Bir ülkenin kalkınmasında bunlardan hangisi daha önemlidir?
Bu soruya, yanılmıyorsak, doğru düşünmeye alışmış her insanın vereceği cevap aynıdır: <<ikisi de gereklidir.>>
Böyle olmakla beraber, pratikte durum başkadır. En iyi niyetli hükümetlerin ve devlet idarecilerinin icraatını incelediğinizde görürsünüz ki kalkınmadan söz edildiği zaman, akıllarına her şeyden önce <<ekonomi>> gelmekte; <<eğitim>>, hakkında güzel şeyler söylemelerine rağmen ikinci derecede kalmaktadır. İki yüz yıldan beri, önemine binaen, ekonomi ve üretim konusunda o kadar çok söz söylendi ve kitap yazıldı ki en güçlü idealistler bile kendilerini bu propagandalardan kurtaramadılar. Belki de, insanlar, <<üretim>> ve <<eğitim>>kavramları arasındaki farkları bile kaybettiler. Biraz da <<Marksist propagandaların>> şartlandırmaları ile <<üretim ilişkilerini>> sosyal hayatın, sosyal değişmenin, sosyal problemlerin, kültürel ve politik gelişmelerin <<tek ve bağımsız>> sebebi olarak ele almaya alıştılar.
Nedir üretim? Sosyal ve kültürel değerlerle çevrili olarak, tabiatın (madenlerin, bitkilerin, hayvanların, …) işlenerek, geliştirilerek insan fert ve gruplarına faydalı kılınması değil mi?
O hâlde eğitim nedir? Bizzat fert ve grup olarak insanın millî ve çağdaş değerlerle işlenmesi, geliştirilmesi; kendisine, ailesine, milletine ve insanlığa faydalı kılınması değil mi?
Görülüyor ki, üretimin konusu, insandan gayrı tabiattır; eğitimin konusu ise bizzat insandır. Bir ülkenin kalkınmasında tabiat ve insan ikilisini bir arada ve önemle mütalaa etmekle beraber, insan unsuruna ağırlık tanımayan bir zihniyet, asla doğru yolda olamaz. Bir millet veya hareket, insan unsurunu millî ve çağdaş ihtiyaçlarına göre işleyip geliştirememişse başarılı olmayı boşuna hayal etmemelidir.
Yabancı ülkelerin <<uzmanları>> ve <<şirketleri>> aracılığıyla ülkesinde petrol arayan, bulan yer altından fışkıran <<petrol ırmaklarına>> ve toprak altında, yedek <<petrol denizlerine>> sahip bulunan bir ülke bile olsanız, eğer, tam ve kâmil mânâda millî ve çağdaş bir programla yetiştirilmiş <<kadronuz>> yoksa asla kalkınmış sayılamazsınız. Bugün Orta Doğu’da örneklerine üzülerek rastladığımız bu tip ülkeler yok mudur? Bu ülkelere <<kalkınmadan zenginleşen ülkeler>> adını verenler gerçekten de haklıdırlar. Çünkü gerçekten kalkınmak demek, millî ve çağdaş bir eğitimle milletini sosyal, kültürel, ekonomik ve politik hedefler için, en yüce ülküler için hazırlamak demektir. Bir milletin en büyük varlığı millî ve beşerî ihtiyaçlar için hazırlanmış milliyetçi ve kendi sahasında birinci sınıf bir <<uzman>> durumuna gelmiş <<aydınlar kadrosudur>>. Böyle bir kadronuz yoksa zengin tabiatınıza rağmen fakir, perişan ve yarı sömürge hayatı yaşamaya mahkûm olursunuz.
Çağdaş ekonomik, sosyal, kültürel ve politik savaşların ve barışların yapıcısı, yürütücüsü – sosyolog C. Zimmermann’m deyimi ile- artık <<entellijansiyaldır>>; bunlar milliyetçi, ülkücü ve fakat birinci sınıf <<uzmanlar>> durumunda bulunan millet çocuklarıdır.
KAYNAKÇA
- Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü -1, Altıncı Baskı sayfa:245
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.