“Bedenimin babası Ali Rıza Efendi,
Hislerimin babası Namık Kemal,
Fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tır”
-Gazi Mustafa Kemal Atatürk-
Mehmet Ziya Bey…
Doğum yeri Diyarbakır (1876), ölüm yeri İstanbul (1924)…
Gökalp, Mehmet Ziya Bey’in kullandığı mahlaslardan bir tanesiydi. Herkesin bir soyadı olması gerektiğini savunurken kendisi de son dönemlerinde Gökalp mahlasını bir soyadı gibi kullandı. Bugün bir sokak röportajı yapılsa ve Mehmet Ziya Bey’in soyadı nedir diye sorulsa herhalde tanıyan herkes Gökalp diyecektir.
Nitekim soyadı kanununun TBMM’de kabul tarihi de 1934’tür.
Lise yıllarında yazdığım bir şiire mahlas ararken edebiyat hocamın tavsiyesi ile kullandığım mahlas Ziya’ydı. Çünkü kendi deyimiyle Ziya, hem ışık demekti hem de Ziya Gökalp’ın ismiydi.
Bugün Ziya Gökalp ile alakalı yazı yazmanın zorluğu karşısında bulunuyorum. Çünkü yazdıkça dallanan, dallandıkça toprağın altında da kök salan ve derinleşen, her dalda farklı bir meyve olan bol aşılı bir ağacı tarif etmekte yaşanacak zorluktan daha fazlası ile karşı karşıyayız. Eksik muhakkak olacaktır, kusur varsa affola!
Fikir adamları genellikle buhran sonrası sancılarla dolu bir doğum ile hayata dönmüşlerdir. Tıpkı bir annenin dünyaya getirdiği yeni bir nefes öncesi çektiği sancılar gibi, beyinlerinde tarifsiz bir doğum sancısını çekerler. Sonrası genelde hayatın ilerleyişi gibi iki ihtimal üzerine kuruludur. Ya bu sancılar yaşam ile bağdaşmayarak ölümle neticelenir ya da gerçek bir doğum ortaya çıkarak fikirler filizlenir.
“Geçtik nice dağ, kaya,
Geldik Demirkapı’ya.
Kapanması, çok yıldı,
Açıl! dedim, açıldı.”
18 yaşında bir buhranın ardından kafasına sıktığı tek kurşun ile hayattan kopacakken, talihin bir ürünü olarak Mehmet Ziya Bey için ölüm henüz erkendir. Kurşun ilkel şartlar altında Abdullah Cevdet tarafından çıkarılır. Bunun yanında genç Mehmet Ziya lise yıllarında bir tören esnasında “Padişahım çok yaşa” seslerini bastıran “Milletim çok yaşa” sloganı ile ölüme alternatif olan hayatını çoktan çizmiştir.
“Bir ülke ki çarşısında dönen bütün sermaye,
San’atına yol gösteren ilimle fen Türk’ündür;
Hirfetleri birbirini daim eder himaye;
Tersaneler, fabrikalar, vapur, tren Türk’ündür,
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!”
Türkçülüğün Esasları’nı yazan bir ideolog olarak Ziya Gökalp bile Türk olmadığı iddiası ile karşılaşır. Bu garip durum karşısında tutumu oldukça sert olur. Zira kendisinin yeşertmeye çalıştığı fikirler Yakup Karaosmanoğlu’nun Yaban romanında sorduğu soruya cevap arar niteliktedir. İngiliz aydını ile Hindistanlı köylü arasında bile bulunmayan uçurumu Türk aydını ile köylüsünün arasından kaldırmaya çalışırken, başka bir Türk okuryazar tarafından böyle bir ithamla karşılaşmak hiddetlenmek için yeterlidir.
“Türklük, hem mefkûrem, hem de kanımdır:
Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!
Türklük hâdimine ‘Türk değil! ‘ diyen
Soyca Türk olsa da ‘piçtir’, Türk değil!”
TRT Türkü dinleyicilerinin çok iyi bildikleri bir isim vardır: Muzaffer Sarısözen. Pek çok türkünün kaynak ismi ve yöresi değişse de derleyeni aynıdır: Muzaffer Sarısözen. TRT Türkü dinlerken Muzaffer Sarısözen olmazsa sanki türkülerimizin bir yanının öksüz kalacağı hissedilir.
Ziya Gökalp olmadan da Türk milletinin öksüz kalacağı hissi oluşur. İddiası vardır Mehmet Ziya Bey’in ve bu iddia ile Ziya Gökalp olmuştur. Kimdir Ziya Gökalp sorusuna verilecek birçok cevap vardır: Sosyolog, ittihatçı, mebus, siyasetçi, ideolog, aile babası, şair vs. Bütün niteliklerinin üstünde ise iddiası yükselir: Türkçülük. Ziya Gökalp Türkçü bir sosyolog, Türkçü bir mebus, Türkçü bir aile babası, Türkçü bir şair ve her ne sıfata sahipse onun da Türkçüsüdür. Mükafat beklemeden vazife şuuru ile hareket eder ve Anadolu’nun derinliklerinden Yunus Emre’nin nefesiyle inşa etmeye çalıştığı ve medeniyetle kucaklaşmasını arzuladığı kültür dizelerine yansır.
