Türkler, konargöçer millet olma özelliği ile târihin her evresinde yeni yerlere göç edip yurt tutmuşlardır. Tabiî görülen bu hareketlerinin dışında Türklerin mâruz kaldığı irâde dışı göçler de çoğunluktadır. Farklı dönemlerde dünyanın birçok yerinden sürgün edilen ya da göçe mecbur bırakılan muhtelif Türk toplulukları, uzun ve çileli bir yolculuk olan bu hâdisenin bir sonucu olarak çeşitli zorluklarla da mücâdele etmek durumunda kalmışlardır. Göç hâdisesi gerçekleşmeden önceki psikolojik baskılar ve yolculuk sırasında baş edilmesi gereken güçlükler bir yana, göçmenlerin yerleştikleri bölgelerde farklı kültürlerle karşılaşmaları ve baş gösteren uyum sorunu gibi üstesinden gelinmesi gereken birçok mesele vuku bulmuştur.

Göç, durup dururken meydana gelen bir hâdise değildir. Bu hâdisenin birçok nedeni olmakla birlikte, etnik ve dinî farklılıklardan kaynaklanan tahakküm ile ekonomik nedenler bu eylemin ortaya çıkmasında başat etkenlerdendir. Acı ve gözyaşı ise göç hâdisesinin mutlak sonuçlarıdır. Doğup büyüdükleri, havasını soludukları, ekmeğini yedikleri ve yurt bildikleri topraklardan gönderilmek istenen insanlar bu duruma imkânları mucibince direnç göstermeye çalışsa da bir başlarına üstesinden gelemeyecekleri bir meseleden söz ediyoruz. Bugün Doğu Türkistan’da yaşananlar, bunun en açık örneğidir. Öyleyse yapılması gereken, siyâsî arenada onları yalnız bırakmamak, bu zorlu mücâdelede bir dayanak teşkil etmektir. Bununla beraber, yaşananları -günümüzde nispeten mümkün olan – çeşitli faâliyetlerle önce kendi insanlarımıza, sonra dünyaya duyurmak da mücâdelenin önemli bir parçasıdır.

Bu hususta, Gülbahar Kurtuluş, Bulgaristan’dan Türkiye’ye gerçekleşen göç dalgalarının sonuncusu olan 1989 Göçü’nü gündeme getirerek hâfızalardan silinmemesi için elini taşın altına koymuştur. Kendisi de Bulgaristan göçmeni bir âilenin ferdi olan Kurtuluş, 30.yıl dönümünde kaleme aldığı eserle zorunlu göçü kamuoyuna duyurmayı ve bu acı hâtırayı unutulmaz kılmayı amaçlamış; çalışmasını asimilasyon sürecinde yitirilen Türkan Bebek ve diğer tüm şehitlerimize adadığını belirtmiştir.

Akademik çalışmalarını Türkiye ve Bulgaristan’da gerçekleştiren Kurtuluş’un 1989 Bulgaristan Türklerinin Göç Hikâyeleri – Bir Sözlü Tarih Denemesi adını verdiği ve aynı zamanda yüksek lisans çalışması olan eser, Karakum Yayınevi’nden çıkmıştır. Adından da anlaşılacağı gibi çalışma için sözlü târih yöntemi tercih edilmiştir. Yazar bunun başlıca nedenini, asimilasyon ve zorunlu göç tanıklarının pek çoğunun hayatta olması, olarak açıklıyor.

Balkanların ve Bulgaristan’ın târihine değinilen “Giriş” bölümü dışında kitap üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde Bulgaristan’dan Türkiye’ye gerçekleşen 1989 yılından önceki tüm göç hareketlerine târihî zâviyeden bakılıyor. İkinci bölümde Bulgaristan Türklerini 1989 Göçü’ne zorlayan sebepler irdeleniyor. Üçüncü ve son bölümde ise “Büyük Göç” olarak adlandırılan, Türklerin zorunlu göçü ve iskânı konusu ele alınıyor.

Eserin akademik bir çalışma olması; göçün öncesindeki ortamı, göçe gelinene kadarki süreci ve göçün sonucunu bir bütün olarak anlamayı mümkün kılıyor. Dolayısıyla, çalışmanın tüm bölümlerinin birbirini tamamlayıcı bir görüntü içerisinde olduğu söylenebilir.

Çalışmada görüşmelerin yapıldığı kişiler, Bornova’ya yerleşen göçmenler arasından seçilmiştir. Görüşmeciler numaralandırılarak tanımlanmış ve bu kişilerin görüşlerine kitabın ikinci ve üçüncü bölümlerinde yer verilmiştir.

Sözlü târih metodunun önemi, görüşmecilerin aktardıkları bilgiler dikkate alındığında çok daha iyi anlaşılmaktadır. Kitap aracılığıyla onlarca göçmen ile tanışmak; her birinin derdine ortak olmak, târihin ta kendisi bu insanların kederlerini yüreğimizde hissetmek ve târihe acı bir hâtıra olarak kaydedilmiş mâlûm hâdisenin hafızalarımızdaki yerini pekiştirmek, sağlamlaştırmak, unutmamacasına korumak imkânını elde ediyoruz.

