştır. Bir süre sonra Kırım’dan ayrılan Gaspıralı özellikle Paris olmak üzere çeşitli Avrupa şehirlerinde vakit geçirdikten sonra çok istediği zabit olma hayalini gerçekleştirmek üzere İstanbul’a gelmiştir. Ancak burada geçirdiği bir yıla yakın süre içinde müracaatına olumlu karşılık alamayınca tekrar Kırım’a dönmüştür.
Bahçesaray’da belediye başkan yardımcılığı ve belediye başkanlığı görevleri yapmıştır. Artık bundan sonraki hayatında Rusya’daki Müslüman Türklerin haklarını yayınlar vasıtasıyla usulünce haykırmaya devam etmiştir.
Gaspıralı, bütün Türklerin birlik olabilmesi için, öncelikle cemaat olma fikrinden kurtulup millet olma hissine sahip olunması gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden Rusya dâhilindeki milyonlarca Müslüman cehalet ve ekonomik çöküş durumundan kurtulmalı, tecrit olunmuş cemaatlerden birleşmiş, modern bir millet haline dönüşmeliydiler. O, ayrı ayrı lehçeler kullanmanın dilde birliğe engel olduğunu, millet olabilmek için ortak bir edebî dil olması gerektiğini savunuyordu. Onun bu hususta yazdığı yazılar, dilde birliğe giden yolda ne kadar gayret ettiğini açık şekilde ortaya koymaktadır.
Rahmetli İsmail Bey’in bu millete dil ve kültür birliği hususunda insan ömrüne sığmayacak kadar faidesi dokunmuştur. Ancak uğruna ziyadesiyle emek verdiği en büyük arzusu Türkiye Türkçesi temelinde müşterek Orta Asya Türkçesini tesis ederek tüm Türk dünyasının bağlarını kuvvetlendirmekti. Sözün özü istediği öyle bir dildi ki, konuşulduğu ve yazıldığı zaman İstanbul’daki hamal ve kayıkçı ile Şarki Türkistan’daki deve sürücüsü ve koyun çobanı da bu dili anlayabilmeliydi. (Saray, 2001). Kendisi dil birliğinin ehemmiyetinin farkındaydı ve yaptığı çalışmalar da ekseriyetle dil birliğini sağlamaya yönelikti.
Gaspıralı’nın, Türk milleti için bu umumî dili gerçekleştirmek maksadıyla şu esaslara dikkat ettiğini görüyoruz:
- a) Yaşayan Türk lehçelerinin mahallî kelimeleri, Osmanlı Türkçesinin en gelişmiş şekli olan İstanbul şivesine uydurularak kullanılmalıdır.
- b) Mümkün mertebe yabancı dil ve kaideler Türkçeden çıkarılmalıdır.
- c) Okur-yazarlar tarafından anlaşılmayan Arapça ve Farsça tabirler tasfiye edilmelidir.
Gaspıralı, bu fikir ve prensiplerini, Tercüman gazetesi başta olmak üzere, yazı yazdığı bütün dergilerde titizlikle uygulamıştır. Yeri gelmişken bahsetmek gerekirse Tercüman Gazetesi Gaspıralı’nın en büyük eserlerinden biridir.
Gazetede kullanılan dil, İstanbul Türkçesini merkeze alan ama bütün Türk lehçelerinde yaygın olan kelimelerle takviye edilen bir dildir. Bu sebeple Tercüman Gazetesi, Orta Asya şehirlerinde olduğu gibi, İstanbul, Kaşgar, Mısır ve Hindistan’da okuyucuları olan bir gazeteydi.
1911’den itibaren Tercüman’ın başlığının altında yer alan ve günümüze kadar Türk Dünyasındaki en yaygın sloganlarından biri haline dönüşen “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” ibaresi adeta Gaspıralı’nın adı ile özdeşleşmiştir. Bu slogan, Türk Dünyası’nın dil, ideal ve ekonomi alanlarında birlik oluşturmasını içermektedir.