“Benim dinim ne ümittir, ne korku;
Allah’ıma sevdiğimden taparım!
Ne Cennet, ne Cehennem’den bir korku
Almaksızın, vazifemi yaparım.”
Geçmişten günümüze taşınan büyük fikir adamlarının hayatlarını gözden geçirdiğimizde, aslında ait oldukları noktaya kaderin itici gücü ile taşındıklarını görürüz. Ailesi, yaşantısı, buhranları, karşısına çıkan insanlar ile birlikte aslında adeta bir ocakta pişmektedirler. Onlara düşen ise müspet veya menfî bütün fırsatları değerlendirerek doğru adımları atmak ve hazırlandığı büyük doğumun sancısını olgunlaştırmak ve buna dayanabilmektir.
Ziya Gökalp’ın dayanma gücünü yitirdiğini hissettiği 18 yaşındaki talihsiz olay da aslında uyanılacak günlere hazırlık sürecinin bir parçasıdır.
“Uyu yavrum uyanacak günler var;
Yarınları gözetleyen dünler var;
Baban şehit, izlerinde ünler var;”
Hürriyet’e Mektuplar, Malta ve Limni Mektupları! Çocukluk yıllarımda sürgün kavramı benim için hep anlaşılmaz olmuştu. Bugünün teknolojisi ile sınırların kalmadığı, dünyanın bir köşesinde olsanız bile herkes ile aslında beraber olabildiğiniz günlerden bakıp sürgünü anlamak zor oluyor. Korona virüsü salgını ve karantinalar, sokağa çıkma yasakları sürgün hayatını anlamamızı bir nebze olsun kolaylaştırdı. Sevdiklerini görmek için telefona bile mahrum kalmak zorlayıcı oluyorken, bir mektup zarfında evlatlarının kokusunu veya özlediğin iklimi aramak acaba nasıl olmalı? Hele bir de İstanbul dışında bir kültür hayatından bahsetmenin oldukça zor olduğu bir ortamda!
Büyük fikir adamları insanlara ufuk çizerler ve etraflarındaki kabuğu kırmak için birer çekiç vazifesi görürler. Sürekli sınırları küçülen, elindeki son kalan toprak parçasını ancak muhafaza edebilmiş ve bunun için büyük bedeller ödemiş bir millet için bu sınırlar içinde huzur içinde yaşamaktan başka bir hayal kurmaları beklenemez. Fikir adamı ve bir ideolog olarak Mehmet Ziya Bey’e düşen vazife ise elbette sınırlara sığmamak ve taşmak olacaktır.
“Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan
Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan”
Bir sosyal bilimden başlayan serüven, sistemli bir şekilde onu ifade eden kişinin ismi ile anılır. Mezhepler tarihi okuyanların sık karşılaştığı mutlak ve mensup imam kavramları vardır. Mutlak imam sistematiği ifade eder ve güncel şartlarda iddiaları geçerliliğini yitirse ve mensup imamlar tarafından yeniden bir şekil çizilse de mezhebin adı yine Hanefi mezhebi olarak kalır. Bu yüzden de günün şartları, etkilendiği fikirlerin yenidünya düzeni ile örtüşmesi gibi değişkenlere bakılmaksızın sosyoloji alanının ülkemizdeki kurucusu kabul edilir Ziya Gökalp.
“Medeniyet, beynelmilel yazılacak bir kitap;
Her faslını bir milletin harcı teşkil edecek.
Medeniyet bir konser ki birçok çalgı, saz, rübap
Birleşmekle bir ahengi ancak tekmil edecek.”
İnsanların evlatlarına koydukları isimler belki de Mehmet Ziya Bey’den beridir düşünce dünyasını haykırmak mânâsına gelir: Hürriyet, Seniha ve Türkan. Büyük fikir adamlarının, siyaset adamlarının aksine farklı bir tutumları var. Mehmet Ziya Bey’in sürgün yıllarında Hürriyet’e yazdığı mektuplar ile hem ailesine hem de milletine birlikte bir yol inşa ettiğini görürüz. Çünkü milletini ailesinden gayri görmez. Ziya Gökalp’ın kim olduğunu bir de kendisine sorarsak cevap kızı Hürriyet Hanım’ın anılarından gelir:
“Bu masalları yalnız senin ve kardeşlerin için yazmıyorum;
Türk çocukları için yazıyorum.
Ben yalnız senin ve kardeşlerinin babası değilim.
Bu dünyadaki bütün Türk çocuklarının babasıyım.
Sizleri ne kadar düşünür ve seversem onları da o kadar düşünür ve severim.”
-Ziya Gökalp-
Ruhu şad olsun..
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.