Görüşmecilerden edinilen bilgiler arasında nelerle karşılaşmıyoruz ki! Türkçeye hasret kalanların özlemi, aslen Bulgar oldukları gerekçesiyle asimilasyona mâruz bırakılanların yaşadığı çâresizlik, isimleri değiştirilenlerin (mezar taşları buna dâhildir) feryadı, buna râzı olmayanların gördüğü işkenceler, meşhur Belene Kampı… Türk okullarının sayısının günbegün azaltılması, dinî hayata büyük ölçüde müdâhale, din olgusu çok güçlü olmadığı hâlde Müslüman Türklerin karşısına bir kuvvet oluşturmak kaygısıyla güdülen Hıristiyanlaştırma politikaları, daha neler neler… Ve tüm bunlarda hiç de şaşırtıcı olmayacak şekilde, Rusların da parmağının oluşu…

Bilindiği gibi, özellikle son yüzyılda -azınlık oldukları bölgelerde- Türkleri ortadan kaldırmanın en iyi yolu onları Türkiye câsusluğuyla suçlamaktır. Bu, çok tercih edilen bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Bir Türk’ün başka bir Türk’e sempati duyması, onun ajan olduğu anlamına mı gelir? Kur’an’ı Türkiye’ye geldiğinde okuyup irdeleyebildiğini belirten bir Bulgaristan Türkü ile dinini rahat yaşayabilmek için Türkiye’ye geldiğini söyleyen bir Makedonya Türkü arasında nasıl bir fark olabilir? Kitapta yer alan görüşmelerden birinde görüşmecinin Cumhuriyet Bayramı’nda göndere Türk Bayrağı çekmesi sonucunda hapis yattığını öğreniyoruz.  Bu durum, Bulgaristan’daki Türklerin Türkiye ile yakın mânevî bağlar barındırdığını açık şekilde gözler önüne seriyor; tabiî Bulgar hükûmetine göre ise Türkiye ajanı olduklarını gösteriyor.

Gülbahar Kurtuluş’un bir Bulgaristan Türkü olması ve çalışmasında izlediği yol bize birinci elden doğru bilgilerin ulaşması açısından önem arz ediyor. Kullanılan kaynakların ve istatistikî verilerle desteklenen tabloların çokluğu güvenilir bilgiye kolaylıkla erişim olanağı sağlıyor. Zîra bu tip konular her zaman propagandaya açık, eğilip bükülebilir ve kulaktan dolma bilgilerin gerçeğin üstünü örtüp gizleyebileceği minvaldedir. Dünyanın tâkip ettiği önemli bir yayın organında Türkiye’nin özgürlük ve demokrasinin kalesi olmadığı hâlde Bulgaristan’daki Türklerin sırf kendilerini daha iyi hissettikleri için Türkiye’ye göç ettikleri yönünde bir ifâde kullanılıyor.(1)  İşte, bu misal, konu hakkında yapılan ve bundan sonra da yapılacak çalışmaların ehemmiyetini ve kıymetini açıkça gösteriyor.

Ele aldığımız eser bu yönüyle zâten pek kıymetlidir. Bununla birlikte, kitabın vesîle olduğu güzel bir olay daha var ki söz etmeden geçmeyelim. Gülbahar Kurtuluş, kitaba çok güzel bir kapak fotoğrafı seçmiş. Fotoğraftaki göç treninin penceresinden dışarı bakan çocuklar, kitabın yayımlanmasının ardından birbirlerine ulaşma imkânını elde ediyor. İki çocukluk arkadaşının yolları bu fotoğraf sâyesinde yeniden kesişiyor; 30 yıl aradan sonra bir araya geliyor, hasret gideriyor, eski günleri yâd ediyorlar.(2)  Böylece, henüz yayımlanır yayımlanmaz kitap, üzerine düşen görevi lâyıkıyla yerine getirmiş oluyor. Sözün özü, kısa süre içerisinde iki baskısı yayımlanan kitabın daha çok yankı uyandıracağına, güzel gelişmelere vesîle olacağına inanıyoruz.

KAYNAKÇA

1 BBC’nin hazırladığı bir belgeselde Bulgaristan Türklerinin zorunlu göçü “trajedi” olarak adlandırıldığı hâlde belgeselin sonunda şu ifadeler kullanılıyor: “Türkiye, özgürlük ve demokrasinin kalesi olan bir ülke değil. Ancak her ne kadar belirsizlikler bir risk yaratsa da kendilerini Türkiye’de, inançlarını, kültürlerini ve bizzat kendilerini ezen Bulgaristan’dan daha iyi hissediyorlar.” https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-45326002 Erişim Tarihi: 05.04.2020

2https://www.aa.com.tr/tr/yasam/bulgaristandan-gocun-sembol-yuzleri-30-yil-sonra-bulustu/1672620 Erişim Tarihi: 05.04.2020


1989 Bulgaristan Türklerinin Göç Hikâyeleri – Bir Sözlü Tarih Denemesi, Karakum Yayınevi, 1. Baskı,184 Sayfa

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.