Toplam 35 yıllık kesintisiz yayın hayatıyla, Çarlık devrinde yayınlanan Türk gazeteleri arasında en uzun süre yayınlanan gazete olmuştur. Gaspıralı, Rusların şartı üzerine gazeteyi hiç çekinmeden Rusçaya tercüme edip metinleri hem Türkçe hem de Rusça yayınlamıştır. Ruslar için büyük bir tehdit olan Tercüman’a devlet tarafından herhangi bir müdahale gelmiyordu. Bunun sebebi Gaspıralı’nın zekice kullandığı dilin devlet tarafından yanlış anlamlara sürüklenmesine müsâade etmemesiydi. Tercüman; etkisi, öncülüğü, ciddiyeti ve Usul-i Cedîd’e yaptığı hizmetler bakımından da önemlidir.
İsmail Bey’in eğitimde ‘Yeni Metod’ görüşü de bahsedilmeye değer bir bahistir. Eğitimde oldukça başarılı olan Gaspıralı, eğitimde reformun ilkokuldan başlaması gerektiğini savunmuştur. İsmail Bey mektepte reform yapılması konusunda niçin bu kadar ısrarla durduğunu şöyle izah etmektedir; “1881 yılında topladığım malûmata göre Rusya Türklerinde on altı bin küsur mahalle mektebi, iki yüz on dört medrese mevcut olup, bu on altı bin mektepte, yarım milyon Türk çocuğunun beşer sene ömürleri çürütüldüğü hâlde onlara beş satır Türkçe okuyup yazma bile öğretilmediğini ve ancak Kuran okuma ve namaz duaları öğretilmekle yetinildiğini gördüm. Bu mahalle mektepleri, sırf dinî addolunduklarından dolayı resmen dinî idarelerin (İdare-i Şer’iyye) nezaretinde, hakikatte ise hiç kimsenin nezaretinde bulunmuyorlardı.”
Halkının kültürel mânâda çıkmaza girdiğini, günden güne Türk çocuklarının kimliklerini yitirmeye yüz tuttuğunu gören Gaspıralı ilk Usul-i Cedit okulunu açmıştır. Bu okullarda, kendi geliştirdiği “usul-i savtı” yöntemiyle 40 günde Türkçe okuma yazma öğretmeye başlamış, “Hoca-i Sıbyan” adlı ders kitabını bizzat hazırlayarak okullara dağıtmıştır. 1914’e gelindiğinde, Gaspıralı İsmail’den esinlenerek açılan Usul-i Cedîd okullarının sayısının, Rusya çapında 5 bine ulaştığı iddia edilmektedir. Geliştirdiği Usul-i Savtiye (Fonetik Usul) adlı öğretim metodu; bizzat yazdığı okuma/ders kitapları; Bahçesaray’da kurduğu ve Kırım Tatarları için bir ilk olan matbaasında bastığı kitaplar ve nihayet Rusya Müslümanlarına dönük yürüttüğü siyasi çalışmalar reform niteliğinde çalışmalardır.
Yaptığı icrâatler ve verdiği matbû eserlerden de anlaşılacağı üzere Gaspıralı, Batı’yı örnek almak yerine, Batı’nın örnek aldığı bir Türk-İslâm medeniyetinin kendi çağında nasıl bir ülke oluşturabileceğini tasavvur etmiştir.
Gaspıralı İsmail Bey ömrünü güzel vatanı Kırım’a ve şanlı Türk milletine hizmete adamıştır. Yaşadığı zamana göre oldukça fazla memleket görerek edindiği tecrübelerle millî şuurunu bir potada eriterek Türk milletinin ‘Dilde, Fikirde, İşte Birlik’i için mücadele etmiştir. Kut’lu bir dâvâya îman etmiş biz gençlerin de İsmail Bey’in mücadele azminden bir parça taşımasını temenni ediyorum. Sözlerime son verirken; büyük Türkçü Gaspıralı İsmail Bey Türk gencine sesleniyor:
Aman, oglum, satma sakın elindeki topragı,
Anan kibi seni besler bereketli kucagı.
Piçen, arpa, aş istemez, verir sana bunları,
Sefil rezil olma sakın, satıp ana topragı.