Eğitim konusunda esaslı bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç vardır. Eğitim «insana yapılan yatırım» olarak en önemli, en hayatî bir sosyal, ekonomik, kültürel ve politik faaliyet sayılmalıdır.

Politik basiretsizliklerin ve bilhassa Marksist propagandaların zihinlere yerleştirdiği bir kanaat vardır. Bu, «eğitimin, ekonomik alt-yapıya bağlı olarak oluşan bir üst-yapı» olduğu kanaatidir. Bu tür kanaatle şartlanan kişi ve zümreler, ekonomiyi temel, eğitimi ise tâli bir mesele olarak etüd ederler. Bu fikirden hareket eden birçok «yönetici» eğitim faaliyetlerini ikinci plâna iterek bütün enerjilerini madenlerin, bitkilerin ve hayvanların işlenmesi, geliştirilmesi yolunda harcamaya yönelmişlerdir.

Birçokları, kalkınmadan söz ederken ülkeyi saran fabrika bacalarını, kara, deniz ve hava yollarını, barajları, köprüleri,…hayal eder. Hiç şüphesiz, kalkınmanın çok önemli bir yönüdür bunlar. Fakat, bizim kanaatime göre, kalkınma, bütün bunların ötesindedir; tamamı ile milli ve çağdaş güçlü bir milli eğitim meselesidir. Bugün, sırf petrolün sağladığı imkânlarla, zengin ve müreffeh yaşayan birçok Orta Doğu ülkesi görüyoruz. Bunların dışarıdan getirilen makineleri, motorları, rafinerileri, lüks ve konforları vardır. Muhteşem konaklarda oturmakta, geniş caddelerde «kadillak» koşturmaktadırlar. Dışarıdan bakıldığında Almanya’dan daha mamur, Fransa’dan ve İngiltere’den daha canlı gözükmektedirler. Ama, işin iç yüzünü kurcalarsanız, facia bütün çıplaklığı ile meydana dökülür. O zaman anlarsınız ki bütün bir milleti kavrayıp millî ve çağdaş ihtiyaçlara göre «eğitmeyen» bir ülkenin gerçekten kalkınması mümkün değildir. Bir ülke, her şeyden önce, «insan unsurunu» ilmî ve millî bir planlama ile işleyip geliştiremedikçe kalkınmış olamaz.

Bize göre, Almanya’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin gücü fabrikalardan, barajlardan ve yollardan çok «k «eğitimli kadrolardan» gelmektedir.

Bir milletin en zengin ve en hayatî potansiyeli madenlerinden, bitkilerinden ve hayvanların dan önce insanlardır. Petrol denizleri tükenir, demir dağları erir, ırmaklar kurur, barajlar dolar ve fakat fonksiyonel bir eğitimin gücü, kendini yenileyip durur. Bir ülkenin en sağlam, hatta en kısa kalkınma yolu eğitimden geçer. Fakir bir ülke kalkınmak mı istiyor? Her türlü ızdırabı göze alarak milletini, milli ve çağdaş eğitimden geçirerek ayağa kalkma iradesinden asla vaz geçmemelidir. Millet, her türlü fedakârlığa katlanarak, eğitimin finansmanı için gerekli desteği sağlamaya ikna edilmelidir. Ancak, bu eğitim, milliyetçi ve medeniyetçi karakterini ısrarla korumalıdır. Böyle bir eğitim, çok iyi yetişmiş, Türk-İslâm kültür ve medeniyetine yürekten inanmış, kendi branşında millî ve beşerî tecrübeleri çağdaş kriterlerden geçirerek kazanmış, milliyetçi, ahlâkçı ve ülkücü eğitim ve öğretim kadroları ile başarılır. yine böyle bir eğitim, çağdaş, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik savaşları başarabilecek bilgi, maharet, davranış ve değerlere sahip «birinci sınıf uzmanlar» yetiştirmek üzere teşkilâtlanmalı ve bu kadroların rehberliğinde çalışan her meslekten teknisyenleri ve yardımcılarını hazırlanmalıdır. Bütün vatan çocukları, kendi kabiliyet sınırlarının sonuna kadar gelişmeler fırsat ve imkânını bulabilmelidir. Aksi halde bozuk bir eğitim düzeni ile kalkınmayı hayal bile etmek doğru değildir. Milyonlarca insanın okuma-yazma dahi bilmiyorsa, yüz binlerce lise mezunu işsiz güçsüz, üniversite kapılarının önünde ümitsiz olarak dolaşıyorsa, siz hangi kalkınmadan söz edebilirsiniz? Hele, bir de üniversite ve yüksekokulların ilim yerine yabancı ideolojilerin, bomba ve terörün baskısı altında inliyorsa…

KAYNAKÇA

Seyit Ahmet Arvasi, Türk İslâm Ülküsü-1, sayfa 247-248

 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.