<<Eğitim>> bir sosyal vâkıadır. Gerçekten de, târih boyunca, <<eğitimden>> mahrum bir tek insan cemiyeti dahi gösterilemez. En ilkel guruplarda dahi, eğitim, <<yaygın>> olarak varlığını sürdürmüştür. Esasen insan gurupları, <<sosyal verâsetlerini>> nesilden nesile aktararak gelişebilmişlerdir.
Görülüyor ki eğitim faâliyetleri, <<okul>> faâliyetlerinden çok daha öncedir. Her millet, bütün târihi boyunca, çeşitli konularda edindiği bilgileri, mahâretleri, değerleri ve tavırları geliştirerek kendinden sonraki nesillere aktararak zaman içinde daha güçlü ve daha ileri bir seviyeye ulaşmaya çalışır. Bütün kültür ve medeniyetimizde <<geçmiş nesillerin payı>> çok önemli bir yer tutar. Gerçekten de atalarının <<tecrübelerinden>> istifâde edebilen en önemli canlı insandır. Her medeniyetin ve kültürün arkasında, onlara destek olan bir târih hazînesi vardır.
İnsan guruplarının hayvan guruplarından en önemli farkı tabiattan kültüre sıçraması, bu kültür değerlerini biriktirebilmesi ve kendinden sonraki nesiller aktarabilmesidir. İnsan, bu sayede güçlü medeniyetler kurabilmektedir. Tabiat’taki müşahhas ve materyal değerlerle yetinip kaldığı, tecrid (soyutlama) kabiliyetinden mahrum olduğu, târih yapamadığı ve atalarının tecrübelerinden faydalanamadığı için <<hayvan gurupları>>, kültür ve medeniyete ulaşamamışlardır.
Anlaşılıyor ki eğitim her şeyden önce, bizden önce yaşayan nesillerin <<tecrübelerini tevârüs etmek>>, daha sonra bu tecrübeleri millî ve <<çağdaş>> ihtiyaçlara göre, <<yeni bir kompozisyon>> kendi tecrübelerimizi katarak geliştirmektir. Bizden önceki nesillerin tecrübesi derken, bütün <<beşeri tecrübe>> kast edilmekle beraber, <<millî tecrübeyi>> temel alıyoruz. Millî tecrübeyi temeline almayan bir eğitim, sakattır, gelişmeye değil <<yabancılaşmaya>> sebep olur.
Zaten okul, sosyal bir vâkıa olarak eğitimi, millî ve çağdaş ihtiyaçlara göre, mütehassıslarca düzenlemek zarûretinden doğmuştur. Günümüzde <<örgün eğitim>> dedikleri <<okul eğitimi>>, şayet <<millî eğitim>> olmak iddiasında ise, <<millî ham maddeyi>> ihmal edemez, inkâr edemez, ona sırt çeviremez, onunla zıtlaşamaz. Aksine, millete ait sosyal, kültürel, ekonomik hatta politik tecrübe ve ham maddeyi millî ve <<çağdaş>> ihtiyaçlara göre geliştirmeye, inceltip yüceltmeye çalışır. Millî eğitim genç nesilleri, târihine, kültürüne, ülkülerine ve hiç şüphesiz <<çağa>> yabancılaştırmaz.
Okul programlarında millî destanlarına, millî motiflerine, millî kahramanlarına, millî kültür unsurlarına, kendi medeniyetine, kendi inanç ve törelerine gerekli önemi ve ağırlığı vermeyen, aksine, kendi tarihî kültür ve medeniyetini bırakarak <<medeniyet değiştirmeye>> kalkan bir eğitime gerçekten <<millî>> demek imkânı kalır mı? Kanaatimizce <<medenileşmek>, yabancılaşmadan çağdaşlaşmaktır. Gerçekten de her millet, çocuklarını kendi değerleri içinde yoğurarak ve yeni şartları ve gelişmeleri de nazara alarak başarılı kılmak ister.
Bir milletin eğitimini etkileyerek ve biçimleyen o kadar çok faktör vardır ki, bunlardan hiçbirini ihmal edemezsiniz. Bu sebepten, eğitim sadece ekonomide meydana gelen değişmelerle ele alınamaz. Hiç şüphesiz, <<tarım toplumundan>>, <<sanayi toplumuna>> geçen bir ülkenin eğitimi de önemli ölçüde değişir ama <<millî eğitimi>> biçimlendiren tek faktör bu değildir.
KAYNAKÇA Seyit Ahmet ARVASİ, Türk İslâm Ülküsü 1, sayfa 242-243.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.